Mete Kaynaroğlu imzalı öyküler; Spartaküs’lerin Ölümü

Mete Kaynaroğlu öykülerinin mekânlarını da işlediği konularla uyumlu olarak seçmiş. Sıradan insanların yaşadığı kenar mahalleler, kentsel dönüşüm alanları, en fazla iki katlı ve küçük bahçelere sıkışmış, arada kalmış, her an yok edilmeyi bekleyen, mahalle evleri öykülerin mekânları.

Yaşadığımız çağa hız ve görsel uyarıcılar damgasını vurmaktadır. İnternet, çok kanallı televizyonlar ve daha birçok uyarıcıların işgal ettiği çokluortamda, insan bilinci uyarıcının hızını zamanın hızıyla eşitleyerek, hızlanan yaşamda alışkanlıklarını ve değerlerini de değiştirmiştir.

Uyarıcının hızına yetişme telaşındaki insanın yetersiz kaldığı yerde, kendisine sunulan “sanal” dünyaları kabullenmesi kolaylaşmıştır. Bu kolaylığın sağladığı rahatlıkta değerlerini ve yaşama yüklediği anlamlarını terk etmiştir. Terk ettiklerinin yerine sanal dünyanın kendisine sunduklarını koymuştur.

Karşı karşıya kaldığı bu durumu kabullenir görünse de insan çevresiyle arasındaki dengenin bozulduğu gerçekliğinin farkındadır. İşte insanın bu farkındalığı onu arayışlara itmiş, sanatta ifade yollarını değiştirerek çeşitlendirmesine, sanal hıza uygun yeni anlatı yolları bulmasına sebep olmuştur. Hızla ve multimedyayla küçülen zamanı ve dünyayı, edebiyat alanında bu kez, küçük öykü ve novella ile anlatmaya devam etmiştir. Yetmemiş metinlerinde çizgiler ve fotoğraflar kullanmaya başlamıştır.

Yeni anlatı türlerinden varlığı en çok tartışılanlardan biri olan “Küçük Öykü”; az sözle çok şey anlatma gerekliliğinden doğmuştur. Bu gereklilik; insanın sıkıntıları yoğun yaşadığı, yaşamın anlamından kuşkuya düştüğü, savaş, kıyım ve yıkımların olağanlaşmaya başladığı bir döneme itiraz etme ihtiyacının sonucudur.

Kısa öykü, küçük öykü ya da küçürek öykü nasıl olmadır, bir öykü neye göre kısa öyküdür, kuralları, sınırları, yapısı, çatısı, yazarı, okuru ile farklılığı nedir soruları üzerinde tartışıla dursun, bu tartışmanın yanıtlarını bekleyemeyecek kadar sabırsız bir okur olarak, bir öykünün nasıl olması gerektiğinin ölçüleri bence bellidir.

Bence öykünün; yaşamı bir yanından yakalaması, bireyselden evrenselliğe ulaşmanın yolunu açması, bütünün bir parçası olduğumu hatırlatması, yalnız olmadığımı duyumsatması, duygudaşlık kurarak eyleme geçmemi sağlaması, düşünsel gereksinimime yanıt verip dertlerimi, umutsuzluklarımı, umutlarımı yansıtması en önemlisi de yazarın yazdıklarında samimi olduğuna beni inandırması gerekir.

Mete Kaynaroğlu’nun yazdığı “Spartaküsler’in Ölümü” adlı, 80 sayfalık kitapta toplanan yirmi dört kısa öykü, bu anlamda zevkle okuduğum öyküler oldu.

Yalın bir dille yazılan öykülerde, dilin ustalıklı kullanımında az sözle çok şey söylenmesinin sağlanmış olması okumayı kolaylaştıran ve yazarın samimiyetine inanmamı sağlayan unsurlardan. Ayrıca dildeki ince mizahın öyküleri zenginleştirdiğini de söylemek isterim. Çok iyi kurgulanmış olan öyküler, iyi tasarlanmış ve oya gibi işlenmiş. Göstergeler iyi yerleştirilmiş ve birbirini bütünler nitelikte. Bu durum estetik açıdan da öyküleri güçlendiriyor.

Öykülerin karakterleri bizden birileri, içimizden. Davranışları, duruşları çok insancıl. Karakterlerin kişiliğini belirleyen özellikler öykünün aşamaları boyunca verilmiş olduğundan, onlarla birlikte öyküye girip öykünün bitimine kadar onlarla birlikte hareket ediyorsunuz. Bu kısacık öykülerde karakterlerin yaratılmasındaki başarı, ister ana karakter ister yan karakterler olsun, psikolojik derinliklerinin çok iyi tasarlanmış ve çok iyi ifade edilmiş olmasından geliyor. Karakterler konuyla bütünlüğü sağladığı gibi, mekânlarla da uyumlu. Bu da yazarın gözlem yapma gücünden ve bu gücü kelimelere dökebilmesinden kaynaklanıyor.

İlk öyküden başlayarak son öyküye kadar; hayatla kuramadığımız ilişkilerin nerede, nasıl koptuğunu, hatta niçin koptuğunu anlatıyor yazar bize. O anlatırken siz de duygudaşlık yapmaya başlıyorsunuz. Her öyküde kendinizi öykünün içinde buluyor, öykünün kahramanlarıyla birlikte eyleme geçiyorsunuz. Bence metnin gücü okuyucuyla sağladığı empatide kendini gösterir. Eğer öyküde olaydan yola çıkarak sempati duyduğunuz kahramanlarla duygudaşlık da kurabiliyorsanız, yani öykü sizi harekete geçiriyorsa başarılı bir öyküdür ve bence bu da öyküde gerçekçiliktir. Kısacık öykülerde gerçekçiliği çok güzel başarmış, Mete Kaynaroğlu.

Bu küçük öyküleri güçlendiren en önemli şeylerden biri de yazarın birçok alt anlamları olan simgeler kullanmış olmasıdır. Öykülerin göndermelerini kuvvetlendiren bu simgeler; bürokrat aile, deneme liseleri, sokak lambasının sarı cılız ışığı, ayna, Palto, postal, 7.65, 9 mmlik Çekoslovak, anne, karadelik, Gemerek, birkaç öyküde tekrarlanan isimler; Arap, Yıcıl, Taşkafa, steyşın beyaz araba ve kitabın en önemli simgesi olan “Spartakitler”. Okuyunca siz de daha neler bulacaksınız.

Öykülerin konusuna gelirsek; öykülerin ana izlekleri hem güncel, hem dinamik hem de (benim en sevdiğim konular) hemen hepsi sisteme eleştiri. Eleştiri dilini öykü tadında ve kıvamında kullandığı için de siz kahramanlarla duygudaşlık sağlayabiliyorsunuz ve ortaklık yapıyorsunuz. Yazarın günlük hayatın içinden seçtiği konularda, 80 dönemi sonrasında toplumsal hayatımızdaki değişim ve dönüşümlerin genelde sosyal yapımız, özelde bireysel yaşamımız üzerindeki yıkıcı etkileri işlenmiş.

Mete Kaynaroğlu öykülerinin mekânlarını da işlediği konularla uyumlu olarak seçmiş. Sıradan insanların yaşadığı kenar mahalleler, kentsel dönüşüm alanları, en fazla iki katlı ve küçük bahçelere sıkışmış, arada kalmış, her an yok edilmeyi bekleyen, mahalle evleri öykülerin mekânları.

Spartaküs’lerin Ölümü’ndeki öyküleri güçlü kılan bir diğer öge de ortak karakterle yapılan öyküler arası göndermeler. “Fındık” öyküsünde çok güçlü çizilmiş bir çocuk karakter olan Arap; gözüpek, kavgacı, tehlike karşısındaki arkadaşına, sonunu düşünmeden destek olan mahalle çocuğu iken, yıllar sonra “Bak Bana” öyküsünde karşımıza mahallenin delisi olarak çıkıyor ve çocukluğumuz, bizi de arkamızdan bıçaklıyor. Yine aynı öyküdeki Taşkafa karakteri, “Mualla” öyküsünde Mualla’nın apartmanında ses veriyor, Yıcıl ise “Dükkân” öyküsünde göz kırpıyor. Ayrıca “Fındık” öyküsündeki şiirin son iki mısrası, Gök mavi- Kan kırmızı, “Ümit Hanım” öyküsünde yineleniyor.

Öyküde kullanılan şarkılar da dönem sembolleri. Aya Benzer Yüreğim-Seni Seviyorum-Ben Pirimi Hak Bilirem-Ey Halkım Unutma Bizi-İnce İnce Bir Kar Yağar-Kesik Çayır Biçilir mi-Yalan Dünya.

Sözlerimi Ernest Fischer’in sözleriyle bağlamak istiyorum; “Sanat hayatı dengeye kavuşturur, İnsanla dünya arasındaki köklü ilişkiyi açığa çıkarır.” diyor büyük düşünür.

Mete Kaynaroğlu’nun öyküleri bu köklü ilişkileri ortaya çıkarmakla kalmıyor, okuyanı bu ilişkilerle yüzleşmeye zorluyor. Yabancılaşmanın, bireyselleşmenin ve makineleşmenin yarattığı sorunların perdelenmesi için, günümüz insanına yakıştırılan ve inandırılmaya çalışılan “sabırsız ve zamansız” niteliği ile onu sınırlar içine hapsetmeye, her şeyi seyirlik hale getirip olağanlaştırmaya, sonunda da insanı duygusuzlaştırmaya çalışan bir güce, birer başkaldırı olarak karşımıza dikiliyor. Çok iyi bir öykü kitabı olmuş Spartaküs’lerin Ölümü. Okuyunca size de iyi gelecek.

  • Spartaküs’lerin Ölümü
  • Yazar: Mete Kaynaroğlu
  • Türü: Öykü
  • Baskı Yılı: Ocak 2018
  • Sayfa Sayısı: 80 Sayfa
  • Yayınevi: Kanguru Yayınları

 

Okuma önerisi!

Kaptan Stormfileld’ın Cenneti Ziyareti Mark Twain 

Gökçesu Özgül’ün incelemesi; “Okumaya doyamayacağınız bir öykü seçkisi; Mark Twain
yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ

Mark Twain ironi ile süslediği öyküsünde insanların binlerce yıldır kafasını meşgul ettiği içi boş inançları alaşağı eder.

Sülbiye Yıldırım
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Okumaya doyamayacağınız bir öykü seçkisi; Mark Twain

Read Next

Mario Levi’nin, En Güzel Aşk Hikayemiz adlı romanı artık İngilizce

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *