
Sofi Oksanen, suç – macera romanı olan Norma’da; bir yandan günümüzdeki uluslararası suç örgütlerinin ticarette ‘her anlamda’ sınır tanımadıklarını gösterirken diğer yandan yüzyıl öncesine giderek o dönemi de canlı biçimde anlatıyor.
Saçlarınızın her gün 1 metre uzamasını ister miydiniz ya da saçlarınızla hastalıkları teşhis edebilmeyi ya da insanların içlerinden geçeni saçlarınız vasıtasıyla okuyabilmeyi??? Durun, hemen evet demeden önce iyi düşünün… İyi düşünün çünkü bu dünyada ucubeleri sevmezler!
Adeta sihirli saçlara sahip olan Norma, hayat dolu bir kadın olan annesi Anita’nın beklenmedik intiharıyla sarsılır. İşinden de kovulunca annesinin, Marion’un kuafördeki yerine geçerek intiharın sırlarını araştırmaya başlar. Bu sırada annesinin bıraktığı video kayıtları kendisine yardımcı olur. Düğümlenmiş saçlar misali karmakarışık durumlar tarandıkça açılan saçlar gibi sayfalar ilerledikçe önümüze serilir.
1977 doğumlu, Helsinki’de yaşayan Sofi Oksanen, artık klasikleşmiş kuzey polisiyelerinden farklı çoksatara daha yakın duran, sinemaya göz kırpan bir roman yazmış. Her ne kadar romanı Norma’nın saçlarının hikâyesi olarak okumak mümkünse de arka plandaki uluslararası saç ve bebek ticaretini görmezden gelmek mümkün değil.
Uluslararası bebek ticaretinden az çok haberdarız. Çocuğu olmayan çiftlerin ülkelerindeki yasalar elvermediğinden nispeten elverişli yasalara ya da görmezden gelinen düzene sahip olunan ülkelerde taşıyıcı anneler vasıtasıyla kucakladıkları mutluluk hikâyelerini biliyoruz. Ama bu mutluluk hikâyelerinin ardında yatan bebek çiftlikleri, uzakta olduğu için bulanık gördüğümüz haydi açıkça söyleyelim görmezden geldiğimiz konulardan biri. Uluslararası suç örgütlerinin kuluçka makinelerindeki tavuklara çevirdiği genç kadınlar yerine sevimli bebeklerle ilgilenmek işimize geliyor. Kataloglardan en güzel kadınları seçiyoruz ve bebeğin şirin olmasını garantiledikten sonra çocuğu taşıyan annenin dramıyla ilgilenmiyoruz bile. Tıpkı ev kiralar gibi bebek için bir karın kiralıyoruz; ev akmasın diye çatısına bacasına baktığımız kadar bebeğin sağlıklı gelişimi için annenin beslenmesine dikkat edilmesini istiyoruz o kadar. “Ben tahliye ettikten sonra evden bana ne?” diye düşünüyoruz.
Bebek ticaretinden az çok haberdar olsak da, hemen hemen hiç haberdar olmadığımız bir başka uluslararası ticaret var: SAÇ. Çinli, Vietnamlı, Meksikalı ama ille de sarışın Romen ya da Ukraynalı kadınların saçlarının ticareti. Dünya üzerinde doğal saça olan ilgi yüzünden yüz binlerce belki de milyonlarca kadın saçını satarak para kazanmaktadır. Çin’de neredeyse bütün kadınlarının bu endüstrinin içinde olduğu köyler hatta kasabalar bulunmaktadır. Ama köyler ve kasabalar yetmemekte tedarikçiler her seferinde daha uzaklara giderek yeni sahalar fethetmektedir. Çünkü saçların uzama hızı talepteki patlamaya yetişememektedir. Bir iş para getirirse bunun yeraltına inmesi kaçınılmazdır. Güney Amerika’daki sokak ortasında kadınların saçlarını kesip çalan ufak tefek çeteleri kastetmiyorum. Saç ticaretini tekelinde toplamaya çalışan uluslararası suç örgütlerinden bahsediyorum.
Hastalıklı bir kelleşme korkusu yaşayan kadınlar ya da kepeklerden, akıntılı yaralardan, deri iltihaplarından, mantardan, saçkırandan, nekrotik yaralardan muzdarip kadınlar ya da sadece daha güzel, daha alımlı, daha çekici, belki de sadece farklı görünmek isteyen kadınlar… Ve onların yarattığı saç endüstrisi; peruk, kaynak saç, postiş, çıtçıt ve daha niceleri… Anita’nın Norma’ya söylediği gibi, “Hayallerine hâkim olan kişi, dünyaya hâkim olurdu. Saçlara hâkim olan kişi, kadınlara da hâkim olurdu. Kadınların üremesine hâkim olan kişi, erkeklere de hâkim olurdu. Kadınları tatmin eden kişi, erkekleri de tatmin ederdi ve insanları saç ve bebek hakkındaki heyecan verici hayallerle baştan çıkartan kişi, onların kralları olurdu.” İşte uluslararası saç ve bebek klanlarından birinin lideri Lambert da imparator olma peşinde koşarken yolu yeniden Anita ile kesişiyor. Bu kesişmeden romanın başında kendini rayların üzerine atarak intihar eden Anita mağlup ayrılıyor. Ama sonuçta tek kaybeden Anita mı oluyor, raylara düşerken birilerini de yakasından tutup beraberinde sürüklüyor mu???
Lambert ve ortağı Reijo, taşralı iki yakın arkadaş olan Helena ve Anita ile tanışarak kısa zamanda evlenirler. Kadınlar bir zaman sonra kocalarının suç klanını yönettiğini anlasa da eşlerinin düzelecekleri yönündeki yalanlarına inanırlar. Anita, kızı Norma’nın doğumundan sonra kocasını terk ederek taşradaki ailesinin yanına sığınır. Helena ise kızı Marion ve oğlu Alvar’ın babalarına inanmayı sürdürür bunun karşılığını da ağır depresyonla öder. Lambert, fazlaca naif olmasından dolayı ayak bağı olarak görmeye başladığı Helena’dan kurtularak suç klanına imparatoriçe olma potansiyeli bulunan Alla’yı tercih eder. Anita, dostunu akıl hastanesinde yalnız bırakmaz, ziyaretlerine yüzyıl öncesinden bir akraba da katılır. Bu Anita’nın büyük büyük annesi Eva’dır. Romanın akışı içinde Eva’nın hikâyesini, bunun Norma’yla bağlantısını ve Anita’nın Norma’nın saçları üzerinden nasıl bir oyunun içine girdiğini okuruz.
Bölüm başları annesinin Norma’ya bıraktığı video kayıtlarıyla açılıyor. Başlarda yazbozun parçaları gibi dağınık duran bu kayıtlar zamanla birleşerek önümüze bir yol haritası çıkartıyor. Anita’nın kızı Norma ve düşmanı Lambert ilgili planlarına giden yolu gösteriyor.
Sofi Oksanen, suç – macera romanı olan Norma’da; bir yandan günümüzdeki uluslararası suç örgütlerinin ticarette ‘her anlamda’ sınır tanımadıklarını gösterirken diğer yandan yüzyıl öncesine giderek o dönemi de canlı biçimde anlatıyor. Kadim masalda Rapunzel, hapsedildiği kulede saçlarına tutunarak tırmanan prensiyle buluşurken; saçları yüzünden tek gecelik ilişkilere mahkûm olan günümüz Norma’sını kâbusundan kurtaracak bir prens çıkar mı, o prens aslında kurbağa mıdır, onu da kitabın sonunda öğreniyoruz.
![]()
|
- KÜÇÜK ANATOLA’YI KURTARMAK - 2 Aralık 2019
- Hişt! Hişt! Hayal Kursana Dostum - 25 Mart 2019
- Jules’ün Bağladıkları - 17 Eylül 2018
FACEBOOK YORUMLARI