
Ende’nin sizi tanıştırdığı karakterlerin hayatlarındaki ve dolayısıyla da toplumsal düzendeki başkalaşımı okurken irkiliyorsunuz.
Michael Ende’ye 1974 yılında Alman Gençlik Edebiyatı Ödülü’nü kazandıran ve Avrupa Gençlik Ödülü Şeref Listesi’ne giren Momo, masal tadında bir kitap (Yazar aynı ödüle 1961 yılında, Cim Düğme ve Lokomotifçi Lukas isimli eseriyle de layık görülmüştür.). Kitabın başkarakteri küçük bir kız çocuğu ve eserle aynı adı taşıyor; daha doğrusu kendisine bu ismi verdiğini söylüyor. Kime söylediğine ya da kendisine yöneltilen diğer sorulara verdiği şaşırtıcı yanıtlara kısaca değinmeden evvel Momo’dan biraz daha bahsetmeliyim.
Momo annesinin ve babasının kim olduğunu bilmeyen, daha önce yerleştirildiği bir yuvadan gördüğü şiddet nedeniyle kaçmış ve kendine kalacak yer arayan bir çocuktur. Nihayetinde büyük bir kentin kıyısında, çam ormanlarının gizlediği ve çevrede yaşayanların giderek yoksullaştığı bir amfiteatr harabesinin deliklerinden girilerek ulaşılabilen yıkık odaya yerleşir. Yuvarlak bir taş yığınını andıran bu antik tiyatroya, keçilerini otlatmak için gelen yakın çevredekiler ya da top oynamak için orada buluşan çocuklar haricinde uğrayan pek olmamaktadır. Bu sebeptendir ki Momo’nun ve onun mesken tuttuğu yerin varlığını yalnızca civardakiler öğrenebilmişlerdir.
Momo’nun yeni komşularının, bilhassa da yetişkinlerin bittabi soracak soruları vardır: Ailesi nerededir, hiç akrabası var mıdır, bir yuvaya yerleşmek ister mi? Dış görünüşü son derece tuhaf olan bu kız çocuğuna yaşını da sormuşlardır. Momo ise biraz düşünmüş ve hep var olduğunu söylemiştir. Aynı soru tekrar tekrar sorulduğunda ise çekinmiş ve önce yüz, daha sonra ise yüz iki deyivermiştir. Verdiği yanıtlardan hangisi doğrudur, kim bilir?
“Git bir Momo’ya uğra!”
Momo’nun yuvaya dönmek istemediğine ve herhangi bir yakını olmadığına kanaat getiren çevre halkı, onu içlerinden birinin evinde kalması için ikna etmeye çalışır ancak başaramaz. Sonuç olarak ise çareyi, çocuğun yuvası olarak benimsediği yıkık dökük odayı sağlamlaştırıp güzelleştirmekte bulurlar. Bu küçücük alana Momo’nun ihtiyaç duyabileceği birkaç eşya yerleştirirler ve kendi yiyeceklerinden artırabildiklerini onunla paylaşmaya başlarlar. Fazla bir şeye ihtiyacı olmadığına inanan Momo ise bu ilgiden tabii ki memnundur. “Peki ya Momo’nun hayatlarına dâhil olması yıkık dökük tiyatronun etrafında yaşayan yoksul halkı nasıl etkiledi?” diye sorarsanız, bu küçük kız çocuğunun hayatlarının vazgeçilmez bir parçası olduğu söylenebilir. Momo’yu görmeden bir günleri bile geçmemektedir. Canı sıkılan, derdi olan kendini Momo’nun yanında bulmaktadır. Zamanla “Git bir Momo’ya uğra!” dillerinden düşürmedikleri bir deyim hâline gelivermiştir. Neden mi? Bu soruyu kitaptan bir alıntıyla cevaplamak yerinde olacaktır:
“Momo’nun hiç kimsenin yapamayacağı şekilde başardığı şey dinlemekti. Belki şimdi pek çok kimse, bu da bir şey mi, herkes dinlemesini bilir diyecektir.
Oysa hiç de öyle değil. Çok az insan gerçekten iyi bir dinleyicidir. Dinlemek konusunda Momo’nun eşi benzeri yoktu.” (syf.20)
Momo dinliyordu, çevredekiler ise ona ellerinden geldiğince yardım ediyorlardı. Çocuklar harabenin derinliklerine yerleşen kimsesiz bu küçücük kızın yanında hiçbir oyuncağa gerek duymaksızın, tek malzemenin hayal güçleri olduğu oyunlar oynayarak hiç olmadığı kadar eğleniyorlardı.
İşler yolundadır; çünkü yardım etmek, hayal güçlerini beslemek, birbirlerini anlamaya çalışmak ya da sohbet etmek için gereken şeye sahiplerdir: Zaman.
Duman adamlar her yerde
Hadi gelin, itiraf edelim: Güzel başlayan ve aynı minvalde ilerlemekte olan her hikâyede işleri bozacak bir suçlu aranır. Momo’da da karşımıza duman adamlar çıkıyor. Peki, satırlara mutluluğun eşlik ettiği bir anda karşımıza çıkan duman adamlar ne mi yapıyor? Yaptıklarının bir nevi hırsızlık olduğunu söyleyebiliriz ama çaldıkları şey kolay kolay akla gelecek cinsten değil. İnsanlara daha uzun süre yaşayacaklarını söyleyerek zamanlarını boş yere harcamamaları hususunda onları ikna ediyorlar. Böylece duman adamlar tarafından çalınan zaman, varlıklarını sürdürebilmelerini sağlıyor. Uzun lafın kısası; duman adamlar zaman çalıyorlar.
Hızla yayılan ve çoğalan duman adamların yaptıklarının, hikâyenin seyrini nasıl değiştirdiğine geçelim.
Fantazya ansızın gerçeğe dönüşüyor
İnsanların duman adamlar tarafından kandırılmasıyla her şey değişiyor. Ende’nin sizi tanıştırdığı karakterlerin hayatlarındaki ve dolayısıyla da toplumsal düzendeki başkalaşımı okurken irkiliyorsunuz. Duman adamların etrafa yaydığı soğuğu hissederken, yoksul ama mutlu insanlarla yeniden hayat bulan o harabe amfiteatrdan uzaklara savrulup kendinizi ansızın bir metropolün tam ortasında buluveriyorsunuz. Sabırsızlık, tahammülsüzlük, tekdüzelik tarafından kuşatılıyorsunuz; renkler soluyor.
Her yaştan okuru kucaklayacak bir roman
1995 yılında aramızdan ayrılan Ende, “Kitaplarım sekiz ve seksen yaşları arasındaki tüm çocuklar içindir.” demiş.
Son olarak, kitabı okurken yer yer yazarın çizimlerinin de size eşlik edeceğini ekleyeyim.
![]()
|