Mülteci Olmak veya Olamamak

Anna Seghers’in romanı Transit, yolculuk halindeki mültecilerin duygularını işlediği kadar, içlerindeki mücadele azmini de gösteriyor.

 

“Seghers’in vaktiyle dikkat çektiği büyük tehlike bizim artık ‘normal’ gördüğümüz durumdur.”

Peter Conrad

Gidilmek istenen yer hep daha güzeldir. Hayallerin gerçeğe dönüşme ihtimali olan ülkeler denizlerin ötesindedir; yolların sonunda ve sınır kapılarının arkasında. Üniformalılar, ateşli silahlar ve sakıncalıların atıldığı kamplar geride bırakılmıştır. Bir de kaçılan ile hayal edilen arasında geçilmesi gereken, gözün görmediği, insanların yüzlerinin aynı olduğu, seslerin hep bir uğultu gibi çınladığı transit mekanlar vardır. Kök ile gökyüzü arasındaki sert ağaç gövdesi gibi zorlu mekanlar.

Anna Seghers, Transit’te kendi hayatından izleri bütün mültecilerin evrensel hikayeleri ile harmanlıyor. Nazi Almanya’sı, içinde ve dışında karanlık işgali sürdürürken kendinden görmediği herkesi ya kaçmaya zorluyor ya da hapsediyor. Vatan dedikleri topraklarda yaşayamayacaklarını anlayanlar hayallerini gerçekleştirmek ya da sadece hayatta kalmak için uzak ülkeleri düşlüyor. Ana Karakter Seidler ise, gitmek için uğraşan kitlelerin aksine kalıp kalıcı olmak için çaba sarf ediyor. Okur, gidilmesi gerektiğine inanmakla ana karakterin kalma isteğini anlamak arasında okuma serüvenine başlıyor.

MİSTRAL Mİ AKDENİZ MELTEMİ Mİ?

Mistral, Fransa’nın Marsilya bölgesine özgü, bir vadiyi izleyerek kuzeyden güneye doğru esen soğuk ve kuru rüzgarın adı. Yazar romanın başından sonuna kadar mistrale karşı yürüyor. Karakterler üşümenin ötesinde kaçmak zorunda oldukları ülkelerinden gelen soğukluğa ister istemez şans verir gibiler. Transit bütün bu gelgitlerin içinde, arada kalmanın romanı aslında. Mistral dindiğinde mülteciler Akdeniz meltemi ile baş başa kalıyor.

Anna Seghers 1941 baharında Amerika üzerinden Meksika’ya ulaşıyor. Romandaki çoğu karakterin hayali bu yolculuğu gerçekleştirebilmek. Bu yönüyle Transit tarih ve biyografi romanı gibi görünse de yüzyıllarca dünyanın gündeminde kalmaya devam edeceği anlaşılan mülteci ve sürgün konularına odaklanıyor. Yazar, Marsilya’daki mültecilerin hayatına ve kendi hayatına uzaktan bakmayı tercih etmiş. Olayların çok içine girmeyen bir anlatıcı olarak okuru romanın içine çekiyor. Daha ilk sayfadan şöyle sesleniyor:

“Öyleyse buyurun yanıma oturun. Yoksa limana mı bakmak isterdiniz? O zaman karşıma oturun. Beni dinlerken St. Nicolas’nın ardından güneşin batışını seyredersiniz, canınız pek sıkılmaz.”

Artık okur da yolunu arayanlardan. Seidler’in ve gitmeye çalışanların arasında dolaşıp duruyor. Sayfalar ilerledikçe Marsilya’yı tanıyor. İçinden kitabı bırakıp bir konsolosluğa koşmak geliyor. Transit, savaştan ve kendinden kaçanların romanı oluveriyor okurun elinde.

SIRADANLAŞTIKÇA KAHRAMANLAŞAN

Seidler sıradan bir karakter. Herhangi bir konuda uç davranışlar sergilemiyor. Herkes kadar kıskanç, herkes kadar acılı ve herkes kadar zevkine düşkün. Yazar tarafından bilinçli bir şekilde derinleşmekten uzak tutulmuş sanki. Sıradanlaştıkça bir roman kahramanına dönüşüyor. Gidenlerin arasında fakat gitmek istemiyor, ama ilkesel bir duruş değil onunki. Belki en basitinden üşengeçlik veya korkaklık. Kendini olayların akışına bırakmayı seçiyor. Bu yüzden vize peşinden koşan insanları garipsiyor. Almanların Marsilya’yı işgal edeceğini düşünüyor sık sık ama bir refleks geliştirmiyor. Gelirlerse kampa, bir fabrikaya veya ölüme gönderirler düşüncesinde. Boş vermişliği bile sıradan olduğu için Camusvari bir felsefe sezilmiyor bu düşüncelerinde. Felsefeden yoksun, tesadüfle başlayan hikayesini kurnazca yürütebildiği için okurun kadrajına diğer karakterlerden daha sık giriyor sadece.

İkinci Dünya Savaşı’nın yeni başladığı aylarda Almanlar Paris’i işgal etmiş, güneye doğru ilerleyişini sürdürüyor. Güneyde Marsilya’da, Okyanus’un ötesine gitmek için uğraşan insanlar konsoloslukların kapılarını vize için aşındırmakta. Vize almayı başaranlar için bir başka engel: transit vize. Çünkü gidilmek istenen ülkeye direkt gemi kalkmıyor. Seidler birkaç arkadaşıyla beraber kamptan kaçarak önce Paris’e, sonrasında Marsilya’ya ulaşanlardan. Yazar Seidler’in geçmişiyle ilgili olabildiğince az bilgi veriyor. Okur romanın akıcılığı içinde Seidler ile ilgili daha çok şey öğrenmek isteği duysa da, onun sadece bazı anılarına ulaşma fırsatı veriliyor. Seidler’in Paris’teki ölü yazarın kimliğiyle yaşadıkları, romanın macera dinamiklerini oluşturmakta. Kahramanın yanında hayalet bir kahraman ve bunu sadece kendisiyle okur biliyor. Bu açıdan sonu merak edilen bir macera romanı tadında Transit.

MÜLTECİ ROMANI

Transit, yolculuk halindeki mültecilerin duygularını işlediği kadar içlerindeki mücadele azmini de gösteren bir roman. Hiçbir engel tanımayan ve bilinmezliği hayale yontan Avrupalı mültecilerin faşizme karşı direnişini de anlatıyor.

Şimdilerde Orta Doğu halkları Avrupa sınırlarında savrulan tekmelerden sıyrılıp hayallerine ulaşmaya çalışmakta. Aslında biz de bir yönüyle, “transit” bir ülkede yaşıyoruz. Her gün Ege kıyılarına vuran mültecileri, karşı kıyıya geçebilenleri ve henüz şansını denememiş olanları izliyoruz. Yokuş aşağı savaşa doğru yuvarlanan ülkeler ve geride kalan milyonlarca vatansız insan. Yeni dünyanın ön göremediği ya da görmezden geldiği bu sorun yakın zamanda çözülecekmiş gibi görünmüyor.

Anna Seghers’in dediği gibi:

“Vatan sevgisi gibi son derece değerli bir sözün içinde, öncelikle şunu sorunuz: Ülkenizde sevgi neye yönelmiştir? Ulusun kutsal varlıkları, varlıksızların derdiyle ne kadar ilgilidir? Kutsal vatan toprağı, topraksızların sorunlarını gidermekte midir?”

 

  • Transit
  • Yazar: Anna Seghers
  • Çevirmen: Ahmet Arpad
  • Yayınevi: Everest Yayınları
  • Sayfa sayısı: 320
  • Basım: 2016
Erdem Gezginci
Latest posts by Erdem Gezginci (see all)
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Türkiye’de Azınlık Olmak

Read Next

Üç Büyük Usta ya da Romancıların Ruhbilimi

One Comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *