
Bosna ile İstanbul arasında sürprizler ile dolu bir aşkı antika dükkanlarında, geçmişlerini satarak geçinen insanların iki dudağı arasında yaşamak isteyenler için ustaca yazılmış bir roman.
Aşk; bir şehri bünyesinde ne kadar barındırabilirse o kadar aşktır. Sokak aralarında, kaybolan geçmişin ayak izlerini takip etme arzusudur aşk. Yaradılış efsanelerinin kalbinde yatan gerçektir.
Sana bir şey olursa ben varım diyebilmek, bir olmaktan gelir. Tek olabilme vasıtası olarak kullanabildiğimiz kadar aşkı, varız. Yoksa birliğin getirdiği varlık, hiçlik tavında bedenimiz yerine ruhumuzu, geçmişimizi, eritecektir.
Bir şehir düşünün ki damarlarında gerçek, kıpkırmızı kan dolaşıyor. Kaldırımlarında sevdaya baş koymuş insanlığın giyotin tadında hayalleri yatıyor. Geçmişten gelenlerin eski diye satıldığı dükkanlar ve gelenlere aracılık eden kaçaklar. Öyle bir yeşile ayak basıyor ki tiranlık, kimini altına kimini üstüne savuruyor çocukların.
Gürsu ERİNÇ; ya bu çocukların Sevdalinka nameleri ile hiç karşılaştırmasaydı beni. Ya o akordeon diriliği, notaları ezip büzerken kollarında, Senad’a o not hiç bırakılmasaydı. Çağdaş Türk Edebiyatına; en gerçekçi toplum trajedisini, özlemek ile hayat arasında ki psikolojik ayrışmayı, sarı-sıcak düzenin insanların gözüne indirdiği perdeyi en güzel pasajlar ile kazandırmış Gürsu ERİNÇ.
İSTANBUL’A BİR ŞEY OLURSA SARAYBOSNA VAR; bir aşk romanı. Öyle vıcık vıcık bir aşk değil bu. Ayağına bulaşan toprağı çamurdan saymayanların, memleket hasretini geleceğin kucağına bırakanların romanı.
İsmi itibari ile ilk karşılaşmalarda şahit olduğum hadiseler kimseye çok uzak değil. Hiç okumadan, tek bir cümle fikir sahibi olmadan, kitabı eline ilk defa alıp ismini okuyan herkes aynı cevabı verdi: ‘’Biz oradaki insanları korumadık ki onlar bizi neden düşünsün? ‘’. Pişmanlığın ve hiçbir şey yapamamanın insanımızın üzerinde bıraktığı ağırlık yıllar sonra bile değişmedi. Bugün SARAYBOSNA, insanlığın kalbinde hiç kabuk bağlamamış bir yara. Ki Gürsu ERİNÇ o kabuğun bağlanmasına bu kitap ile uzun bir süre daha izin vermeyecek gibi.
Bu tepkilerin, kafamın içerisinde bağır çağır ayaklanmaları eşliğinde başladım kitaba. Hikayenin sizi hiç yormadan duru bir şekilde ilerlemesi günün her saatinde ona ulaşmak için çaba sarf ettiriyor insana. Uzun uzun karakter betimlemeleri yapmaktan kaçınmış yazar. Kahramanları olayların süre gelen içeriğinde tanıyor olmak, okuyucu ile aralarında oluşan bağı daha da güçlendiriyor. Olmasaydı da olurdu denilecek noktalar var ya da ‘’ben olsam orada kalpten giderdim, böyle tepki mi verilirmiş canım’’ diyeceğiniz hadiseler ile karşılaşıyorsunuz. Bosna’dan gelmiş olanlar ya da yakınları olanlar hiç tanımayanlara nazaran duygusal refleksleri daha iyi analiz edecektir ama bu her okuyucu için geçerli değil. Bana sorulacak olursa; kahramanların hepsi Bosna halkının mütevazi, saygılı, ılımlı, sevgi dolu, güzellikler ile örülmüş aidiyet duvarlarını çok iyi yansıtıyor.
İlgimi çeken en önemli kısım BOGOMİL’ler ile ilgili bölümdü. Yazar sadece BOSNA’yı anlatmak ile kalmamış, aynı zamanda Bosna’da daha önce yaşamış ve tıpkı şu an yaşayan insanlar gibi kıyıma uğramış, acılar içinde yaşamış insanlardan da bahsediyor. Kendi kedinize diyorsunuz ki, ne var bu BOSNA’da yüzyılladır çilesi bitmemiş.
MUTLU GÖÇ VAR MIDIR DZENETA ?
Bosna ile İstanbul arasında sürprizler ile dolu bir aşkı antika dükkanlarında, geçmişlerini satarak geçinen insanların iki dudağı arasında yaşamak isteyenler için ustaca yazılmış bir roman. Başlıksız bir metin olarak elime alsaydım bu metni kesinlikle yazan bir Bosnalıdır derdim. Büyük sürprizden bahsetmeyeceğim. Ama siz yine de kitabın ismine ön yargılı yaklaşmayın. Aşk romanından fazlası olan İSTANBUL’A BİR ŞEY OLURSA SARAYBOSNA VAR; tarihi, insanlığı, iki şehir arasında ki az bilinen ilişkiyi ve mutsuz göçleri anlatıyor.
Mutlu göç yoktur DZENETA. Mutlu ölümler vardır.
![]()
|
- Tarihimizin yazılı hafızası: Ölüyordum Geçerken Uğradım - 25 Mart 2019
- Lizbon’un Son Kabalacısı - 26 Şubat 2019
- Herkes Haklı Olduğunda Her Şey Yitirilmiştir… - 23 Mayıs 2018