5 Mart 2019’da kaybettiğimiz Seyhan Livaneli’nin Nar romanında, bir Ermeni kızın hikâyesi var.
“Benim hikâyemde ölüm var, tek renkli olmak zorunluluğunun sebep olduğu, işte ben bu yüzden çok renkli olmayı seçtim. Kendimi renklendirmeye çalışıyorum. Benim geldiğim toprakların altında yürekler gömülü, tek renkli olamayan yürekler…”
“Acısını çıkarmak” diye bir deyimimiz var bizim. Yaşanılan üzüntünün aynısını öç alma arzusuyla bunu yaşatana tattırmak olarak tanımlanabilir. Oysa hedef çoğu kez şaşıyor. Acılar yanlış yerlerden çıkartılıyor. İnsan, kaybolmaya meyilli sağduyusunu en çok haksızlığa ve zulme uğramışken, onulmaz acılarla çevrelenmişken yitiriyor olmalı. Olmayacak hedeflere, anlamsız bir intikam duygusuyla yöneliyor, kan kırmızı bir kinle acısını çıkarmaya çalışıyor. Sonrasında ne mi oluyor? Yangınlar sönmemekle kalmıyor üstüne üstlük nefretle harlanan yeni ateşler yakılıyor.
Siyasal iktidarların kararları söz konusu olunca “acısını çıkarma” hareketi en çok masum halkların üzerinde uygulanıyor. Kimin ne suçu varsa bedelini masumların ödemesi dünyanın kanunuymuş gibi sebebini bile bilmeden, çoğu kez hak etmeden cezalandırılan insanlar, başı belli sonu belirsiz hikâyelerin karakterleri olup çıkıyorlar. Acılar azalmıyor, aksine öfkeye bulanıp artıyor. Yeni yaralar açılırken, düşmanlık ve nefret duyguları yeryüzüne yayılıyor. Elimizde onları yönettiklerini düşünen iktidarların en sevdiği şey olan “acısını çıkarma” isteğiyle nefes alan milyonlar kalıyor.
1915 yılında Osmanlı Devleti’nin Ermeniler için çıkardığı tehcir kararı da böyledir. Ermeni çetelerinin Türkler üzerindeki katliama varan muameleleri, koskoca bir halka mal edilir, topyekûn bir cezayla karşılık görür. Masum bir halk, eziyete uğramış bir diğer masum halkın devlet eliyle “acısını çıkarma” hareketine kurban gider, yurtlarından kovulur. Sürgün edilen pek çok Ermeni, yollarda açlıktan, hastalıktan, silahlı çetelerin saldırısından dolayı hayatını kaybeder. Sağ kalanlar ise dünyanın dört bir yanına dağılır. Yanlarında asla unutmayacakları acılı hikâyeleri ve hiç bitmeyecek yurt özlemleri vardır.
“Neden bu kadar önemli nar biz Ermeniler için, hiç düşündünüz mü? Nar taneleri gibi dünyaya dağıldığımız için mi? Hep nar taneleri gibi kırılmak yüzünden nar taneleri kadar çoğalmak zorunda kaldığımız için mi?”
5 Mart 2019’da kaybettiğimiz Seyhan Livaneli’nin Nar romanında, bir Ermeni kızın hikâyesi var. İçindeki sevgiyi ve umudu kaybetmeden oradan oraya savrulan bir kız Silva. Harput’ ta aynı ekmeği bölüşen, aynı türküleri söyleyen, aynı cepheye evlat gönderen Türk ve Ermeni aileler yaşamaktadır. Silva da annesi ve iki ağabeyi ile huzurlu bir hayat sürmektedir. En büyük acısı bir av esnasında öldürülen babasıdır. Neyse ki yüreği tüm yoksunlukları yüklenecek kadar gençtir. Annesinin en yakın arkadaşı ve can yoldaşı olan Hatice Hanım’ın oğluna olan sevdası herkesi mutlu eden bir evlilikle taçlanır. Sonrasında küçük ağabeyinin Sarıkamış’ta şehit olmasıyla yanan ocakları, tehcir kararıyla hepten darmadağın olur. Yusuf’la evlenmek için Müslüman olan Silva yurtta kalır, ancak annesi, ağabeyi ve diğer Ermeniler sürgüne gönderilmiştir. Sonrasında gelişen olaylar, Silva’yı zorluklar ve acılarla dolu bir yolculuğa sürükleyecektir. Harput’ta başlayan hikâye, Paris’e kadar uzanacak, ancak nerede olursa olsun topraklarına olan özlemi, kederi onu hiç terk etmeyecektir.
“Bir dönemim yanlışını biz çok ağır ödedik. Yanlışlar karşılıklı yapıldı, bu kin niye? Yüzyıllardır birlikte yaşamıştık, birbirimizin bayramlarını kutlamıştık, bunları bir kalemde silemem ben.”
Yaşadığı tüm acılara, haksızlıklara, zulümlere içindeki saf insan sevgisi ve koruduğu sağduyu ile göğüs geriyor Silva. Yapılan yanlışları bir millete mal etmiyor. Açılan yaraları ne kadar derin olsa da bu, onda nesilden nesile aktarılacak bir kine evrilmiyor.
Romanda acılarla bezenmiş bir hayatı adım adım izlerken Türkiye ve dünyanın yakın geçmişinde yaşanan günahlara şahit oluyoruz. Türkler ve Ermenilerin yanı sıra işgal altındaki Fransa’da kamplara alınan Yahudilerin yaşadıklarını da okuyoruz. Yazarın naif ve sıcak dili, yarattığı karakterle birebir örtüşüyor. Acıları okurken kalbimiz burkulsa, öfkelensek, kimi hayıflansak da hınçla dolmuyoruz. Tıpkı Silva gibi.
“Kızgınlığım hangi milletten olursa olsun, milliyetçi zihniyetle ırkçılık yapanlara. Beni en çok korkutan şey, aşırı dincilik ve aşırı milliyetçilik! Dünya düzeni de bu yüzden bozuluyor. Masum halklara mı kızmalı, fanatik kafalara mı?
İlk iki baskısı Sinemis Yayınevi tarafından 2011 ve 2012 yıllarında yapılan Nar romanı, yakın zamanda Edebiyatist Yayınevi tarafından basılarak tekrar okurları ile buluştu. Bunun yanı sıra edebiyat dünyasına yeni soluklar kazandırmak ve merhum yazarın anısını yaşatmak amacıyla bu yıl ilki düzenlenen bir öykü yarışması düzenlendi. Zamanların ötesinde bir farkındalık ve duyarlılık taşıyan Nar romanına atıfta bulunmak amacıyla yarışmanın belirlenen teması “Ötekileştirme”.
Zülfü Livaneli, Sunay Akın, Nebil Özgentürk, Mevsim Yenice, Barış İnce, Zafer Köse’nin jüri üyeliğini yaptığı Seyhan Livaneli Öykü Yarışması’nın sonucu 15 Ocak 2020 tarihinde açıklanacak. Sanatçının doğum günü olan 22 Ocak 2020 tarihinde ise, ödül töreniyle birlikte “ötekileştirme” konulu bir panel de gerçekleşecek.
|
- ÖLÇÜLEBİLİR BİRİMİ OLMAYAN DUYGULARA İTHAFEN YAZILMIŞ BİR ROMAN - 6 Şubat 2020
- NAR TANELERİ NEREYE SAVRULUR? - 9 Ocak 2020
- YÜRÜDÜĞÜMÜZ YOLDA AŞK VAR - 8 Aralık 2019
FACEBOOK YORUMLARI