
Doğrusunu söylemek gerekirse “Sesler” romanıyla ilgilenmemin en önemli nedeni ülkesi ve atmosferi oldu. Çünkü “Sesler” Türkçede pek az örneğine rastladığımız İzlanda edebiyatını temsil ediyor.
Arnaldur Indridason’un “Sesler” romanı bir Noel arifesinde işlenen cinayet etrafında kurgulanmış güzel bir polisiye. Polisiyelerin –olmazsa olmaz- bütün kalıplarını yerli yerlinde kullanması kadar polisiyelerin sıklıkla ıskaladığı bireysel dramlara da dokunan Indridason ülkesinin karanlık ve soğuk atmosferini çok iyi kullanıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse “Sesler” romanıyla ilgilenmemin en önemli nedeni ülkesi ve atmosferi oldu. Çünkü “Sesler” Türkçede pek az örneğine rastladığımız İzlanda edebiyatını temsil ediyor.
İzlanda Avrupa’nın kıyısında, dört yüz bine bile ulaşmayan nüfusuyla küçücük bir ülke. Kitap nüfusu ise bir hayli kalabalık. Yılda kişi başına düşen sekiz kitapla toplamda 2,5 milyona ulaşan satış adeti İzlanda’nın edebiyat yanının çok güçlü olduğunu gösteriyor. Nitekim; kitapevlerinin gecenin geç saatlerine kadar açık tutulduğu, şiir geleneğinin hala canlı kaldığı İzlanda 2011 Frankfurt Kitap Fuar’ında “Küçük ada, büyük öyküler” sloganıyla ağırlanmıştı. Aynı yıl başkentleri Reykjavik -edebiyatın şehir hayatında, modern toplum yaşantısında ve şehirlilerin hayatında oynadığı merkezi rol nedeniyle- Unesco tarafından Edebiyat Şehri ilan edildi.
Reykjavík Cinayetleri
Bu gelişmelere rağmen İzlanda edebiyatı -özellikle dil bariyeri nedeniyle- dış dünyaya fazla açılamıyor. Türkçeye yapılmış çeviriler de çok az. Yakın zamana kadar 1955 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Halldór Laxness’in “Salka Valka”sı dışında İzlanda edebiyatından hiç bir kitapla karşılaşmamıştım. Tesadüfe bakın, 2005 yılında okuduğum ikinci İzlanda romanı “Sırlar Şehri” yine Arnaldur Indridason’a aitti. İzlanda edebiyatından Türkçeye çevrilen –bildiğim- son roman ismi ise Sjón’un “Mavi Tilki”si. 2011’de yayımlanmıştı. Hepsi bu kadar işte… Umarım Arnaldur Indridason’un “Reykjavík Cinayetleri” serisi bir çekim yaratır ve İzlanda edebiyatının çağdaş yazarlarıyla daha sık karşılaşırız. Ve umarım “Reykjavík Cinayetleri” bir dahaki sefere doğru bir sıralama izler. Evet, Indridason romanlarının yayımlanması doğru bir tercih ama sıralaması yanlış; 2005 yılındaki ilk Indridason çevirisi –“Sırlar Şehri”- serinin üçüncü kitabıydı. “Sesler”se altıncı kitap. Her ne kadar serinin içindeki her kitabın bağımsız bir hikayesi olsa bile, “Reykjavík Cinayetleri” Dedektif Elmander’in hayatı etrafında kurgulanan bir bütünlüğe de sahip. Daha önce de sözünü etmiştim; İskandinav polisiyelerinde gerilim ve muamma kadar insani dramların da önemli bir ağırlığı var. İşte bu nedenle “Reykjavík Cinayetleri”nin doğru bir sıralamayla çevrilmesi okuyucunun seriyle kuracağı ilişki açısından önemlidir.
“Reykjavík Cinayetleri”nin yazarı Arnaldur Indridason 1961 doğumlu. Üniversitede tarih eğitimi almış, bir süre gazetecilik ve film eleştirmenliği yaptıktan sonra 1997 yılında “Sons of Dust” ile başlattığı “Reykjavík Cinayetleri” -ya da Dedektif Erlendur- serisini yaklaşık her yıl bir tane ekleyerek on ikiye çıkarmış. Bu seri dışında üç romanı daha bulunuyor. Kısa zamanda büyük ilgi gören romanlarıyla 2000’li yıllarda pek çok önemli ödüller kazanan ve pek çok dile çevrilen Indridason, bugün İzlanda’nın en başarılı polisiye yazarı olarak gösteriliyor.
İzlanda gibi küçük ve sakin bir ülke suç ve cinayet romanları yazmak için zengin bir ilham kaynağı sayılmaz. Diğer İskandinav ülkeleri için de geçerli bu söylediğim. Buna rağmen İskadinav polisiyeleri –üstelik gözlerini bilhassa kendi toplumlarına çevirdikleri halde- inandırıcılıklarını koruyor ve yayımlandıkları bütün ülkelerde okuyucu buluyorlar. Bu durum “ben İzlandalı bir perpektiften İzlandalı okuyucu için yazıyorum” diyen Indridason’u bile şaşırtmış. Oysa İskandinav polisiyelerinin başarısı tam da buradan; yerelle kurdukları sahici ilişkiden kaynaklanıyor. “Heyecan verici” cinayetlerin/suçların seyrek işlendiği bir coğrafyada hayali gerilimler üretmeye çalışmıyor, bunun yerine suçtan ziyade insanı ve toplumu araştırıyorlar. Unutmamak gerekir ki suç kurgusu suçtan çok daha derin meselelere açılma potansiyeli taşır. Indridason roman kişilerinin insani yanlarını gözeten, suçun ardındaki nedenleri tarihsel/toplumsal bir perspektifle didikleyen bir yazar olarak bu potansiyelden bolca yararlanmış. Özellikle de dedektif Erlendur Sveinsson tiplemesini yaratırken…
“Yalnız Kovboy” klişesi
Açıkçası böyle bir tip yaratmak için bolca esin kaynağı var İskandinav polisiye geleneğinde. Mesela Kuzey polisiyelerini başlatan efsanevi İsveçli ikili Maj Sjöwall- Per Wahlöö’nün Martin Beck’i, Henning Mankell’in Kurt Wallander’i, Karin Fossum’un Müfettiş Sejer’i, Aka Edwardson’ Erik Winter’ı… Hepsi de gündelik hayatı sürdürmekte zorlanan, meslektaşlayla bile iletişim kurmakta zorlanan, melankolik ve “yalnız kovboylar”… Avrupa polisiyelerinde, Amerikan özel dedektiflerinde de sıkça rastladığımız bu kişilik özellikleriyle Erlendur’u biraz “klişe” buldum. Ancak edebiyattan sürekli “orijinallik” beklenmemeli. Klişeler ve kalıplar -iyi bir hikayede- yerli yerinde kullanıldığı takdirde hiç de rahatsız edici olmuyor. “Reykjavík Cinayetleri” serisi Dedektif Erlendur ile birlikte İskandinav polisiye geleneğinin başarılı bir mirasçısı.
Erlendur Sveinsson 50’li yaşlarında. Yukarıda saydığım bütün kişilik özelliklerine sahip. Onlara ilaveten, yıllardır görmediği uyuşturucu bağımlısı kızıyla yeni bir sayfa açmak, deyim yerindeyse “günah çıkarmak” gayreti içinde. Yalnız gecelerini şiir kitapları ve İzlanda “saga”ları okuyarak geçiren, rüyalarından çocukluğuna ait kabuslarla uyanan, ekonomik krizle toplumsal çöküntü ve suç arasındaki ilişkiyi tiksinerek izleyen Erlendur, bu kez bir otelde tam da Noel arifesinde işlenen cinayeti aydınlatmaya çalışacak.
Öldürülen otelin kadrolu Noel Baba’sı Gulli. Soruşturma ilerledikçe Gulli’nin çok eskiden bir koroda çocuk yıldız olduğu, yaptığı plakların şimdilerde koleksiyoncular tarafından rağbet bulduğu anlaşılır. Aynı sıralarda Erlendur’un yardımcısı Elinborg çok kötü dövülmüş bir çocukla ilgili başka bir soruşturma yürütmektedir.
Yüzeyde cinayetin, derinlerde İzlanda’nın sorgulandığı soruşturmalarla “Sesler” aksiyonu yüksek, hızlı ve kanlı polisiyelerden, gözü dönmüş seri katillerden hoşlanan okuyuculara hitap eden türde bir roman değil. Indridason insan odaklı gerilimini ağır ağır ama ustalıkla tırmandırmış. Her iki vakanın dramatik yanı ve psikolojik tahlilleri kriminal yanından çok daha yoğun.
Soruşturmalar ilerleyip derinleştikçe dedektiflerin merceğinden İzlanda toplumunun röntgenini çekiyor Indridason; kuşak çatışması, baba-oğul ilişkileri, aile içi şiddet, kırdan kente göç, yoksullaşma, madde bağımlılığındaki artış, fuhuş, çocuk tacizleri…
Erlandur cinayeti çözmek için kişilerin geçmişlerine eğilirken kendi geçmişi de her an yanı başında. Polisiyelerde pek rastlanılmayan “flash-back”lerle okuyucuyu detektifin çocukluğuna götüren yazar, Erlendur’un belleğinde dolaşırken hikayesinin edebi ve dramatik yoğunluğunu arttırma fırsatını kaçırmamış;.
“Oda soğuktu. Erlendur camdan bakıyor, kendi yansımasından başka bir şey göremiyordu. Bu adama uzun zamandır dikkatle bakmamıştı ve karanlıkta, ihtiyarladığını daha iyi görüyordu. Cennetin kapıları açılmış ve cennet tozları dünyaya saçılıyormuş gibi düşen kar taneleri, yere temkinli bir yavaşlıkla iniyordu. Ansızın aklına küçük bir şiir kitabı, Hölderlin’in olağanüstü zarif şiir çevirileri geldi. Sayfaları aklında birbiri ardına çevirdikten sonra, pencereden ona bakan adamı çok iyi anlattığını düşündüğü bir dizede kaldı; Duvarlar sessiz ve soğuk; rüzgârgülleri esintide pır pır dönerken…”
“Sesler” geleneksel İzlanda sagalarının hüzünlü sesini İzlanda edebiyatının modern zamanlarına taşıyor.
![]()
|
- Mary Shelley’in Yaratığı - 4 Şubat 2018
- Jules Verne’in Fantastik Dünyası - 28 Kasım 2017
- Dorian Gray’in Portresi; Yazarını Yok Eden Roman - 19 Ekim 2017