
Shirley Jackson anlatmak istediği şeylerin birinci derecede mağduruydu. Bu yüzden çok anlatmak istedi ve çok iyi anlattı. Biz Hep Şatoda Yaşadık romanını mutlaka alın, mutlaka…
Shirley Jackson’ın insan ruhunun tekinsizliği üzerine nasıl bu kadar güzel yazabildiğini düşünüyorum birkaç gündür. İnsan ruhunun dolaştığı ve bir türlü terk etmek istemediği o karanlık tarafı etkileyici ve merak uyandırıcı bir şekilde anlatıyor olmasını onun çok güçlü gözlem gücüne dayandırabilir miyiz sadece? Sanmıyorum. Shirley Jackson’daki o çok güçlü taraf kendi içindeki o karanlık noktalardı. Karanlık kuyulardı. Sadece bu muydu peki? Cevabı bulmuş mu oldum? Hayır. Jackson bir şeyi çok iyi biliyordu. Kendi içinde bulunan bu karanlık kuyunun aynısından her insanda olduğu gerçeği. Hem de en az bir tane olmak kaydıyla.
Siren Yayınları tarafından yayımlanan Shirley Jackson kitabı Biz Hep Şatoda Yaşadık yazarın ölmeden önce yayımlanan son kitabı. Son kitabı ve Jackson romanlarına, hikayelerine, öykülerine baktığımızda külliyatının en önemli eseri. (Bir de Piyango isimli kısa öyküsü var ki üzerine ayrıca yazı yazılması gerekir.)
“Adım Mary Katherine Blackwood”
Roman böyle başlıyor. Ve başlar başlamaz romanın baş karakteriyle tanışıyoruz. Üstelik kendi ağzından. Kendi ile ilgili bize ne anlatacak acaba? Birinci tekil şahıs “Ben” üzerinden yazılan tüm edebiyat eserlerinde başlı başına bir risk, bir tekinsizlik hali yok mudur zaten? Ne dersiniz? Sadece adını söyleyerek başlıyor olmasının basitliğindeki tekinsizlik okuyucunun merakını cezbederek, okuyucuyu hikayenin içine çekmek için yetiyor.
“On sekiz yaşındayım ve ablam Constance ile yaşıyorum. Azıcık şanslı olsaydım dünyaya kurt adam olarak geleceğimi düşünmüşümdür hep, çünkü her iki elimin orta ve yüzük parmağı aynı uzunlukta, ne var ki kendimi olduğum gibi kabullenmek zorunda kaldım. Yıkanmayı, köpekleri ve gürültüyü sevmiyorum. Ablam Constance’ı, Richard Plntagenet’i ve köygöçüren mantarı Amanita phalloides’i seviyorum. Ailemdeki diğer herkes öldü.”
Altı yıl önce gerçekleşen aile faciasından sağ çıkan Mary Katherine; herkesin ona hitap ettiği şekliyle Merricat, abla Contstance ve Julian Amca birlikte yaşamaktadırlar. Evleri kasabaya uzak, kasabadan izole olmuş bir yerdedir. Mericat ailenin kasaba merkezine inerek alış verişini yapan, kasabanın kütüphanesinden kitap alıp okuduklarını bırakan, tüm işleri bittikten sonra da Stella’nın yanına uğrayıp bir şeyler içerken laflayarak ailenin dışardaki varlığını temsil etmektedir. Abla Constance ev düzenini sağlamaktadır. Dış dünyayla bağlantısı Merricat’tir. Amca Julian ise mahkum olduğu tekerlekli sandalyede günlerini geçirmekte, kendisini sakat bırakan aile faciası ile ilgili bir kitap yazmaktadır.
Aile faciasının ne olduğu tam olarak anlatılmasa da, kasabalıların Blackwood’ları sevmeme sebebi çok öncelere dayanmaktadır. Buna rağmen Blackwood’lar kendi içlerinde mutlu yaşamaktadırlar. İki kardeş birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdır. Merricat kasabaya her indiğinde maruz kaldığı şeyleri çok güçlü bir şekilde göğüslemektedir. Abla Constance dışarıdan tek tük de olsa gelen ziyaretçilerin ‘arada sırada dışarı çık sözlerine aldırmaksızın, düzenini bozmadan yaşamaya devam etmektedir. Kız kardeşlerin hayatında her şey olması gerektiği gibidir. Birbirlerine yetmektedirler.
Fakat kendi kurdukları dünya içerisinde mutlu yaşayan bu insanların hayatı kuzen Charles’in gelmesiyle gerilimli bir hal alır. Zaten gerilim vardır elbet kuzen Charles ortaya çıkmadan önce de. Hatta romanın henüz 11. Sayfasında Merricat şöyle der:
“Kasabalılar bizden hep nefret etmiştir.”
Bu keskin yargı Merricat tarafından romanın 11. Sayfasında yapılmış ve hikayenin gerginliği gayet net bir şekilde okuyucuya yansıtılmış. Hikaye gayet basit bir şekilde başlamış olsa da öyle gitmeyeceği aşikardır artık. Fakat Shirley Jackson trajediden çok önce de Blackwood’ları sevmeyen kasabalılara ve kasabalıları hep bir tehdit olarak gören Blackwood’lara rağmen hikayeyi gayet normal bir alandan akıtmaya devam eder. Böylesine bir gerginlik, tedirginlik ve tekinsizlik ortamında Jackson’ın bunu yapıyor olması ustalıktır ve hikayenin asıl gerilim unsurudur hiç şüphesiz. Bir şey olacaktır çünkü. Kuzen Charles’ın gelmesi bir şeylerin olma noktasına doğru yolculuğun somutlaşmaya başlamasına sebep olur sadece.
Biz Hep Şatoda Yaşadık, gotik unsurlar kullanılarak yazılmış bir roman. Gotik unsurlar kullanılmasına rağmen Shirley Jackson kendi unsurlarını, anlatım biçimini, dilini, gerginliğini katarak yazıyor tüm hikayeyi baştan sona. Gotik deyince aklımıza gelen romana da ismini veren bir şato yok mesela ortada. Blackwood’ların yaşadığı ev kasabanın dışında, geniş bir arazinin ortasına yerleştirilmiş bildiğimiz evlerden biri. Jackson arazinin ortasına (hikayenin ortasına da diyebiliriz) gotik unsurlarda olduğu gibi bir şato oturtmak yerine, kasabalıların Blackwood’lara bakışını bir şato gibi romanın ana unsuru yapmakta bir sakınca görmüyor.
Ya da gerilim romanlarında görmeye alışık olduğumuz gerilimi yaratacak olan bir karakter yaratıp, her şeyi onun etrafında toplayıp, döndürerek bir gerilim romanı yazmayı tercih etmiyor. Merricat karakteri gerilimli, stresli bir karakter gibi gözükse de Merricat’in o stresli, gerilimli halleri okuyucuyu onu sevme ve onunla empati kurma yönünde bir eğilime yönlendiriyor. Bu da bir ustalıktır. Shirley Jackson’un gotik unsurlardan kopmayarak kendi özgün düşüncesini sahiplenerek biz ve ötekiler çatışmasını ana merkeze çekip bir hikayeyi yaratıyor olması kendisinden sonra gerilim romanları yazacak olanlara emsal teşkil edecek türde olmasına sebebiyet vermiştir.
Shirley Jackson okuyucuyu hiç tahmin edilemeyecek köşelere yatırıyor diyebilir miyiz? Hayır. Bunu yapmak isteseydi gotik unsurlara bağlı kalır birkaç afili hareketle iyi bir hikaye yazmak yerine çok çok daha popüler olacak bir hikaye yazabilirdi. Jackson anlatmak istedi. Gayet normal yaşayan ve normal bir halde, kendi içlerinde mutlu insanların nelere maruz kaldığını, ne tür zorluklardan geçtiklerini, karşılıklı çatışmalarını, en önemlisi de kendi içlerindeki çatışmaları en iyi şekilde anlatmak oldu asıl amacı. Anlattı da. Çünkü;
1916 da San Francisco da doğan Shirley Jackson küçük bir Kaliforniya kasabasında büyüdü. Yahudi kökenli bir ailede büyümüş olması onun ‘öteki’ olması için en geçerli sebeplerden biriydi. Dışarıda kalma, çatışma, dışlanma sosyal etkenleriyle büyüdü. Çünkü Shirley Jackson anlatmak istediği şeylerin birinci derecede mağduruydu. Bu yüzden çok anlatmak istedi ve çok iyi anlattı. Biz Hep Şatoda Yaşadık romanını mutlaka alın, mutlaka…
![]()
|
- TOPRAKTA BÜYÜR, TOPRAKTA YAŞAR, TOPRAKTA ÖLÜR İNSAN - 9 Ağustos 2021
- NE TAM OLARAK SUYA, NE DE TAM OLARAK GÖKYÜZÜNE AİT: SAKARMEKE - 8 Temmuz 2021
- YÜRÜMEMİŞ İLİŞKİLERİN, HAYAL KIRIKLIKLARININ, VAZGEÇİŞLERİN VE KABULENMELERİN ÖYKÜLERİ - 20 Haziran 2021