Okuru sarsan bir roman; Günden Kalanlar

Kazuo Ishiguro’nun anlatımını anılara dayandırması Günden Kalanlar’a pek çok kapıyı açmış diye düşünüyorum.

“Hayat, insanın yaşadığı değildir; aslolan hatırladığı  ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır.”
Gabriel Garcia  Marquez/Anlatmak  İçin Yaşamak

Kazuo Ishiguro’nun 1989’da yayımlanan Günden Kalanlar adlı romanı altı günlük bir yolculuk hikayesi. Ana karakter Stevens, bu altı günde, İngiltere’nin güneybatı kıyılarına ve geçmişine uzanıyor. Yolculuğu esnasında hem onun kişisel tarihini öğreniyoruz hem de o sırada dünyada olup bitenleri.

Roman Darlington Malikhanesi’nin tanıtıldığı öndeyişle başlıyor. Kalan yedi bölüm Stevens’ın yolculuğunun duraklarını anlatıyor.

Başuşak Stevens, malikanenin yeni sahibi Amerikalı Bay Farraday’ın arabasıyla geziye çıkmaya karar verdiğinde yıl 1956’dır. Biz, onu mektubuyla bu geziye ikna eden Bayan Kenton’un kim olduğunu anlamaya çalışırken bir yandan da İngiliz aristokratıyla pragmatik Amerikalının olaylar karşısındaki farklı tutumlarını görme şansı buluruz. Çünkü malikanenin eski sahibi Kont Darlington’dur. Stevens bu gezi sayesinde hem birçok yer görecek hem de dört kişilik ekiple işleri yürütmeye çalışırken oluşan boşluğu eski kahya Bayan Kenton’la doldurmaya çalışacaktır. Romanı okudukça anlarız ki aslında dolmayı bekleyen boşluk onun hayatındadır.

Versailles Antlaşması’nın Almanya için ezici şartlar getirdiğini düşünen Kont Darlington bunları hafifletmek için evinde toplantılar düzenler. Bu gizli toplantılara Almanya’dan, Amerika’dan, Fransa’dan temsilciler katılır. Zamanla bu toplantıların konukları arasında Mussoli’nin kurduğu faşist Kara Gömlekliler’in ve Hitler Almanya’sının temsilcileri yer alır. 2. Dünya Savaşı ile birlikte İngiltere‘de Kont Darlington’a karşı tepkiler büyür. Bu süreç içinde Stevens, Darlington’a kusursuz bir biçimde hizmet etmeyi sürdürmüştür.

Okuyucuyu derinden etkileyeceğini düşündüğüm duyguların, hayal kırıklıklarının hiçbir cümlede açıkca söylenmediği bu romanın dilini çok sevdim, çeviri de ustaca yapılmıştı. Yazarın anlatımını anılara dayandırması Günden Kalanlar’a pek çok kapıyı açmış diye düşünüyorum. Ishiguro olayları Stevens’ın  gözünden ayrıntılandırarak anlatmış roman boyunca. Bu, okuyucunun hayal gücüne sekte vurabilirdi. Fakat anıların söz konusu olması, kimi yerlerde, Stevens’in tereddütlerinin ortaya çıkmasını sağlıyor. Böylece hem okuyucunun hayal gücü devreye girebiliyor hem de Stevens görmezden gelmeye çalıştığı duygularının üzerini örtebiliyor.

Anılara dayalı anlatımın sağladığı bir başka olanaksa zamanda sıçramalar yapılabilmesi. Böylelikle geçmiş ve yaşanan beraberce önümüze seriliyor. Romandaki geriye sıçramalar dairesel bir zamanı düşündürüyor. Stevens, arkasına baktığında yirmi yıl boyunca yaşadıkları düz bir çizgi gibi gözünde canlanmıyor. Büyük boşlukların arasında onu derinden etkileyen olaylar var. Bunlar, onun bugün hissettiklerine kaynaklık ediyor; bugünüyle birleşiyor. Stevens’ın roman boyunca hatırladıkları ve anlattıkları onu “Stevens” yapanlardır.

Bir anlamda hayatına sahip çıkamayan, olanları görmezden gelen ve bu haliyle kötülüğün bir parçası olan günümüz insanının bir temsili olarak görebileceğimiz Başuşak Stevens’ın trajik yaşamı epey etkileyici geldi bana. Trajik, diyorum;çünkü onun yaşamında değer verdiği iki şeyin çatışması söz konusu. Birincisi vakur bir başuşak olma arzusu, ikincisi ise arzu nesnesi olarak Bayan Kenton. Birincisi ikincisini görmezden gelmesine hatta bu arzuyu  yok etmeye çalışmasına yol açıyor. Hatta vakur bir başuşak olma arzusunun karşı tarafına bütün bir hayatı; sevinçleri, kederleri, hata yapabilme hakkını, aşkı, baba sevgisini koymak mümkün. Bütün bunlara gözünü kapayabilmek için ışık sızdırmaz kalın bir maske takmış  Stevens. O maskeye ne kadar tutunursa o kadar “vakur” olduğunu düşünüyor.  Çünkü o, Baba Bay Stevens’ın oğludur.

Sona gelmeden önce Stevens kendi gerçeğini iki yerde ele veriyor: ilki babası öldüğünde, ikincisi Bayan Kenton’un evleneceği kesinleştiğinde. İki durumda da çevresindekiler onun kendisini çok kötü hissettiğini fark ediyor. Çünkü beden yalan söyleyemiyor. Yani “ölü kaplan”dan – Stevens’ın babasının anlattığı, vakur başauşak olmanın sırrını ifşa eden hikaye-  geriye hiçbir iz kalmasın diye uğraşsa da ölü bir babadan, kaybedilen bir sevgiliden geriye kalanlar bedeninden taşıyor.

Peki, Başuşak Stevens’ta bir bağ arayışı yok mu? Onun hizmet ettiği Lord Darlington’a bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bu bağlılık kişisel bir sevgi bağında olduğu gibi içini kuşatan ve onu dış dünyadan ayıran bir şey değil. Aksine Stevens, dünya tekerleğinin ortasında o çarkı döndürenlerin arasında olmak, onlara kusursuz bir hizmet sunmak istiyor. Bu arada dünya sevgisiyle –sözüm ona- dünya barışına hizmet ettiğini düşünüyor. Oysa  Lord Darlington’a hizmetiyle kötülüğe bir şekilde bulaşıyor. Biz de arka planda 1919’dan sonrasının siyasi gidişini, Hitler Almanya’sının ilişkilerini görme imkanını buluyoruz.

Sonuçta geçmişe dönüp bakarak bugününü anlamaya çalışan Başuşak Stevens var karşımızda. Geçmişteki yaşam olasılıklarının belki de en kötüsünü seçmiş, arzularını tanımayarak mutluluğu ıskalamış, yaşamının sorumluluğunu alamamış olan Başuşak Stevens. “Oysa akşam günün en güzel zamanı olmalıydı.” Günün sonuna doğru yapabileceği tek şey –öyle de yapmıştır zaten- kendi gerçeğini kabul etmesiydi.

Tadımlık :

Mahzende istenen şişenin yerini bulmak ve konuklara sunulması için gerekli hazırlıkları yapmak çok zaman almadı. Bayan Kenton’la karşılaşmamızdan yalnızca birkaç dakika sonra, yukarı çıkmak üzere yeniden koridordan geçiyordum, bu kez elimde bir tepsiyle. Bayan Kenton’un kapısına yaklaştığımda kapının kenarlarından sızan ışıktan hâlâ içerde olduğunu anladım. İşte o anda belleğime çakılıp kalmış olan, artık eminim; koridorun boşluğunda elimde tepsiyle kalakalmıştım. Bayan Kenton’un tam o anda, yalnızca birkaç adım ötemde, o kapının ardında ağlıyor olduğu yolundaki inancım gittikçe güçleniyordu.  Anımsadığım  kadarıyla bu duyguyu açıklayacak somut hiçbir şey yoktu ortada; hıçkırık falan duymamıştım elbette. Yine de kapıyı çalıp girecek olsam onu gözyaşları içinde bulacağımdan kesinlikle emindim.  Orada ne kadar dikilip durdum bilmiyorum; o anda epey bir süre gibi gelmişti bana, ama aslında yalnızca birkaç saniyelik bir şeydi herhalde. Ülkenin en seçkin beyefendilerinden olan konuklara hizmet etmek  için yukarı koşmam gerekirken gereksiz yere oyalanmış olabileceğimi hiç sanmıyorum.

… Ama sonra, öylece beklerken, bu kederin yerini tuhaf bir şey almaya başladı; içimde derin bir zafer duygusu yükseliyordu. O sırada bu duyguyu ne dereceye kadar çözümlediğimi anımsayamıyorum, ama bugün geriye dönüp baktığımda anlaşılması o kadar da güç görünmüyor. Ne de olsa son derece zorlu bir akşamdan çıkmıştım, ‘konumuma yaraşır vakarı’ elden bırakmadığım bir akşam.”

  • Günden Kalanlar
  • Yazar: Kazuo Ishiguro
  • Çeviri: Şebnem Susam-Saraeva
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: 6. Baskı / Aralık 2017
  • Sayfa Sayısı: 208 Sayfa
  • Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Nalan Arman
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Iskalanmaması Gereken 6 Polisiye Roman

Read Next

Yazım Kılavuzu’ndan Yeni Bir Atölye

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *