Hayat hızla akarken insanın artık görünmediği düşünülen anlamlandırma çabasını gün yüzüne çıkarmak için çabalayan biri Olga Tokarczuk. Hikayeler de akıyor hayat gibi ama “zorunlu olan” arka planda kalmalı çünkü çelişkileri, iyiyi, kötüyü, soruları, nezaketi, duyguları, hassasiyeti barındıran o değil; tüm bunları kendinde var eden “insan”.
Olga Tokarczuk ve onun Türkiye’deki sesi Çevirmen Neşe Taluy Yüce ile tanışmam, “Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde” adlı eserle oldu. Eseri okurken eserden esinlenilen filmi daha önce izlediğimi fark edip kitaba daha çok sarılmıştım, şaşırmıştım. Sonra Çevirmen Neşe Taluy Yüce’nin, Olga Tokarczuk’un kitaplarını çevirirken nasıl büyük bir titizlikle çalıştığını bir podcastte kendinden dinledim. Yaptığı işten öte bir okur olarak vurulmuştu Olga’nın hikayelerine sanki. Birazdan bahsedeceğim “Son Hikayeler”e başlarken motivasyonumun sağlamlığını öncelikle böyle hatırlatmak istedim kendime.
“Son Hikayeler” Olga Tokarczuk’un şimdilik son kitabı. Yine Timaş Yayınları tarafından okura sunuldu 2021’de. Hikayeye girmeden önce üç kadın hikayesi okuyacağımı biliyordum. (Kitaplar hakkında önceden bilgi edinmeyi seviyorum, iyi mi kötü mü; emin değilim ama sağlam ipuçları olmadan ne okuyacağımı öğrenmek okuma mesaimde bana yardımcı oluyor.) Bu beni heyecanlandırdı çünkü Olga’nın dünyaya bakışıyla, yaşamı okuyuşuyla “kadın”ı anlatması benim için çok önemli bir meseleydi: Ida, Paraskeva ve Maja.
Gizemli bir kazayla başlayan sisli, karanlık bir hikaye sarıyor önce okuru. Ida’nın öyküsü bu. Ida bir kaza sonrasında yolunu kaybedip bir eve sığınıyor, Olga ve Stefan adlarındaki yaşlı bir çiftin evine. “Bu evi o karanlıkta nasıl buldu, neden bir türlü o evden çıkamadı, yaşlı çift neden o kadar garip davranıyor?” gibi türlü sorularla zihnimiz meşgulken bir yandan Ida’nın hayatını dinliyoruz ondan. Onun sorgulamalarını, pişmanlıklarını, içinde kalanları… Eski kocası Nikolin’le on sekiz yıllık birlikteliklerini düşünürken şöyle söylüyor Ida:
İnsanlar birbirlerinden farklı olduklarını anlamak için beraber olurlar yalnızca. Ne kadar farklılarsa o kadar uzun bir arada kalırlar. Sanki yaşam onlarda olmayan her şeyi onlara göstermek istermiş gibi.
Ida’nın aklına, evlerine sığındığı çifti izlerken “aşk”a dair cümleler geliyor. Olga Tokarczuk böyle anlarda, akışın dışındaki anlarda, sanki öne atılıp şairaneliğini konuşturup gidiyor. Hikayelerin özneleri öyle şiirsel bir gündelik dil kuruyor ki gerçekten böyle bir gündelik dil mümkün olur mu, sorusunu sormadan edemiyorum. Bunun hayalini kurdum hatta. İletişim dediğimiz şey zaten muazzam kıvrımlarla, büyülü dönemeçlerle doluyken bir de Olga Tokarczuk karakterleri gibi anlatabilsek aklımızdakini, kalbimizdekini; kim bilir neler neler dile gelirdi?
Yazarın, derdi olan meselelerden bir başkası da “doğa”. Onun, doğaya ekolojik kaygılarla yaklaştığını önceki kitaplarında da görecektir okuyucu. Bu kez Olga ve Stefan’ın köpekleri Ina ile doğayı kucaklıyor yazar. Bir insan ve bir hayvan ölümünü ayrıştırmıyor. Ölürken, öldükten sonra, ölmeden önce acı çekerken bir insanın bir hayvandan daha farklı ve daha önemli olduğunu düşünmüyor. Ina’yı ince ince tasvir ediyor. Onun son anlarını… Bir insana bahşedilecek son anın her detayını Ina için okuyoruz; sonra durup bir cana gösterilen ilgi, saygı ve nezaketin güzelliğine sığınıyoruz:
Bedenin hafızası var. Bedenin her bir parçası, koşuları, gezileri, avları hatırlıyor; neşeyi, oyunları, atlayıp zıplamaları hatırlıyor. Yağmurlu, fırtınalı günleri, kaçmaları ve kovalamaları, ayrılmaları, kavuşmaları.
Ina’nın ölümüyle birlikte “ölmek” ve “yaşlılık” kavramları da yazarın üzerinde durduğu bir tahterevalli adeta. Bir ona bir ona biniyor. Bazen Paraskeva ve yaşlı çift üzerinden yaşlılığa bazen de illaki ölüme değiniyor. Anne ve babasının hiçbir zaman birbirleriyle uyumlanamadığını düşünen Ida, Paraskeva’nın hikayesini başlatıyor.
Hayat hızla akarken insanın artık görünmediği düşünülen anlamlandırma çabasını gün yüzüne çıkarmak için çabalayan biri Olga Tokarczuk. Hikayeler de akıyor hayat gibi ama “zorunlu olan” arka planda kalmalı çünkü çelişkileri, iyiyi, kötüyü, soruları, nezaketi, duyguları, hassasiyeti barındıran o değil; tüm bunları kendinde var eden “insan”. Onun içine ve dışına yönelimi gündelik hayatın herhangi bir rutininde gerçekleşebilir. Rutini, zorunlu olanı, anlamın içini oyanı oyun dışı bırakmak beni Olga Tokarczuk eserlerine çeken en sevdiğim yanlardan biri.
“Son Hikayeler” okuyup Olga ile tanışmanız için yolunda giden her şeye çomak sokan bir bölümle bitirmek istiyorum. Yolunda giden her şey, belki de hakkında hiç soru sormadığımız için yolundadır. Kim bilir?
İnsanlar birbirlerine bakmıyorlar, görmemiş gibi davranıyorlar birbirlerini. Tramvaylarda yanındakilerle iti kakış gidiyor, sonra bakışlarını çeviriyorlar, hep kızgın, donmuş, aceleyle yamaçlarda bir yerde bulunan evlerine koşuyorlar. Bastırılmış saldırganlıkları hareketlerini yavaşlatıyor, öyle ki ilk bakışta çok sakin görünüyorlar ama bu çok aldatıcı bir görünüm. Çünkü aslında gizleniyorlar ve her an savaşa hazırlar.
- Son Hikayeler
- Yazar: Olga Tokarczuk
- Çeviri: Neşe Taluy Yüce
- Türü: Roman
- Baskı Yılı: 2021
- Sayfa Sayısı: 272 Sayfa
- Yayınevi: Timaş Yayınları
- Rüyaların Hayallere Çıkan Yolu - 7 Haziran 2022
- Görünenin Ötesi - 20 Nisan 2022
- Uzaydan Yeryüzüne Uzanan Bir Kedi Hikayesi - 23 Mart 2022
FACEBOOK YORUMLARI