Onları Okudum, Onları Tanıdım

Hüseyin Yurttaş’ın kitabının kapağında ünlü yazarların fotoğrafları dikkat çekiyor. Birçok dost şairle, birçok yazarla yaşanan arkadaşlıkları, anıları anlatan bir kitap bu.

Çoktanrılı dönemde, insanlar tanrıların hikayelerini ne çok merak ederdi. Onların çatışmalarını, aşklarını, serüvenlerini nasıl da birbirlerine anlatıp dururlardı! İletişimin kolaylaştığı sonraki dönemlerde, bilindiği gibi, bu ilgi soyluların hayatına ve sosyete dünyasına yöneldi. Kitle iletişiminin geliştiği ve hızlandığı son bir iki yüzyıldır ise, en çok ünlü sanatçıların ve sporcuların yapıp ettikleri izlenir oldu.

onları tanıdım

Geçim derdiyle boğuşan, çevresinde değer verilen biri haline gelmek için uğraşan insanların ilgisini çeken nedir ki, gözlerini başka dünyalardan ayıramazlar? Zor bir hayat yaşadıkları kendi dünyalarında onca belirleyici konuyu ihmal ederek neden başka göklerin yıldızlarına hayranlıkla bakıp dururlar?

Belki de bunun açıklaması, zor bir hayata ara vermek isteğidir. İnsanın içinde yaşadığı dünya, içinde yaşattığı dünyadan öylesine farklı olunca, ara sıra yaşadığı dünyanın dışına çıkmak gereksinimi duyuyordur. Yani “magazin” denen şey aslında bir ilgi değildir, daha çok, bir ilgisizliktir; hayata dair bir ilgisizlik.

Bu ilgisizlik, genellikle konular veya düşünceler değil de kişiler üzerinde durmakla kendini gösteriyor. Ünlülerle ilgili “haberleri” izleyen insanlar, elbette kendi çevresinde de kimin ne yaptığına aynı gözlerle bakıyor. Apartmandaki bir komşunun işlerini, akrabalardan birinin ilişkisini, işyerindeki arkadaşlarının nasıl davrandığını pek merak ediyorlar.

GERÇEKLERDEN KAÇMAK İÇİN MAGAZİN

En çok ünlülere yönelik ilgide, mahalle dedikodularında, şirketlerdeki söylentilerde kendini gösterse de magazinsellik sadece kişisel konularda ortaya çıkmıyor. Aşk, isyan, varoluş gibi en temel konulara bile magazinsel yaklaşılabiliyor. Bir meseleyi gerçek bağlamından koparıp ele alınca köşe yazısı, siyaset, kitap, her şey magazinselleşiyor. Demek ki magazinsellik, hangi konuyla ilgilenildiğine bağlı olarak değil, konuyla nasıl ilgilenildiğine bağlı olarak ortaya çıkıyor.

Son yıllardaki yazı ve kitap enflasyonu da edebiyat alanındaki magazin eğilimiyle ilişkili olsa gerek. Kültür sanat ürünleri genel olarak hızla tüketilen birer “boş zaman” malzemesine dönüştü. Medyanın ihtirasla desteklediği popüler kültürün etkisi var elbette bu durumun ortaya çıkmasında. 1980’den beri özenle (aynı zamanda şiddetle) yürütülen muhalefetsiz toplum kurma çalışmalarını da unutmamak gerek.

Memnun olmadıkları dünyayı ve ezici koşulları değiştirmek gibi bir seçeneğin bulunmadığını düşünen insanlar, hayatlarına devam edebilmek için, fırsat buldukça başka bir dünyaya gidip dinlenmeyi, biraz enerji toplayıp geri gelmeyi tercih ediyorlar. Edebiyat okumayı da bu işe yarayan bir uğraş gibi görüyorlar. Hayata dair anlatılara değil de günlük yaşantılarında kendilerini ilgilendirmeyen konulara yöneliyorlar. Daha doğrusu, her türlü konuyu kişiselleştirmeyi, yüzeyselleştirmeyi, fantastik hale getirmeyi onaylıyorlar.

KONU İŞLEMEK

Hüseyin Yurttaş’ın kitabının kapağında ünlü yazarların fotoğrafları dikkat çekiyor. Birçok dost şairle, birçok yazarla yaşanan arkadaşlıkları, anıları anlatan bir kitap bu. Nasıl magazin çağrışımı yapıyor değil mi?

Ama Yurttaş’ın şairliğini tanıyoruz, yazarlığını biliyoruz. Onun gibi biri, herhangi bir arkadaşından söz ederken veya bir kurgu kahramanı anlatırken de mutlaka hayata dair konuları ele alacaktır.

Örneğin, Hasan İzzettin Dinamo ile ilgili sayfalarda, “Hapislerde çürüttüğümüz, sürgünlerde süründürdüğümüz, arkasına sivil polis takıp gece gündüz izlettiğimiz…” gibi bir cümle yazıyor. Ekrem Akurgal’dan “Yamyamların filozofları yemediği bir dünya, düşünen insanlar yetiştirmek isteyen…” diye söz ediyor. Anlattığı her anı, tanıttığı her arkadaşı, sadece bir kişiye veya bir olaya özgü kalmayıp memleketimizden birer aydın manzarası niteliğine ulaşıyor.

Rıfat Ilgaz’ı da öyle anlatıyor. Ilgaz’ın, elinde kalan son değeri, son sıcaklığı, ne varsa onu insanlara, halkına vermek için yaşadığını vurguluyor. Bunu yaparken hem o büyük şairimizin eşsizliğini, kendine özgülüğünü hem de temsil ettiği dünya görüşünü, şairlik anlayışını bir arada algılamanızı sağlıyor. Önceden de bildiğiniz o üç dizede sevecen, dirençli, bilge bir Rıfat Ilgaz’ın devam eden sıcaklığını daha somut hissediyorsunuz:

Elim birine değsin
Isıtayım üşüdüyse
Boşa gitmesin son sıcaklığım!

Başka bir sayfada, Necati Cumalı’nın dizeleri sayesinde, kitaptan yüzünüze bir aydınlık yansıyor. Bütün sevdiğiniz şairlerin, büyük şairlerimizin apak ışığı:

Biz fakirdik, ama iyi insanlardık
Bolluk yıllarında da
Felaket günlerinde de
Seni yanı başımda gördüm
Güzel aydınlık
Tatlı aydınlık

Her fakir iyi insan mıdır, sorusu düşer aklınıza. Ama zenginleşmenin, bazı durumlarda ciddi bir tehlike olduğunu kabul edersiniz. Hak edilmemiş unvanlar, hak edilmemiş yetkiler, kazançlar belki de yozlaşmanın en temel açıklamasıdır, diye düşünürsünüz.

Hüseyin Yurttaş böyle görüşler dile getirmiyor, kapsamlı yorumlar yapmıyor. Anılarını ve izlenimlerini aktarırken bazı düşüncelere sadece değiniyor. Bu açıdan, oldukça mütevazı biçimde ilerliyor kitap. Sözünü ettiği yazarların şairlerin yazınsal analizine girişmeden, pek düşünce açıklamadan, okuru düşünmeye yönlendirmekle yetiniyor. Birkaç yerde, özellikle Can Yücel’le ilgili sayfalarda bu tutumunu değiştiriyor: “Onun şiiri, birçoğumuzun görmediği, görse bile fazla etkilenmediği kimi gündelik olayların ve durumların şimşek yalımı gerçekliğini taşır bize.”

ÇOĞALDIKÇA AZALMASIN DİYE

Bazı yerlerde ise, derin kırgınlıklarını dile getiriyor. Adalet Ağaoğlu’nun “Cumhurbaşkanımız” diyerek Abdullah Gül’den hayranlıkla söz etmesini örnek göstererek, eskiden sevdiği bu yazarla ilgili hayal kırıklığını gizlemiyor. Hilmi Yavuz’dan, Selim İleri’den de benzer bir ses tonuyla söz ediyor: “Onları bu denli sevmiş, onlara bütün varlığıyla inanmış insanları, dostlarını, arkadaşlarını yanıltarak çekip gitmenin bedeli belki de derin bir yalnızlıktır; kim bilir.”

Onca yazarla ilgili anılarını anlatan Yurttaş’ın 1960’lar ve 1970’lerdeki kitabın etkisi hakkında söylediklerini de önemsemek gerek. “Çıkan kitaplar gündem oluşturabiliyor, bugünkü yüz binleri bulan satışları rüyalarında görseler bile, yazarlar, görüşleriyle toplumu ciddi şekilde etkileyebiliyordu.”

Onları Tanıdım, “kitap piyasası”nda bir enflasyon ortamı içinde okuruna ulaşmaya çalışıyor. Magazinselliğin sürekli pompalandığı ve kitapların hayattan kaçışın bir aracına dönüştüğü bu dönemde, kelimelerin anlamını savunan dostları anlatıyor.

 

  • Onları Tanıdım
  • Yazar: Hüseyin Yurttaş
  • Türü: Anılar portreler
  • Sayfa Sayısı: 350 Sayfa
  • Basım Tarihi: 2014
  • Yayınevi: Tekin Yayınevi

Zafer Köse
Latest posts by Zafer Köse (see all)
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Trenler Dolusu Kitap

Read Next

Muhteşem Beyin ve Hakimiyet Alanı

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *

Follow On Instagram