
Orhan Veli kısa yaşamı boyunca deniz’e dönme, gitme, uzaklaşma, ayrılma eylemleri ve eylemsizliği arasındaki kararsızlıklar arasında hep sıkışıp kalmıştır.
Deniz kapısının kilidini dilimiz döndükçe ana-hatlarıyla açalım. Fazla da açılmadan yüzmeye başlayalım. Sanatın dolayısıyla sanatçının kullandığı esin kaynaklarının belki de en başında kulaç farkıyla “deniz” gelir. Sanatçı kendi iç denizinde denize yeni yerler yeni adlar, tatlar ve kıtalar bulur. Çizdiği düş haritalarının denizinde imgeler yüzdürür. Hele de sanatçının doğar doğmaz gözlerine deniz suyu kaçmışsa, işte o zaman yaşamı boyunca denizden kaçamaz. Deniz onun özü, sözü ve gözüdür. Gözlerini denize açmamış, sözlerini denize hiç kapamamış bir yazar olan Vecdi Çıracıoğlu’nun şu sözü aslında buraya kadar yazdıklarımı tek cümle ile anlatıyor.” Deniz tanrıdır sanatçı yaratır”. Bursa doğumlu olan Vecdi Çıracıoğlu’na “ Gemliğe doğru/Denizi göreceksin/Sakın şaşırma” diyelim ve Boğaziçi’ne Beykoz’a doğru kürek çekelim.
Cemal Süreya; Türk şiirine kasket giydirip portakal yediren şairlerin en başında gelen dediği Orhan Veli’de doğduğunda gözünü denize açan ve içine deniz kaçan çocuklardan biridir. Bu çocukların hepsi yaşamları boyunca denizin izini, tuzunu, kokusunu, mavisini, yeşilini, köpüğünü, balığını, çakıltaşlarını, kayığını kendi iç denizlerinde yüzdürürler. “Bir yıl deniz görmesem bir hoş olurum” diyen Orhan Veli’nin bindiği kayıktaki kürek çeken arkadaşlarından biri olan Sabahattin Eyüboğlu, Orhan Veli’nin deniz’e olan “düş”künlüğü için bakın nasıl yürek çekiyor.” Orhan Veli avucunun içindekini bilmez, ama Boğaz’ın içini dışını karış karış, yosun yosun bilirdi. Çocukken bir çifte kürek, bir arkadaş ve bir kaç simitle Beykoz’dan Yeşilköy’e günü birlik gider gelirmiş. Üst tarafını Boğaz’ı bilenler kestirir. Kıçtan yaprak motoruyla gün ışırken yola çıktık mı Orhan Veli rüzgârın çıkmışını çıkacağını, akıntının artmışını artacağını, anaforu kestirmeyi, martıların, ırıpların hangi balık üstüne çalıştıklarını şakacıktan ama hamsi boyu yanılmadan söylerdi. Poyraz’ın ve Lodos’un nerelerde ne suret göstereceğini, hiçbir körfezin adını aramadan, her iskele adına bir ince lezzet katarak anlatırdı. “Veli bey atıyor” derdik; o susar, denizde ne kadar haklı çıkılabilirse o kadar haklı çıkar ve sanat ve dünya işlerinde de olduğu gibi, “Nasılmış!” demezdi. Bizim deniz sevgimiz doğrusu onunkinden çok daha şairane idi. Bizi şaşırtan, coşturan renk, ses, dalga ve balık oyunlarına Orhan Veli, kendinden bir şeymiş gibi, güzel fakat “malum” der gibi bakardı. Sevdiğini en çok belli ettiği şey kürek çekmek, denizde kızdığını gördüğüm tek şey de yağsız kürekti. İncecik ve uzun kollarıyla küreğe geçer geçmez kayık kendine gelir, denizin ritmini bulur, her çekiş bir nefeste söylenen rahat mısralara dönerdi. Kürekler batıp çıkacakları anı ve yeri kılı kılına bilir, kayığın burnu pürüzsüz, takıntısız bir çizginin kayan ucu oluverirdi. İşte o zaman ıskarmozlar sağlam, kayışlar edebince bağlı ve yağlı, kayığın altı yosunsuz, içindekiler de yerli yerinde oldu mu, Orhan Veli pırıl pırıl keyiflenir ve “Biliriz şu kürek çekmesini” derdi”. İşte böyle bir şeydi Orhan Veli’nin denizle olan ilişkisi. Denizi bu kadar yoğun yaşaması elbette deniz imgesinin onun şiirlerinde yazılarında kendisine sıkça yer bulmasına neden olur. Şair dizelerinde yer verdiği gibi rüyalarından da eksik olmaz. ”Gemiler geçer rüyalarımda/Allı pullu gemiler damların üzerinden/Ben zavallı/Ben yıllardır denize hasret”
Bu hasret öyle boyuttadır ki az daha ölümüne bile yol açacaktır Orhan Veli’nin. 1936 yılında Ankara’ya giden şair zaman zaman İstanbul’a kaçıp soluğu deniz kenarında alır. Denize uzanır avuç avuç deniz suyunu alır yüzüne vururdu. Sonrasında çok özlediği İstanbul’u gezmek için Üsküdar’dan motora binerek Beşiktaş’a geçerdi. Yine böyle bir deniz kaçamağı sonrasında Üsküdar’a gelmiş ve Beşiktaş’a gitmek için motora binmiştir. Motor iskeleye yanaşmıştır. Şair bir an önce kıyıya çıkıp, özlediği İstanbul’un sokaklarında dolaşabilmek için, yeterliliğine inandığı bir yakınlığa gelince ahşap iskeleye atlar. Köşeleri iyice aşınmış olan iskeleye önce sol adımını atar ama basmasıyla kendini motor ile iskele arasında bulur. Sol eliyle iskeleye, sağ eliyle motora tutunmuştur. Motordakiler de motorun iskeleye çarpmasını ve şairimiz Orhan Veli’nin arada sıkışmasını önlerler. “…Heeey!/Ne duruyorsun be, at kendini denize;/Geride bekleyenin varmış, aldırma;/Görmüyor musun, her yanında hürriyet;/Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;/Git gidebildiğin yere
Orhan Veli kısa yaşamı boyunca deniz’e dönme, gitme, uzaklaşma, ayrılma eylemleri ve eylemsizliği arasındaki kararsızlıklar arasında hep sıkışıp kalmıştır. Aslında alıp başını gitme, uzaklaşma eylemlerini irdeleyecek olursak onu bu düşüncelere sevk edenin iç denizinde yaşadığı fırtınalar olduğunu görürüz. Yaşadığı her fırtınada kaçış limanı yine “deniz” olmuştur ama bu kaçış yalnızca dizelerdedir.
Orhan Veli’nin bir an bile uzak kalmaya dayanamadığı ve büyük hasretler çektiği denizi, Manisa’da ki bir çocuk daha görmemiştir bile… Orada burada çalıştığı paralarla bir bisiklet almıştır. Ne için denizi görmek için… “Bir arkadaşla bisikletle İzmir’i daha çok da denizi görmeye gidiyoruz. Manisa’nın dışına ilk çıkıyorum. Ortaokulda olacağım. Bisikleti orada burada çalışarak biriktirdiğim paralarla aldım. İzmir’i bütün çocuklar gibi bende merak ediyorum. İzmir demek deniz demek… Denizi ilk kez göreceğim.” Bu Manisalı çocuk gözlerini denize açmamıştır. Şiir kitabına “Galile Denizi” adını koyacak kadar denizi seven ve gözlerini Bodrum’da denize karşı kapatan şairin adı İlhan Berk’tir. İlhan Berk çok uzaklarda bir şair için bir şiir yazar. Şair 701 – 762 yılları arasında yaşayan Çin’in en büyük şairlerinden biri olan Li Po’dur.Li Po yaşamı boyunca orası senin burası benim gezip tozmuştur. Dolayısıyla bir çok kez denizi görmüştür. Şiirlerinde “ay” teması en çok ilgilendiği temaların başında gelir. İlhan Berk’in Li Po için yazdığı şiiri okuyalım. “Koyundu ilkçağda ölçüsü buğdayın, bezin, aletin /Ve altının: /40 gr. Buğday /1 koyun 20 metre bez /2 balta 3 gr. Altın /Altın adtı sonra yerini buğdayın bezin aletin, /Yani ilk dolaşım, /Ve: İlk kağıt para Çin’de görüldü, /Li Po, Çin şairlerinin /en büyüğü /İlk sarsıntı. /O gün yavaş yavaş bıraktı sakalını, bıraktı uzasın
Cemal Süreya Günlükler’in 45. gününde şöyle der “Kimsenin ölümü, Çinli Şair Li Po’nunki kadar güzel olamaz. Li Po sandaldaydı, yeterince içmişti. Hava açıktı. Günaçığı değil de, ayaçığı bir gece.Li po, ayın sudaki görüntüsünü bütünüyle kucaklamak istedi. Bunun için suya sarktı. Kollarını gepgeniş açarak daha da sarktı.”
Adından “Y” harfini atmamış, denizin kenarından hiç ayrılmamış başka bir Süreyya olan üstelik soyadını da Cemal Süreya’nın armağan ettiği Şair Süreyya Berfe ise kayığına Li Po’nun Ay ışığını almasa da, biz onu yalnızca şair olduğu için değil, bir deniz çocuğu olduğu için de yazımıza bindirelim. Ve onun Li Po için yazdığı şiiri okuyalım.
Li-Ta Po’nun/Kayığına almak istediği/Mehtap değil bu/İnanmak zorundayım
Li Po sevdiğinin peşine düşünmeden kendini bırakıp gitmiştir. Orhan Veli ise her seferinde dümeni karaya kırmıştır.
“ Bakakalırım giden geminin ardından/Atamam kendimi denize, dünya güzel/Serde erkeklik var, ağlayamam”
Orhan Veli defalarca sandal ile denize açılır ama hiçbir zaman atlayamaz denize… Yine de ay-nı sularda Li Po ile buluşurlar. Nasıl mı?
“Yatağımın kenarında ayışığında/Toprak kırağı ile örtülü gibi/Başımı kaldırsam parlayan ayı görüyorum/İndirsem uzaktaki memleketimi görüyorum”
Li Po’nun “Sakin Bir Gecenin Düşüncesi” adlı yukarıdaki şiirinin Türkçeye çevirisini yapan Orhan Veli’den başkası değildir.
![]()
|
- Kendi Boşluğunun Ağırlığını Merak Eden Şiirler - 30 Kasım 2018
- Şi Sayılı Şiirler - 13 Mayıs 2018
- Ve Nihat Ziyalan - 28 Mart 2018
FACEBOOK YORUMLARI