Osmanlı Mimarlığı Tarihi kitabı, salt mimari bir tarih anlatımı değil, farklı disiplinlerle Osmanlı’yı göz önüne seren değerli bir araştırma.
“Osmanlıların kendi kendilerine mimar ya da sanatçı olmaya meyilleri yoktur ancak kendi anlayışlarını kendileri için inşaat yapanlara kabul ettirmeyi başarmışlardır.” Bu başarının sadece kaleler ve surlarla sınırlı olmadığı, daha başlangıçta “sivil mimariye” çok önem verildiği açıktır. Osman Gazi ve onun oğlu Orhan Gazi’nin, bir cihan imparatorluğu kurucusu olarak, çadırda yaşayan, göçebe önderleri olduğu düşünüldüğünde, bu mimari başarı çok önemlidir. Çok fazla soruyu ve merakı da peşinden getirmektedir.
Muhatabına ulaşmayacak daha bir sürü soru sıralamak olası. Osmanlı/Cumhuriyet “kavgasında” kavganın muktedir ve hırçın tarafına/taraflarına kimi soruları ulaştırsak da fazla değişen bir şey olmayacaktır aslında. Bu yüzden, muhatabına ulaşmayacak soruları kendi aramızda döndürüp, çevrim içi kalmayı sürdürelim.
Muhatabına ulaşmayacak temel sorulardan biri de, Cumhuriyet -ve Latin Alfabesi’ne geçilmesiyle- ile kesildiği öne sürülen/iddia edilen kültürel sürekliliğin niye tek boyutlu ele alındığıdır. Yani, Cumhuriyet, alfabe değiştirerek eski dilde yazılan ve altı yüzyıllık birikimi içeren eserleri işe yaramaz ve anlaşılmaz kıldı. Geçmişle olan tüm kültürel bağlar travmatik bir biçimde kesildi. Tamam, eleştiri haksız olsa da, yine de tartışılacak yönleri olabilir. Ancak, Cumhuriyet, mimari aşamada kendince bir modernist damar oluşturmaya çalıştı. Ankara’nın yeniden imarı buna örnek olabilir. Bunun ötesinde, sadece İstanbul’un şimdiki zamandaki mimari rezaleti tamamen sağ iktidarların ürünü olduğu düşünülürse, sakız edilen “kültürel kesinti/travma” iddiası biraz sahtekarca kalmaktadır.
İstanbul Osmanlı’nın başkentiydi. Aynı zamanda sayısız cami, çeşme, külliye, medrese, han, hamam… ile Osmanlı mimarlığının da başkentiydi. Ancak, bu mimari mirası koruma konusun da sağ iktidarlar en duyarsız kesim olmuştur. Hala da bu duyarsızlık sürdürülmektedir. Yakın zamanda, Haliç’ten geçirilen metro hattı için yapılan geometrik motifli köprünün, tarihi yarımadanın görünümüne zarar verdiği yönünde tartışmaları yapanlar daha çok sol cenahtakilerdi. Zarar verilen görünüm içindeki ana unsur da Osmanlı’dan miras camilerdi üstelik. İronik olan ise, o camilerde bir kez bile namaz kılmamış olanların, o camileri can havliyle savunmalarıydı! Burası böyle bir ülke…
En yukarıdaki olandan en sıradan kişiye kadar saysız bir “sözcük Osmanlıcısı” için bütün mesele, her şeyin başına bir “Osmanlı” sözcüğü kondurmak. Kavramsal düzeyde bile bir ilgi değildir burada söz konusu olan. Futbol takımından nargileye kadar… televizyon dizilerinde de “İmdi, bre…” gibi bir “ferman estetiği” de araya sıkıştı mı, birden emperyal kesilivermek işten değil. Oysa başka şeyler de vardır hayatta ve kitaplarda. Örneğin mimarinin başlangıcı için; “Türk beyleri ya da şehzadeleri mütevazı bir inşa tarzını benimsemiştir ki Osmanlı bu üslupların melezlenmesini sonucu olarak ortaya çıkmıştır.” Değerlendirmesi çok önemli ve öğreticidir. Ama sorun bilgi, bilim, kitap değil, hamaset olunca, ne yazılsa boşuna…
Osmanlı tarihi de zaten kültürel, entelektüel boyutta pek ilgiyi çekmez. Tarihin sığ, ırkçı ve abartılı kahramanlık öyküleri olduğunu sananlar, cehaletin ürünü olan ve aynı zamanda o cehaletten yararlanmak isteyen siyasetin de yaratımı olan sahte bir Osmanlı tarih algısı ile tacizciler, tecavüzcüler yetiştirilip durulur. İşte buradaki “kültürel sürdürebilirlik” örnekleri son derece başarıyla uygulanır.
Oysa bir Osmanlı tarihi olduğu gibi, bir Osmanlı kültürü, Osmanlı şiiri, Osmanlı sanatı… vardır. Ve de Osmanlı mimarlığı.
İşte, Osmanlı mimarlığını, yukarıda andığımız biçimde, dildeki duyarlık denli “ciddiyetle” ele alan bir iktidar geleneği olsaydı, bugün İstanbul yaşanabilir bir şehir olurdu. Osmanlı torunu olduklarını ileri sürenlerin sahtekârlığı en azından mimarlık açından su götürmez bir gerçekliğe sahiptir. Bunun açık kanıtı da “Osmanlı Mimarlığı Tarihi” adlı kitaptır.
Osmanlı Mimarlığı Tarihi adlı kitabın yazarı Godfrey Goodwin. Çevirmen Müfit Günay, yayınevi, Kabalcı. Kitabın birinci baskısı 2012 yılında yapılmış. Elbette çok satan bir kitap olmadığı için hala birinci baskı ve üstelik “aşırı” indirimli fiyatlarla satılan raflarda bulunuyor! Osmanlı torunları henüz haberdar olmamış ki, kitap raflarda kalmış.
Yazar Godfrey Goodwin, ne Avrupa merkezli nede oryantalist bakışa sahip. Yani kötü niyetli ve yarım bilgili ecnebilerden olmadığı gibi, bir Halil İnalcık gibi, incelikli alan çalışmaları da yapmıştır; “Bu yapılar önemlerini kaybetmişlerdir ama kasaba merkezinden dut ağaçlarının arasından akan dereyi geçerek kısa bir yürüyüşle küçük tepenin bir üzerinde duran Ertuğrul Mescidi’ne ulaşılır.” Bunun da ötesinde, yazar sadece mimari açıdan donanıma sahip olmayıp, mimari yapıların yapım dönemi, tarihsel bağlamı konusunda da, tarihsel arka planı asla atlamayan derinlikli bilgiye sahip. Bu haliyle kitap, salt mimarlık tarihi değil, bir disiplinler arası zenginliği içeren niteliğe sahip.
Osmanlı’nın tarihteki “şanlı” zaferleri şöyle ya da böyle oldu bitti. Ama artık bir insanlık mirası olan yapıları hala ayakta. Zamana ve sahte mirasçılara karşın hala direniyor ve “şanlı zaferler” kazanmaya devam ediyor. Bu kitap da bu zaferleri yazıyor.
- Osmanlı Mimarlığı Tarihi
- Godfrey Goodwin
- Çeviren: Müfit Günay
- Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2012
- Karton kapak, 730 sayfa
- Azerbaycan Şiiri ve Çağdaş Bir Derviş, İbrahim İlyaslı - 1 Kasım 2018
- Paslı Bir Kelime; Umut - 15 Eylül 2018
- Zor Olanı Yazmak; Kırgın Çocuklar Mevsimi - 1 Eylül 2018
FACEBOOK YORUMLARI