
Kısa roman formatında yazdığı “Klein ve Wagner”de Heman Hesse, zimmetine geçirdiği para ile ailesini ve ülkesini terk eden bir adamın iç hesaplaşmasını anlatıyor.
Kısa roman formatında yazdığı “Klein ve Wagner”de Heman Hesse, zimmetine geçirdiği para ile ailesini ve ülkesini terk eden bir adamın iç hesaplaşmasını anlatıyor. Polisiye bir hikaye gibi başlayıp felsefi meselelere açılan “Klein ve Wagner” etkileyici bir psiko-dram.
Herman Hesse, Almanya’da ırkçılıkla karışmış bağnazlığın yükseldiği ve başta eğitim olmak üzere toplumun her kurumuna nüfuz ettiği yıllarda -1877’de- doğmuştu. Ülkesindeki gelişmeler Hesse’in bütün yaşamını neredeyse dolaysız biçimde etkilemiştir. Önce; evde misyoner babasının, okulda eğitim sisteminin dinsel baskılarına göğüs germek zorunda kaldı. Bu çatışmalı ortam onu intiharın eşiğine getirecekti. 1892’de -15 yaşındayken- psikolojik denetim altına alınması için Bad Boll enstitüsüne yatırıldı. Doktoru Carl Jung’un öğrencisiydi. Tedavi sürecinden etkilenen Hesse’in ruhbilime ve Jung’a duyduğu ilgi işte böyle başladı. Taburcu edildiğinde okulundan ayrıldı ve bir kitapçıda iş buldu. Genç Hesse’in edebiyatla gerçek anlamda tanışması bundan sonradır. Özellikle Alman Romantizmine hayranlık duyuyordu. 1896 yılında -bir dergide- ilk şiiri yayımlandı. 1901 yılında kitabevindeki işinden ayrıldıktan sonra, görmeyi çok istediği -bir cennet olarak hayal ettiği- İtalya’ya seyahat etti. Döndüğünde bir ruh aydınlanması yaşadığı söylenebilir. Daha iyi yazıyordu artık. 1903 yılında ilk romanı “Peter Camenzid” ile olumlu eleştiriler, küçük ödüller alacak, yazarlığa gerçek anlamda adım atacaktı. Hesse’in Almanya tarihine paralel bir seyir izleyen -inişli çıkışlı, acılarla yoğrulmuş- hayat hikayesi ve edebiyat kariyeri hakkında sayfalarca yazmak mümkün. Evliliği, karısının şizofreniye yakalanışı, Hesse’in karısından ve çocuklarından ayrılmak zorunda kalması, II. Dünya Savaşı başladığında savaş karşıtı tutumu, hepsi de başyapıt düzeyindeki – “Gertrud”(1910), “Knulp” (1915), “Denian”(1919), “Siddharta”(1922), “Narcissus and Goldmund”(1930), “The Galss Bead Game”(1943)- romanları, 1946 Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanması… Hacimli bir biyografi ya da roman konusu olabilir. Bugün Alman edebiyatının en büyük yazarları arasında sayılan Herman Hesse 1962 yılında hayata veda etti..
Kaçak
1919 yılında yayımlanan “Klein ve Wagner” Hesse’in kendi iç gerilimlerini gerilimli bir hikayeye dönüştürdüğü kısa ama yoğun bir metin. Roman kahramanı Friedrich Klein, “neredeyse kırkında bir adam, işine gücüne bağlı bir memur, entelektüel eğilimlerle donatılmış, sessiz, kendi halinde bir vatandaş, gül gibi çocukları olan bir baba”. Okuyan, gizli bir estet ve aydın olarak tanınan bir insan. Gençliğinde büyük düşler kurmuş, yaşamdan ve kendisinden çok şey beklemiş. Ama şimdi geriye baktığında yaşamı tam bir hayal kırıklığı; “uzun bir yolu arşınlamış, sıcaklarda yanıp kavrulmuştu, bacaklarda yorgunluk, susuzluktan kuruyan yürekte yuvalanıp, fırsat kollayan, yarı uykulu, yıllanmış bir özlem. İşte bu olmuştu onun yaşamı. İşte bu olmuştu onun yaşamı.”
Hikaye başladığında bir trende buluyoruz Klein’i; onu karısı ve çocuklarından, işinden gücünden, şimdiye kadar yaşamını ve yurdunu oluşturmuş her şeyden uzaklaştıran bir yolda… Yanında zimmetine geçirdiği paralar ve bir de tabancası var. “Güneye karşı duyulup çoktan unutulmuş özlem ve evlilik yaşamının köleliğiyle pisliğinden kaçıp özgürlüğe kavuşmak için duyduğu, her zaman içinde saklı tutup açığa vurmadığı güçlü arzu” ile İtalya’ya doğru kaçıyor; “böylelikle gençlik döneminin isteğini, anlamsız yaşamının uzun ve ıssız yolunda anıları silinip kaybolmuş gençlik yıllarının en görkemli isteğini gerçekleştiriyor.”
Ne var ki içi hiç rahat değil Klein’ın. Vicdanın sesi ile aklın sesi arasındaki bitmek bilmez dialoglar gösteriyor ki içi korkularla örülü. Çünkü onu onu evden uzaklaştıran etki, sadece karısına ve evlilik yaşamına karşı içinde zamanla oluşmuş aşırı nefret değil, tersine korkuları, günün birinde karısını, çocuklarını öldürebileceği korkusu. Bu durum ona bu eylemi gerçekleştirmiş birini, Wagner isimli bir öğretmeni hatırlatıyor, kendisini Wagner ile özdeşleştirip acı çekiyor.
Yine de trenden indiğinde bir an için de olsa vaat edilmiş cenneti bulmuş gibi hisseder kendisini. Burada tanıştığı dansçı kadın Teresina’ya duyduğu arzu Klein’i yaşama yeniden bağlar. Gelgelelim yakınlaştıkları gecede bile ruhundaki iblis yakasını bırakmayacak, korku ve suçluluk duygusuyla kavrulacaktır. Klein için kurtuluşun yegane yolu içindeki Wagner’i yok etmektir.
Korkusuz Bir Yaşam
“Klein ve Wagner” toplumun değerleriyle çevrili bireyin onu sürekli içsel tutsaklığa mahkum eden endişelerini, özgürlüğe değil özgürlükten kaçışını anlatıyor. Bu Herman Hesse’in kendi iç yolculuğunun hikayesi.
Yazının girişinde İlk gençlik yıllarında Hesse’in, 1918’de ise karısının bunalımlarından ve psikanaliz tedavilerinden söz etmiştim. Pek çok romanı gibi “Klein ve Wagner”deki ruhsal tahlil zenginliğinin arkasında bizzat deneyimlenmiş bu süreçlerin payı var. Hatta bu kitabı yazarken bilinçaltının işleyişine ilişkin Carl Gustav Jung’tan yardım aldığı da söylenir.
Hesse’nin tüm eserleri otobiyografik özellikler barındırırlar. “Klein ve Wagner” de öyledir. Kitabın yazılışından hemen önce ailesini terk etmek zorunda kalmasının verdiği ağır yük, Klein isimli bu saygın orta sınıf entelektüel tipini yaratmakla sonuçlanmıştır. Görünüşte saygındır Klein, içi sahte, günaha ve suça meyillidir. Karısını ve çocuklarını öldüren Wagner’in eylemi hem Hesse’in karısını ve çocuklarını terk edişinin sembolü hem de o dönemde Almanya’da artan cinnet vakalarına yapılmış bir göndermedir… Kaçış teması da çok yönlü bir metafor. Almanya’nın soğuk, karanlık ve boğucu atmosferinden İtalya’nın sıcak, aydınlık ve neşeli atmosferine göç etmek kendi hayallerinin bir parçasıdır. Ve ayrıca içinde toplumsal eleştiriyi de barındırır.
Bütün bunlar yazarın biyografisi ile örtüşmekle birlikte “Klein ve Wagner”in malzemesi olmaktan öteye gitmiyorlar. Malzemesini hayalgücü ile yoğurup özgün bir hikayeye ulaşmış Hesse. Üstelik bireyin iç çatışmasındaki dalgalanmalarla ortam arasındaki etkileşimi yakalayan, dili iç dünyanın devinimlerine göre hızlandırıp yavaşlatan özgün bir anlatı tarzı da geliştirmiş.
Sonuçta Klein’ın trajedisi okuyucunun önünde bütün yönleriyle sergilenirken, Klein de yaşamın ne olduğunun yavaş yavaş farkına varır. “Düşünceleri düşündüğü gibi düşünmek”le değil daha çok sezgisinin gücüyle farketmiştir bunları; “yaşıyor, hissediyor, dokunarak algılıyor, kokluyor, tadıyordu. Tadıyor, kokluyor, görüyor ve anlıyordu yaşamın ne olduğunu.” Klein sonunda ama ne yazık ki en sonunda hayatın ve mutluluğun anlamına ulaşacaktır;
“Ne olağanüstü düşünce: Korkusuz bir yaşam! Korkuyu yenmek, işte buydu mutluluk, işte buydu esenlik. Yaşam boyu nasıl da korkular içinde kıvranmıştı, ölümün gırtlağına sarılıp onu boğmaya çalıştığı şimdi ise ne korku, ne dehşet, hiçbir şey duyumsamıyordu. Duyumsadığı tek şey gülümsemeydi, yalnızca esenlik, yalnızca rıza göstermek, evet demek. Birden anlamıştı korkunun ne olduğunu ve korkuyu ancak onu anlayan birinin alt edebileceğini. İnsanı korkutan binlerce şey vardı, acılar vardı insanı korkutan, yargıçlar vardı, insan kendi kalbinden korkuyor, uykudan korkuyor, uyanmaktan korkuyor, yalnız kalmaktan, soğuktan, çıldırmaktan, ölümden korkuyordu. Ve en çok ondan korkuyordu, en çok ölümden. Ama bütün bunlar maskelerden ve kılık değiştirmelerden başka bir şey değildi. Gerçekte tek şey vardı korkulan: Kendini düşmeye bırakmak, belirsizlikten içeri adımını atmak, var olan tüm güvenceleri çiğneyip küçük adımını atmak. Kim bir defa, bir tek defa kendini elden çıkardı mı, kim bir defa o büyük güveni gösterip kendini yazgının eline teslim etti mi, özgürlüğüne kavuşmuş demekti. Yeryüzünün yasalarına uyması gerekmezdi artık, evrenin kucağına düşer, yıldızlarla birlikte döner, raks edip dururdu.”
![]()
|
- Mary Shelley’in Yaratığı - 4 Şubat 2018
- Jules Verne’in Fantastik Dünyası - 28 Kasım 2017
- Dorian Gray’in Portresi; Yazarını Yok Eden Roman - 19 Ekim 2017