Özrü Kabahatinden Büyük

Can Yücel, sözcükleri kışkırtarak ve köpürterek Türkçe’nin yerleşik düzenini yıkma ustasıydı.

“Ben kahraman değilim
Demirel beni affedecekmişse
Kolay gelsin!
*
Benim endişem
Ya beni affetmeden önce
Eceli gelip ölürse…
*
Ama onu affetmeye benim
Sıkletim yetmez
Ne de cesedim…”
(Can Yücel)

Can Yücel, sözcükleri kışkırtarak ve köpürterek Türkçe’nin yerleşik düzenini yıkma ustasıydı. Bu nedenle “Yani Diyalektik/Aleyhistan’da yeni bir lehçe” diyordu bir şiirinde… Sosyalist felsefeci Selahattin Hilav, küfürün onda bildiğimiz küfür değil felsefi bir kategori olduğunu tarihe not düşmüştü…

Ben söyleyenin yalancısıyım… Olay, Can Baba, kadim sevgilisi, eşi Güler ile bir mekanda otururken yaşanır… Çay-kahve içerek gazete okumaktadırlar. Bir ara bir gazetede bir haber okuyunca Can Baba’nın tepesi atar… Herkesin duyacağı bir biçimde uluorta “pezevenk!” diye dellenir. Kişi başına devlet ve muhbir oranının çok fazla olduğu bir ülkede yaşandığından, bir muhbir şikayette bulunur. Devlet büyüğüne küfürlü hakaretten hakkında dava açılır. Önceleri davayı pek önemsemez; birkaç duruşmaya gider gelir. Ama bir zaman sonra işin ucunda ceza alıp hapse girmek olduğunu hisseder. İşi şakaya, mecaza vurur. Dostlarına, “Hapishane hayatını bilmez değiliz. 1974’te Che Guevara ile ilgili bir çeviriden Adana hapishanesini boylamıştık. Ama şimdi zaman başka… Yaşlandık, belleğimiz zayıfladı. Şimdi ben dama girersem girişte bana zorla İstiklal Marşı’nı okuturlar. Ben marşı sonuna kadar bilmediğim için rahmetli babam Hasan Ali Yücel’e mahçup olurum ve onu mahçup ederim. Sonra koğuşa girince de devrimci arkadaşlarım bana kızar!” diye imalı şakalar yaparak geçer günler.

Karar duruşması akşamı evde kütüphaneye girip siyasi savunma için ustaların kitaplarına bakar. Marks’ın seçme eserlerinin İngilizce baskısını karıştırır, kayda değer bir alıntı bulamayınca; “Marks nereden bilsin benim bir tarihte bir başbakana ‘pezevenk!’ diyeceğimi” diyerek ustayı kollar. Marks’tan umudu kesince, Engels’in kitaplarına bakar, sonuç aynı… Yolunu Lenin’e düşürür, onda da savunma için bir alıntı bulamayınca, evdekilerin muhalafetine rağmen düz rakıya dadanır. Ertesi gün, ne olur ne olmaz diye, cebine bir sözlük alır. Maaile duruşmaya giderler… İddia makamı ellerini ovuşturarak, devlet ricaline “pezevenk” demenin yasalardaki karşılığı olan cezayı telep eder. Hakim, filmlerin karakter oyuncularından Nubar Terziyan gibi babacan biridir… Can Baba’yı kurtarmak için, “Can Bey, sen okumuş-yazmış, münevver, dil, adap, usul ve kanunu bilen birisin… Üstelik Cumhuriyet’in en ünlü maarif müfettişi Hasan Ali Yücel’in de oğlusun. Bilmez misin ki bu sözcüğün cezası var! Umarın ağzından kaçmıştır!” diyerek ona kapı açar. Can Baba’nın aklı ışıldar, savunma için ayağa kalkar ve şöyle dillenir: “Hakim Bey, elbette bilirim bu sözcüğün anlamını. Ayıptır söylemesi ben beş-altı dil bilirim. Biraz da Farsça bilmişliğim vardır. Elbette bilerek kullandım…” Hakim şaşırır, ceza almak istediğini düşünür… Can Baba, sözünü şöyle tamamlar…”Hakim Bey, benim anlayamadığım şu; bu sözcük ne zamandan beri suç oldu… Benim bildiğim bu sözcük Farsça’da yol gösterici demektir. Bu pezevenk kırk yıldır bize yol göstermiyor mu? İnanmazsanız Türkçe-Farsça sözlüğe bakın!” Can Yücel ermiş muradına, biz bakalım çevremize…

Sezai Sarıoğlu
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Nihan Kaya: “Sevdiğim Bütün Edebiyatçılar İyi Birer Psikolog”

Read Next

Coşkun Karabulut’tan Bir Samimiyet Kitabı; Sarıkamış

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *

Follow On Instagram