Paris’te gönüllü bir sürgün Avni Arbaş

Hıfzı Topuz, Paris Sürgünü isimli kitabında Avni Arbaş’ın hayatını yalın ve akıcı bir dille, ayrıntıları kaçırmadan, okuru dışarıda bırakmadan anlatıyor.

En zor olan; bir hedef uğruna hiç de istemediğiniz bir şeyi yapmaktır herhalde… Avni Arbaş gibi bir İstanbul beyefendisinin gönüllü(!!!) sürgüne gitmesinin yanı sıra bir de kağıdın değerliliği nedeniyle sokaklarda kağıt toplayıcılığı yapıyor olması olsa gerek, onun için.

Cihangir’de, Boğaz’ı gören evinde röportaj yapmaya gitmiş ve ne denli zarif biri olduğunu görmüştüm.

İkinci Dünya Savaşı sonrası, ekonomik güçlükler, siyaseten engeller, iletişimin ve teknolojinin yetersizliği nedeniyle bir şeyler üretmek isteyenlerin ilk gitmek istediği yer Paris’tir. Bugün nasıl New York hedef ise o zaman Paris merkezdir. Sanatçıların zaten düşlerindedir hep.

1950’lerde, “Zamanımızda artık sanatkârın ‘muamma’ olması diye bir dava yoktur. Sanatkâr bugün herkes tarafından anlaşılmak mecburiyetindedir. Sanatkârın ne demek istediği, iki kere iki dört eder gibi bir açıklıkla seyircinin veya okuyucunun önüne serilmelidir. Artık gizemli sanat dönemleri geçmiştir. (…) Sanatkâr halka bir şey vermeden önce halktan birçok şeyler alacak ve halk tarafından terbiye edilecektir. Dolayısıyla, sanatkar önce halkın davaları ile halkın sorunları ile ilgilenecek, onları anlamaya çalışacak, sonra da eserinde bunları yansıtacaktır” (s.40-41) diyebilecek denli kafası net ve fikri açıktır. Paris’teyken, kendisine “rakip” olacak veya öyle tanınacak ressamları da desteklemiş, onlara önayak olmuş bir ressam hem de… Kıskançlığı da, dedikodusu da yoktur. Herkesi kendisi gibi özgür bırakır, buna eşi de dahil…

Hıfzı Topuz, iletişim uzmanı olmanın yanı sıra sanatın hemen her yanıyla yakından ilgili, yazar, şair, ressam gibi sanatçıların dostu olmuş biri… Dahası da var: Hem fotoğrafla hem de kayıt cihazıyla seslerini de bugünlere taşımış biri…

Belleği çok güçlü Hıfzı Bey’in… Büyük olasılıkla notlar aldığı ve o notları çık iyi sakladığı ve tabii, değerlendirdiği için, akıcı anlatımıyla bütün anılarını bugüne aktaran, bizlere ulaştıran bir üstat.

Avni Arbaş’ın da arkadaşı olmasıyla birlikte hemen her yere, her görüşmeye onu da götürür, tanıştırır ve buna da bağlı olarak gelişmesini sağlar. İşte, o yaklaşımdır ki, Nâzım Hikmet, Avni Arbaş’ı “atlarıyla” tanıtır bizlere. Sahi, bugün Avni Arbaş deyince birçok insanın dilinden hemen “atları” dökülür. Ama sadece Nâzım mı, Fikret Mualla, Ali Atmaca ve daha birçok sanatçı ile kesişen yolu Avni Arbaş’ı gündelik yaşamın içine sokmuştur.

Hayat da bir savaştır…

Avni Arbaş’ın dedikodudan ve kişisel hırslardan uzak olmasının temelinde babası var: “”Oğlum savaş sadece hudutlarda olmaz, hayat da bir savaştır. Savaşta ya şehit ol ya gazi, ama sakın esir olma” sözü kulağına küpedir. Bu savaştan alnının akıyla çıktığı kesin.

Bununla birlikte gizlisi saklısı da yoktur. Sır tutar, ama tüm kozları açık oynar hayat oyununu. Notre Dame Katedralini gezerken Hasan Ali Yücel’in gotik sanatın simgesi sayılan bu mekânda “Hamamda o kara bıyıklı adam (tellak) seni nasıl yanına çağırmıştı” diye takılmaktan da geri durmaz. Arbaş güler geçer bunlara…

Çok çekti…

İlk evliliğinde, eşini doğumda kaybetmesiyle dünya başına yıkılan Avni Arbaş, Paris’e kaçar… Eşi hayatta değildir, çocuğu da yanında olamaz, hem de 18 yıl. Acının insanın içine oturmasından başka bir şey değil bu… Hele de ince duyarlığı olan Avni Arbaş için… Bir ressam, duyarlı bir sanatçı, bir o kadar da duygusal. Aşık oluyor hemen, hem de güzel kadınlara… Onları çok seviyor ve tapıyor adeta. Aşklarını okuyunca kendi yaşamınızı getirin gözlerinizin önüne; neleri eksik ve/veya yanlış yaptığınızı, yapmakta olduğunuzu düşünün.

Kızı, Zerrin Arbaş, hepimiz tanıyoruz onu… Türkiye güzeli… torunu Derya Arbaş, oyuncu… Kimi var ki başka… Onlarla yaşadıkları apayrı bir dram. Kızının ve torununun yaşadıkları da… Zaten birbiri ardına göçüp giderler yaşamdan, çok kısa zaman içerisinde.

Hıfzı Topuz, Avni Arbaş’ın hayatını yalın ve akıcı bir dille, ayrıntıları kaçırmadan, okuru dışarıda bırakmadan anlatıyor. Zaten kitabın son sözü: “Avni artık yoktu”. Gerçekten de bu kadar basit, bu kadar acı ve bu kadar net. Bu yazının son sözü de Avni Arbaş’ın olsun: “Hayatım boyunca hep güzelliği ve iyiliği sevdim. Resimlerimle insanlara sevgi ve mutluluk vermek istedim. İnsanlar hep düşünsünler, hayal kursunlar dedim. Ben onlardan insan olmalarını istedim.”

  • Paris Sürgünü
  • Avnu Arbaş, Zerrin ve Derya’nın Öyküsü
  • Yazar: Hıfzı Topuz
  • Türü: Biyografi, Anı
  • Baskı Yılı: Nisan 2019
  • Sayfa Sayısı: 159 Sayfa
  • Yayınevi: Remzi Kitabevi
Korkut Akın
Latest posts by Korkut Akın (see all)
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Yok eden normallere değil, var eden ucubelere selamımız

Read Next

Dağın Saklı Yüzü: Dergah

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *