Sadece bir biyografi değil aynı zamanda dönemin yaşam koşullarına ve politik durumuna da ufak bir pencere açmış yazar.
“Benim geçmişimde kara sayfalar, bunaltıcı akşamlar, ışıldayan günler, çakan kıvılcamlar var. Güneşimse seni tanıdığım gün doğdu.”
1944 yılında Denizli’de doğan Türk öykü ve roman yazarı İnci Aral, Ankara’da Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’nü bitirdi. İnci Aral Ağda Zamanı ile 1980 Akademi Kitabevi Öykü Başarı Ödülü, Kıran Resimleri ile 1983 Nevzat Üstün Hikaye Ödülü, Ölü Erkek Kuşlar ile 1992 Yunus Nadi Roman Ödülü, Gölgede Kırk Derece ile 2001 Yunus Nadi Hikaye Ödülü ve Mor ile 2004 Orhan Kemal Roman Ödülü almıştır. Tüm bu başarılarının yanında, Kıran Resimleri 1989’da, Uykusuzlar 1992’de Fransa’da yayımlanmıştır.
BİYOGRAFİDEN BİR AŞK ROMANI
Başlı başına zor bir tür olduğunu düşünürüm biyografi romanlarının. Yazarı, hikayeciliğin sonsuz yaratıcı evreninden alıkoyup kahramanının hayatıyla -belli ölçülerle de olsa- sınırlar koymaya zorlar. Fakat İnci Aral; tüm bu zorluğu, yazar dünyasındaki tecrübesi ve bilgisi ile aşarak eseri akıcı, okunur kılmış. Dil kullanımı ve karakter psikolojisinde girift söylemlere karşı da biraz çekingen davranmış. Okur için romandaki bazı can alıcı noktalar, sayfalardaki perdenin arkasına saklanmış gibi duruyor. Aslında karakter psikolojisini okura daha çok aktarmak, bu türlerde benim için hep daha fazla ilgi çekici olmuştur. Ama sanıyorum ki yazar, geniş bir kitleye hitap edebilmek adına böyle davranış sergilemiş.
Sadece bir biyografi değil aynı zamanda dönemin yaşam koşullarına ve politik durumuna da ufak bir pencere açmış yazar. Yer yer değiniyor fakat öyle aşırı bilgi verici, bir dönem kitabı gibi değil. Daha yüzeysel, genel geçer olarak dokunuyor. Biyografiye bağlı kalarak, dış etkenlerin büyük bir aşkı nasıl etkilediğini de çokca vurgulamış.
UMUDU VE SEVGİYİ BARINDIRAN KİTAP
Yavuz Günay adı ile karşımıza çıkan muhakkak yazıya dökülmeyi gerektiren Yılmaz Güney ve Fatoş Güney’in inatçı umutları ve büyük aşkları, evlilikleri, o zamanın Türkiye’sinde birlikte verdikleri onca mücadele anlatılıyor kitapta.
“Duygularınızı anlıyorum ama çok farklı çevrelerden geliyoruz” dedi.”Üstelik sizinle aramızda bir hayli yaş farkı var sanırım.”
“Bütün bunlar bizim için engel olamaz.” (Sayfa 21)
Bütün engellere, kendi küçük dünyamızda aşılamaz dediğimiz tüm karanlıklara, omuz omuza direnen büyük bir aşk var ortada ve bu aşk yazıya dökülürken sanki yazarı/yönetmeni belli olan bir filmde izler gibi okutturuyor kendini.
“Sevgi insanın dünyaya açılan en güzel penceresidir.” (sayfa 43)
NE ÇOK ŞEYİ HİÇ YAPMAMIŞIZ
Yer yer zaman verilen, bazen de ufak bir dokunuşla üzerinden geçilen dönemin şartları, politik ideolojiyi bir kenara bırakacak olursak; Yılmaz Güney’in “Seni nasıl bırakırım anam babam, nasıl vazgeçerim senden? Sen benim acılarımın vazgeçilmez ortağısın. Sana bir ömür borçluyum, ödenemez çileler, kahırlar, minnet borçluyum.” (Sayfa 176) demesi benim için bütün bir hayatı özetliyor.
Gerçek bir hikaye oluşunun da etkisi ile her sayfayı çevirişinizde ‘Ben bu hayatta önüme düşen onca şeyi savaşmadan öylece bırakmışım. İstediğimi düşündüğüm bütün yolları, olmuyor diye öylece bırakmışım. Haksızlığa, durum napıyorsunuz diyememişim. Yağmurlarda sırılsıklam olana kadar adım atmamışım, ufak bir dizeyi mırıldanıp dans edercesine gezmemişim. Yanımdan akıp giden ne çok şeyi es geçmişim.’ Dedirtiyor.
Ne çok şeyi öylece bırakıp, peşinden gitmediğimizi ve ne çok şeyi sırf kendi konfor alanımızın içinde olduğu için sürekli tekrar ettiğimizi sorgulatıyor.
“Söylesene; beni sevmeyi sürdürecek, doğru yanlış her durumda yanımda olacak günü nereden buldun.”
“Senden, Yavuz Günay oluşundan…” (Sayfa 250)
|
- Peki Biz Ne Yapıyoruz? - 24 Ocak 2019
- Bu Zorlukları Siz de Yaşadınız mı? - 8 Aralık 2017
- Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku - 30 Nisan 2017
FACEBOOK YORUMLARI