Elbet açlık ve yoksulluk bir gün son bulacak ama unutmamalı ki emperyalizm varlığını sürdürdüğü sürece açlık, kıtlık, zulüm hiç bitmeyecek.
Tahıla oranla dört kat kat daha fazla karbonhidrat içerdiği için Avrupa’da nüfus artışına, kıtanın sanayileşmesine ve hatta bugününün oluşmasına katkı sağlayan ‘patates’ çok da masum değil esasen. Çünkü patates bir kıtayı kurtardığı gibi bir ülkenin de mahvına yol açtı. 1845 – 1852 yılları arasında kitlesel açlık, hastalık ve göç dönemi olarak bilinen ‘Büyük Kıtlık’ İrlanda patatesine bulaşan bir mantarın marifetiyle başladı. 1841’de resmi nüfusu 8 milyondan biraz fazla olan İrlanda’nın yarısının temel gıdası patatesti. İrlanda Birleşik Krallık’ın bir parçası olmasına rağmen sömürge usulü yönetiliyor, topraklar İngiliz beyleri tarafından çiftçilere kiralanıyordu.
İngiliz parlamentosu, İrlanda’ya yardım yapılmasına karşı çıkmıştı çünkü Victoria çağına egemen olan liberal anlayış, yardımı “halkın bir bölümünün vergi mükelleflerinin sırtından beslenmesi” olarak görmüştü. Parlamentoda bir grup, yardımın tembelliği teşvik ettiğini ve fakirliği körüklediğini iddia etmiş, 1847’de İrlanda nüfusunun yüzde 18,5’i öldüğünde İçişleri Bakanı Sir George Gray “Hükümet insanların ölümüne seyirci kalmaktan ötürü ayıplanabilir, ama eğer kamu fonlarını yardıma açarsak çok daha sert eleştiriliriz,” demişti. Dahası nüfus yarı yarıya azalınca, üst düzey bir maliye görevlisi olan Charles Trevelyan, “Aşırı nüfus sorunu insanlar tarafından çözülemeyince, yüce Tanrı tüm bilgeliğiyle, işi beklenmedik ama çok etkin bir şekilde çözdü,” diyebilmişti.
Tarihi kayıtlara göre, İrlanda bu kıtlıkta 2,5 milyon kayıp vermiştir. Ayrıca 400 bini İngiltere’ye, 1,3 milyonu ABD ve Kanada’ya olmak üzere 2 milyon İrlandalı da “Tabut Gemi” denilen teknelerle göç etmiştir. Sosyal adaletsizliğin gölgesinden kaçmaya çalışan bir grup insanı yeni bir hayata kavuşturacak 26 günlük bir yolculuğu destansı bir biçimde bize sunan Joseph O’Connor’ın bahsettiği, 1847’de İrlanda’dan son kez demir alan “Denizler Yıldızı” da bu tabut gemilerden biri. Bu gemi Birinci Mevki’deki soylu yolcuları ile kasara altındaki zavallı göçmenlere geçmişten uzak bir dünya vaat etse de açlık, hastalık ve cinayetin kol gezdiği bir mekan haline dönüşür. Bu heybetli gemi “Seksen yıllık ömründe bir sürü yük taşımıştı: Avrupa’nın açlarına Carolina’dan buğday, Afganistan afyonu, ‘kara barut’ patlayıcı, Norveç kerestesi, Mississippi’den şeker, şeker plantasyonları için Afrikalı köleler. Yıldız’ın varlığı insanoğlunun hem en yüksek hem en iğrenç güdülerine eşlik etmişti; güvertesinde yürümek ve bordasına dokunmak bunların ikisiyle de güçlü bir paylaşım hissettirirdi.” (O’Connor 2016: 19)
Bir deri bir kemik kalmış çelimsiz bedenleri ve çaresiz bakan feri gitmiş gözleriyle kadınlar, erkekler ve çocuklar… Ve cesetler… Kadın, erkek, çocuk cesetleri… Ne çatışma, ne silah, ne bomba… Açlıkla mücadele edenler onlar… Umutsuzca ölüm sırasının ne zaman kendilerine geleceğini bekliyorlar. Zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul olmaya başladığı, açlığın ve yoksulluğun gün be gün büyüdüğü, dünyayı sömüren, kanını arsızca emen tekellerin köklerinin oluştuğu dönemden söz ediyorum. Peki, suç patateste mi? “Bu kavı yakan kıvılcım, İrlanda yoksulların yiyeceği tek gıda olan patatesi yok eden mantar salgının çıkışıydı. Hastalığın adı bilinmemekte. Fakat bu facianın gerçekleştiği ekonomik sistemin adı gayet iyi bilinmekte. Buna ‘Serbest Pazar’ denir ve geniş çevreler tarafından saygı görür. Galwayli David Merridith gibi, onun da diğer bir adı var. Birçok suçlunun ve aristokratın da vardır bu tür adları. Bu sistemin nom de guerre’i ‘Laissez – Faire’ dir; kazanç hırsının her şeyi düzenleyeceğini telkin eder; kimin yaşayıp kimin öleceğini de. (…) Aslında, insanlar kendi servetlerini Tanrısal bir hak olarak görürken, yoksulluklarından ötürü yoksulları cezalandırmak tartışılmaz bir toplumsal kural. En ağır işleri yapanlar servetin en azına sahip; sadece yiyen ve başka hiçbir şey yapmayanlar ise en çoğuna.” (O’Connor 2016: 45-46)
Günümüzde de şovlar, demagojiler, gerçek rakamları değiştirmiyor; açlık, ölümler, yoksulluk sona ermiyor. Tekellerin, IMF ve Dünya Bankası gibi emperyalist kurumları aracılığıyla uyguladığı sömürü politikaları sonucu yoksulluk, kıtlık, açlık ve işsizlik çığ gibi büyüdü. Dünya nüfusunun üçte birinden fazlası yoksulluk sınırında yaşamaya başladı. 1 milyarı aşkını açlıkla boğuşuyor.Yoksulları, dünyadaki kaynakları tüketmekle suçlayarak tam bir ahlaksızlık örneği gösteren emperyalizm; dünyada üretilen tüketim mallarının yüzde 85’ini, enerjinin yüzde 75’ini kendisi tüketirken dünya nüfusunun yüzde 80’ini oluşturan yoksul ülkeler ise dünya üretiminin ancak yüzde 15’ini kullanıyor. Dünyanın en zenginleri olan Bill Gates, Varren Buffet ve Paul Allen’in toplam serveti 600 milyon insanın yaşadığı ve çoğu Afrika kıtasında bulunan en yoksul 48 ülkenin milli gelirine eşit.
O’Connor “Denizler Yıldızı”nda “Her iki adanın yoksulları kitleler halinde ölürken günah cezalarının Yehova’sı ilahilerini kusuyordu. Bayraklar dalgalanıyor, vaiz kürsüleri çınlıyordu. Ypres’de. Dublin’de. Gelibolu’da. Belfast’ta. Borazanlar böğürüyor, yoksullar ölüyordu, “ (O’Connor 2016: 465) diyerek kıtlığın, sömürünün zamansız ve mekansız olmasına değiniyor; nitekim “Açlık yoksulları öldürüyor. Bayraklarını sormuyor.” (O’Connor 2016: 46) Elbet açlık ve yoksulluk bir gün son bulacak ama unutmamalı ki emperyalizm varlığını sürdürdüğü sürece açlık, kıtlık, zulüm hiç bitmeyecek.
- Denizler Yıldızı
- Yazar: Joseph O’Connor
- Çeviri: Süha Sertabiboğlu
- Baskı Yılı: Mayıs 2016
- Sayfa Sayısı: 492 Sayfa
- Yayınevi: Sel Yayıncılık
- Marat’ın Yahut Fikret’in Ölümü - 6 Mart 2017
- Bir Ağacı Bütünüyle Görmek… - 20 Şubat 2017
- Vurulduk Ey Halkım, Unutma Bizi! - 23 Ocak 2017
FACEBOOK YORUMLARI