Perec’in yaptığı sahiden de “şu oluyor, bu oluyor, o geldi, beriki gitti” demekten ibaret gibi görünüyor ilk bakışta. Kaldı ki, oturup böyle bir kitap yazmanın manâsız olduğu bile düşünülebilir.
Kent kavramı, şüphesiz, sosyal bilimlerde çalışılmaya oldukça müsait bir alan. Pek çok disiplinle entegre edilebilen kent, bunun dışında, sosyolojinin bir alt-uzmanlığı olarak bilinen kent toplum biliminde merkez konumda bulunuyor. Diğer bir adla kent sosyolojisi, modern kentlerin yapısal özellikleri ve sorunlarına ilişkin araştırmalara olanak sağlıyor. Gelgelelim, bütün bu akademik altyapının bize sunduğu ürünler, bir yerden sonra, kent kavramının içini boşaltıp araştırma konusuna yöneliyor, haliyle. Örnekse, Paris kentinin konu edildiği bir araştırma, nihayetinde Paris’ten kopuyor ve kent toplum biliminin ilgilendiği yapısal özellikler ve sorunlardan bir ya da birkaçına odaklanıyor. Sonuçta, içerisinde korkunç bir keşfedilebilirlik potansiyeli olan kentler, bu yönüyle ıskalanmış oluyor akademide. Bir eleştiri değil, mecburiyet, fakat böyle.
Öte yandan, edebiyat alt başlığıyla sanatın da kentlerle fevkalade bir ilişkisi var. Hemen her realist romanda, hikâyeye konu olan mekânın bir kent olduğunu görürüz. Genellikle fantastik edebiyat ve bilimkurgu kitaplarında rastladığımız yaratılmış kentler de, var olmasalar dahi, kenttirler en nihayetinde. Kurgu sınırları içerisinde “büyük ölçekli mekânlar” diyebileceğimiz kentler, okurun zihninde hikâyenin görselliğini sağlayan, hatrın ana malzemesini oluşturan yerlerdir aynı zamanda. Bu yönüyle de bir kıymetten bahsetmemiz mümkün. Roman ve öyküleri bir tarafa ayırıp, salt kentler üzerine çalışılan kitapları düşünelim şimdi. Birçoğumuzun aklına seyahatnameler gelecektir –ki az evvel bahsettiğim kurgu-mekân ilişkisini görebilmek adına iyi örnekler değildir pek çoğu. Bu noktada işimizi gören bir karmaşa var: Türkçe edebiyatta kentler üzerine yazılan kitapların, “gezi yazısı” diye kolaycı ve çirkin bir adla anılması durumu, bazı örneklerde sekteye uğruyor. Paris’le başladık, devam edelim: Enis Batur’un pekâlâ bir “kent okuması” olarak görülebilecek olan şahane kitabı Paris, ecekent, yayınevi tarafından “anılar” dizisine dahil edildi. Yazının konusu olan Bir Paris Semtinin Tüketilme Denemesi ise, Georges Perec imzalı bir deneme kitabı.
Perec’in deneysel bir metin yazmaya niyetlenmesi sonucu ortaya çıkan kitap, bir şekilde kurgudan arındırmış kendini. Deneyselliği bambaşka bir biçimde yorumlayan yazar, Saint-Sulpice meydanındaki kafelerde 1974 Ekim’inin üç gününü geçirmiş, tek tek not etmiş olanı biteni. Enis Batur’un “Bir şehirle ilişkiye girmek, bir yandan onunla tanışmayı sürdürmektir,” derken düşündüğü ne ise, Perec öncesinde kavramış bunu: Her gün ve her saat bıkmaksızın kendisini tekrarlayan şeyleri anlamlandırmanın, durağanlığın, beklemenin, tekrarın kıymetini bilmenin ve bir sandalyede saatlerce oturup geçen otobüsleri saymanın; yalnızca bir şeyleri anlamlandırmak, kıymet bilmek ve saymak olmadığını kavramış. Bütün bunların, esasen bir kenti tanımak ve tanıtmakla alakalı olduğunu, amiyane tabirle “bir kentin içine ancak böyle girilebileceğini” kavramış. Bir Paris Semtinin Tüketilme Denemesi, deneyselliğini bir tanışıklık arayışından alıyor, diyebiliriz.
Evet, Perec’in yaptığı sahiden de “şu oluyor, bu oluyor, o geldi, beriki gitti” demekten ibaret gibi görünüyor ilk bakışta. Kaldı ki, yukarıda değindiğim arayış göz ardı edilecek olunursa, oturup böyle bir kitap yazmanın manâsız olduğu bile düşünülebilir. Ya da, biraz daha derin bir bakış açısı şöyle diyebilir: “Bu metin, olsa olsa Paris üzerine yazılacak bir romanın mekân notları olabilir, ancak böyle işe yarar hale gelebilir.” Kaldı ki, problemin yattığı yer tam da o “işe yararlık” misyonunda. “Bir edebiyat eseri ne işe yarar?” ya da “Herhangi bir işe yaramak zorunda mıdır?” soruları tarih oldu artık. Kafasını -hâlâ- bu tip sorularla meşgul eden okurun uzak durması gereken bir kitap bu.
Buna karşın, bir metnin içine gizlenmiş çekingen bir detayla tatmin olabilen, bu sayede “kitabın içine girebilen” okur buyursun Bir Paris Semtinin Tüketilme Denemesi’ne, Perec’in neden geçen otobüsleri saydığını bir dinlesin mesela!
“Zamanı bölümlere ayırıyor, arka plandaki gürültüye belli bir ritim katıyorlar, üstelik biraz çaba harcanırsa ne zaman ortaya çıkacakları da tahmin edilebilir. Onların dışındaki her şey rastlantısal, belirsiz, düzensiz; otobüsler geçmek zorunda oldukları için geçiyorlar, ama bir arabanın geri gitmesini ya da bir adamın üzerinde Monoprix’nin M’si olan bir poşeti taşımasını ya da bir arabanın renginin mavi veya açık yeşil olmasını ya da bir kafe müşterisinin garsondan bir bira değil de bir kahve istemesini… zorunlu kılan hiçbir şey yok.”
- Bir Paris Semtinin Tüketilme Denemesi
- Yazar: Georges Perec
- Çevirmen: Ayşe Ece
- Yayınevi: Sel Yayıncılık
- Sayfa Sayısı: 64
- Baskı Yılı: 2015
- Surönü Diyalogları ya da Batılı Aydının Doğu’ya Öykünme Sorunsalı - 27 Haziran 2016
- Toplum Fotoğrafı - 17 Haziran 2016
- Ben Hiç Orhan Pamuk Okumamıştım - 17 Şubat 2016