Ercan Kesal’ın Peri Gazozu kitabı köpürerek, taşarak, uzaklarda çok uzaklarda yaşanmış hekimlik anılarını anlatıyor.
Kitabı bir çırpıda okudum. Sonrasında da yazarını fellik fellik aramaya çıktım sokaklara…Böyle bir şey olabilir mi? Olur…
Ercan Kesal’ın Peri Gazozu’nu okuduktan sonra gerçekten onunla konuşmayı o kadar istedim ki… Okuduklarım, yıllardan beri içimde birikmiş bazıları tozlanmış, bazıları kaybolmaya yüz tutmuş, bazıları bilerek köşeye bucağa saklanmış bir sürü öykümün neredeyse benden bağımsız ayağa kalkmasına, unuttuklarımın, gizlediklerimin derinlerden çıkıp ortalara dökülmesine sebep oldu. Taşan öykülerimi paylaşmak, başkalarınınkini dinlemek, hatırlamak, düşünmek için ben de gittim başka arkadaşlarımı buldum Ercan Kesal yerine…
Aynı zaman diliminde benzer deneyimleri yaşamış olmak ruhları ne kadar çok yaklaştırıyor! Seksenli yılların Türkiye’sinde Anadolu’nun çeşitli yerlerine fırlatılmış yeni mezun olmuş hekimlerdik ve daha çok genç… Ne kadar çok öykü yaşanmıştı o uzaklarda. Uzaklar bazen kilometrelerce mesafede, yollarını kar kaplamış dağ köyleri bazen de mesafeler yerine hiç yaşamadığımız tahmin bile edilemeyecek kadar uzak farklı hayatların içindeydi. Yaşıtlarımız daha hayatı hiç ölüm yokmuş gibi algılarken biz yeni mezun genç doktorlar hemen morg ve otopsiyle tanışmıştık. Kitapta anlatılan morg öyküleri saklı belleğimden teker teker ortaya döküldü okuduktan sonra. O adli nöbetlerin acımasız tutsaklığı… Tıp fakültesinde sadece iki haftalık bir adli tıp stajı gördükten sonra Anadolu’ya fırlatılan genç bir hekim olarak gecenin hangi saatinde geleceği belli olmayan o kara cipi kulağı kapıda ve ruhu korkuyla büzüşmüş olarak beklemek. Nereye gideceğini ve ne yapacağını bilmeden beklemek… Genç parçalanmış bedenler, sırtından bıçaklanmış hamile bir kadın, kendini asmış yaşı belli olmayan soğuk yüzlü bir adamcağız… Nasıl yaptığını bilemeden otopsinin üstesinden gelmek ve inanılmaz insan öykülerin içerisine düşmek…
Bir sürü akademik bilgiyle mezun olmuş genç bir doktorun görev yerinde gördüğü en basit gerçeklerin karşısında nasıl da afallaması… Hasta ateşten bayılmışken yan odada elindeki kocaman kitapların sayfalarını heyecandan ölecekmiş gibi kalbi çarparak karıştırmak… Penisilin alerjisinden hastanın ölüvermesi hemencecik. Ne kadar çok öykü varmış hepimizde bu kitabı okuduktan sonra… En acıklısı benim yaşadığım diyor bir arkadaşım, hayır benimkisi gibi olamaz diyor bir diğeri. Peri Gazozu’nun öyküleri nasıl da köpürerek çoğalıyor. En acıklısı, insana en dokunanı da “durumum müsait değil doktor bey!” derken bir yandan da utancından yüzünü gözünü saklamaya çalışan o ezilmiş büzülmüş soluk benizli adamlar. Sanki suç kendilerininmiş gibi…
Hekimliğin ilk yıllarında adına mecburi hizmet denen ‘mecburen yaşayıp, mecburen göreceksin’ denilen o yıllarda sanki bir Haneke filminin seyretmekten öte, içine girmiş gibisinizdir. İnsanın görmek istemediği gerçekleri acıtırcasına gösteren en koyu dram filmleridir Micheal Haneke’nin filmleri. Dramın karası demek belki daha doğru. Kitaptaki öyküler, kendi yaşadıklarım, arkadaşlarımın yaşadıkları ve eminim duymadığım daha sayısız dramatik öykü… Bir farkla: İnsan ruhunun dayanamadığı “Haneke filmlerini seyredememek” diye bir mazeretiniz olabilir. Filmi seyretmez ve çıkarsınız. Ama Ercan Kesal’ın anlattığı “Peri Gazozu” öykülerini bir kere okuduktan sonra anlatılan hayatların içine girmemek gibi bir seçimi yoktur okurun. En tecrübesiz, en incinmemiş, en savunmasız olarak Anadolu’nun bağrına fırlatılmış o hekimliğin ilk mecburiyet yıllarında çoğumuz bu dram öyküleri içine tanık veya kurtarıcı kahraman olarak girmiştik. Tabii ki zamanla alışarak daha tecrübeli, daha büyümüş ve daha çok incinmiş olarak çıkarak. Aynen şimdi bu öykülerin okurları gibi.
Ercan Kesal’ın Peri Gazozu kitabı köpürerek, taşarak, uzaklarda çok uzaklarda yaşanmış o hekimlik anılarını anlatıyor.
Siz de bir “Peri Gazozu” alın ve köpürterek için benim gibi…
- Peri Gazozu
- Yazan: Ercan Kesal
- Yayınevi: İletişim Yayınları
- Sayfa Sayısı:198
- Baskı Yılı: 2013
- YOKSULLUĞUN DERİN HALİ: AÇLIK - 18 Mart 2021
- Mahcubiyet ve Haysiyet - 7 Kasım 2020
- Martin Eden’i Okumak veya Okumamak - 22 Ağustos 2020
FACEBOOK YORUMLARI