Denizin ortasındaki uçurumlar, bilinmeyenin ürpertisi, beyaz kefenin temsil ettiği ölüm, Poe’nun yaşamındaki korkuların simgesidir.
“The Narrative of Arthur Gordon Pym of Nantucket” kısa öyküleriyle tanınan, gotik ve fantastik edebiyat geleneğinin önde gelen yazarlarından Edgar Alan Poe’nun 1837 ile 1839 yılları arasında tamamladığı yegane romanıdır. İlk kez 1999 yılında “Arthur Gordon Öyküsü” adıyla Türkçeleştirilen roman yayınevlerinin klasiklere gösterdiği ilgi sayesinde farklı edisyonlarda farklı isimlerde yayımlanıyor.
1809 yılında Boston’da doğan Poe’nun, toplamı kırk yıl tutan yaşamı, çocukluğundan başlayarak acılar içinde geçmiş, kumar ve alkol tutkusu nedeni ile üniversiteden ve askeri akademiden atılmış, karısı veremden ölmüş, borçları ona bir dergi çıkarma şansı bile tanımamıştı. Buna rağmen Kısa yaşamına “Nantucketli Arthur Gordon Pym’ın Hikayesi” (1839) romanını, “Tales o The Grotesk ve Arabesk” (1840) ile “Tales” adlı hikaye kitaplarını sığdırmakla kalmadı kitaplaşmayan bir dolu şiir, deneme ve eleştiri yazısı da bıraktı arkasında.
Romantizmle Rasyonalizm Arasında
Yaşamındaki bütün uyumsuzluklar, buhranlar, fırtınalar edebiyat ürünlerine eksiksiz yansır. İki farklı -çelişik- kişiliği, daha doğrusu düşünceyi yansıtmıştır öykülerinde; romantizmle rasyonalizm arasında kendine özgün bir yerdedir Poe. İlki, fantazyanın derinliklerinde, ölüm, gizem, karabasanlarla dolu romantik başkaldırıyı temsil eder. Hikayelerinin önemli bir bölümü Poe’nun bu yönüne ilişkindir. Diğer yanda, mantıki kavrama yeteneğini sergileyen, muammanın çözümünü tanık ifadelerine, nesnelerin durumuna, bütünüyle maddi olana dayandıran, dolayısıyla Aydınlanmacı bir tarzda yazılmış öyküleri yer alır. Bu yönüyle Poe, “şeylerin insanlardan daha önemli bir rol aldığı bilimsel ve analitik edebiyata öncülük etmiş”, yalnızca polisiye edebiyatın temellerini atmakla kalmamış, yarattığı Dupin tiplemesini ard arda yayınladığı üç öyküsünde kullanarak, polisiyelerin seri geleneğini de başlatmıştır.
Polisiye türe olan ilgime rağmen, Poe’nun fantastik hikayelerini daha çekici buluyorum. Hele gotik türe girenleri, mesela “Sarkaç”, “Usher’lerin Malikanesi”, “Kızıl Ölüm’ün Maskesi” gibiler, sadece edebiyatta değil, beyazperde uyarlamalarıyla da izleyenleri ürpertecek nitelikte. Ve bütün hikayelerinde kişisel deneyimlerinden ve çaresizliklerinden bir şeyler bulmak mümkün. Mesela “Hans Pfaall’ın Duyulmadık Serüveni”, alacaklılarından kurtulmak için bir balonla aya doğru yükselen Hans Pfaall’ın kurtuluşunu anlatır; yazarın kendi borçlarından sıyrılma isteğini de… “Berenice”deki dişleri sökülmüş kadın cesedi ve mezardan gelen çığlıklar, çok genç yaşta yitirdiği -aynı zamanda kuzeni olan- karısının ölümünden duyduğu dehşetin göstergesidir. “Bon-Bon”da, şeytanın bile almaya değer görmediği bir hayatı olan alkolik, Poe’nun yaşamındaki hiçliktir aslında. Diri diri gömülme korkusu bir çok hikayesinin merkezindedir.
Poe’ya tutkunluğu ile bilinen, ve onun Fransa’da tanınmasını sağlayan Baudelaire’in yazar hakkında söyledikleri Poe’nun trajedisini şok güzel özetler; “Ne kadar içler acısı bir trajedidir Edgar Poe’nun yaşamı! Onun ölümü, başarısızlığı yüzünden ürkütücülüğü artmış korkunç bir sondur! Okuduğum belgelerin tümünün bende uyandırdığı ortak kanı, Amerikan Birleşik Devletleri’nin Poe için geniş bir hapishaneden başka bir şey olmadığı yolundaydı. Bana sorarsanız Poe, havagazıyla aydınlatılmış bu büyük barbarlıkta değil, daha temiz kokan bir dünyada nefes alabilmek için yaratılan varlığının ateşli çırpınışları içinde arşınlıyordu hapishanesini. Bu sevimsiz çevrenin etkisinden kurtulabilmek için gösterdiği sürekli çaba, onun bir şair ve hatta bir ayyaş olarak iç dünyasını, ruhsal yapısını belirleyen tek etkendi.”
“Bir Şişede Bulunan El Yazması”, Poe’nun bütün anlatım inceliklerini sergilemesi ve “Arthur Gordon Pym’in Olağanüstü Serüveni“ne giden yolu göstermesi açısından iyi bir örnek. Aynı zamanda kısa öykü yazımı için teorik bir açılım da sağlayan “Bir Şişede Bulunan El Yazması”, okuyucu rehavet içine sokan bir girişle başlar. Öyküyü anlatan kahramanın kendisidir. Cava adalarından başlayan bir gemi yolculuğuna katılmıştır. Her şeyin son derece sakin göründüğü, geminin rüzgarsızlık nedeni ile yerinden kıpırdamakta zorlandığı bir anda, anlatıcı bize bir tehlikeden bahseder; gördüğü bulut, sam yellerinin habercisidir. Artık merakımız kışkırtılmıştır. Nitekim aniden baş döndürücü bir hız kazanır hikaye; fırtına patlamış, kamaraları basan su nedeni ile bütün tayfalar ve kaptan boğulmuştur. Sürüklenen gemide, kahramanımız yaşlı bir adamla birlikte dehşet içinde akibetini beklemektedir. Birden, kapkara denizde hızla sürüklenen bir gemi çıkar karşılarına. Geminin yaşlı tayfaları bilinmeyen sözcükler mırıldanmakta, anlatıcıyı ise farketmemiş gibi görünmektedirler. “Sonra karanlıkların içinde dikilen, belli belirsiz, kocaman buzdan duvarlar ve kutuplarda, dört ağızdan okyanusu yutan bir uçurum“. Anlatıcının ve eski geminin yaşamın öte tarafında olduğunu açıkça söylemeden sezdiriverir Poe. Bu hikaye, Norveç’te geçen “Maelström’e Dönüş”e olan benzerliği ile de dikkat çeker.
Bilinmeyen Coğrafyaların Ürpertisi
Denizler, okyanuslar, uzak diyarlar neden bu kadar etkilemişti Poe’yu bilemiyoruz. Muhtemelen çocukluk döneminde Amerika ile Avrupa arasında yaptığı iki gemi yolculuğunun çağrışımları var. Ama o çocuksu hayalgücünü bir yetişkinin mantık zinciri ve olgun bir edebiyatçının üslubuyla birleştirmesini çok iyi biliyor.
Anlatılan, Grampus adlı gemiye kaçak olarak binen Nantucketli Pym’in başından geçen gerilimli ve olağanüstü serüvendir. Ancak Poe, kendisini geriye çekmiş ve yazar rolünü Arthur Gordon Pym’a bırakmış. Kurguya göre roman Poe’nun ısrarı ile kaleme alınıyor. Hikayenin “gerçekliği”ni vurgulayan bir de önsöz var;
“burada; 1827 senesinin haziran ayında, güney denizlerine giden Amerikan briği “Grampus”un güvertesinde çıkan isyanın ve yapılan korkunç katliamın ayrıntıları yer almaktadır. sağ kurtulanların gemiyi tekrar ele geçirmeleri; geminin batması ve bundan sonra korkunç bir açlık çekmeleri; İngiliz uskunası “Jane Guy” tarafından kurtarılmaları; bu gemiyle Atlantik Okyanusu’nda kısa bir süre seyahat etmeleri; geminin seksen dördüncü güney enlemindeki bir takımadada saldırıya uğrayıp ele geçirilmesi ve tayfasının öldürülmesi; o korkunç felaketin ardından sağ kalanların daha da güneye gitmeleri ve inanılmaz maceralar yaşayıp keşiflerde bulunmaları anlatılmaktadır.”
İçindeki serüven tutkusunu yenemeyen Pym, arkadaşının babasının kaptanı olduğu gemiye köpeği ile birlikte kaçak olarak biniyor. Daha yolculuğunun tadına varamadan, kanlı bir isyana şahit oluyor ve sağ kalan iki tayfa ile birlikte kurtarılmayı bekliyor azgın okyanus dalgalarının ortasında. Poe, açlıktan birbirlerini yemeye hazır, ama ahlaki değil araç gereç yokluğundan bu işi gerçekleştiremeyen insanların vahşileşen duygu ve düşüncelerini hem ürkütücü hem de mizahi bir dille anlatınca, ortaya çok canlı bir deniz macerası çıkıyor. Sona yaklaşıldığında Antartika’ya düşüyor gemi. Roman buradaki “vahşiler”in attıkları, bir tür dini ayini hatırlatan “tekeli-li” çığlıkları ve “şimdi bizi almak için bir uçurumun açıldığı çağlayanın kollarına doğru büyük bir hızla koşuyorduk. Ama yolumuz üzerinde, kefene sarılmış ve hiç bir insanın olamayacağı boyutta kocaman bir insan sureti belirdi. Ve suretin teni kar gibi beyazdı” cümleleriyle noktalanır.
Noktalanır dememiz sözün gelişi; “Arthur Gordon Pym’in Olağanüstü Serüveni”, Poe tarafından tamamlan(a)mamış bir romandır. Belki tamamlanmamış da sayılmaz; Poe, okuyucuda tam da böylesi bir tamamlanmamışlık hissi uyandırmak ya da büyük sırrın ifşasını başka yazarlara bırakmak istemiştir. Gerçekten de Pym’in kabusunu açıklamaya çalışan ünlü isimler çıkacaktır ortaya. Mesela Poe ile Baudelaire’ın çevirileri sayesinde tanışan Jules Verne’in The Sphinz of the Ice Fields’i (Buzlar Sfenksi) bu bitmemiş hikayeyi sona erdirme denemelerinden ilkidir. Daha derin bir etkiyi fantastik-korkunun büyük ustası Lovercraft’ın hikaye ve romanlarında görmek mümkün. Umberto Eco da, “antlı Ormanlarında Altı Gezinti” adlı inceleme kitabında anlatı yapısını tartıştığı “Arthur Gordon Pym’in Olağanüstü Serüveni”ne, son romanı “Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi”nde göndermeler yapmıştır.
Poe’nun karabasanları, okuyucuyu hayrete düşürmek, veya korkutmak için kaleme alınmış biçimsel öğeler değildir. Denizin ortasındaki uçurumlar, bilinmeyenin ürpertisi, beyaz kefenin temsil ettiği ölüm, Poe’nun yaşamındaki korkuların simgesidir. Özellikle “Kalabalıkların Adamı” hikayesiyle Walter Benjamin’in de ilgisini çeken Edgar Alan Poe, “19.Yüzyıl Amerikan edebiyatında romantik eğilimleri, lanetli sanatçı damgası ile Eski ve Yeni dünyayı, Amerika’nın edebiyata yansıyan öncü ruhu ve heyecanı ile, Avrupa’nın düşünsel, estetik ve metafizik kaynaklarını bir araya getiren bir doruktur.” Onun dünyasında ölümcül sarkaç hiç durmaksızın sallanıyor ve sallandıkça da yaklaşıyor!
- Mary Shelley’in Yaratığı - 4 Şubat 2018
- Jules Verne’in Fantastik Dünyası - 28 Kasım 2017
- Dorian Gray’in Portresi; Yazarını Yok Eden Roman - 19 Ekim 2017
FACEBOOK YORUMLARI