
Alvtegen, cinayet, suç, şiddet gibi konuları irdeleyen bir tarzda yazmanın yazara bundan farklı bazı şeyleri vermek sorumluluğunu da yüklediğini düşünen bir yazar.
Ülkesinde “gerilim romanları kraliçesi” olarak anılan Karin Alvtegen 1965 yılında İsveç’in Huskvarna kentinde doğdu. Ansızın gelen bir esinle başladığı edebiyat kariyerinde ard arda yazdığı Skub (Suç-1998), “Saknad” (Yitirilen–2000), “Svek” (İhanet-2003), Shame (Utanç-2006) ve “Skugga” (Gölge-2007) romanlarıyla büyük bir ün kazandı. Hemen her romanı ödüllere boğulan yazar “Skugga” ile hem Danimarka hem de İsveç’te en iyi suç romanı ödülüne değer görülmüştü.
Yitirilen Neydi?
Alvtegen, her kitabında kendisine göre yeni bir şeyler bulmaya çalıştığını söylüyor; “Ancak bu şekilde kendi kalite standardıma ulaşmam mümkün. Böylelikle yazmadaki zevkimi de kaybetmiyorum. Kimseyi taklit etmek de istemiyorum. Kendi yolumu bulmaya çalışıyorum. Evet, bir amacım var, ama şunu da söylemeliyim: Ben öncelikle kendim için yazarım. Oturup ayrı bir dünyayı oluşturabildiğim için mutluyum. Üzerimde giderek daha büyük bir sorumluluk hissediyorum. Okuyucularım artıyor ve belli talepleri beraberinde getiriyorlar.”
Bu talebin başında toplumun ve bireyin gerçekçi bir tasarımının yansıtılması geliyor. Alvtegen de söz konusu talebi insan psikolojisinin gerçekçi çözümlemelerini yaparak karşılıyor. Yazarın psikolojiye ilgisi yazmaya başlamadan hemen önce, 1996 yılında geçirdiği büyük depresyon ve panik ataktan sonra artmış. Psikolojik dinamiklerin insan bilincine ve davranışlarına yaptığı büyük etkiyi kendi deneyimiyle birleştirerek çarpıcı metinler üretiyor. Mesela “Sahem” (Utanç) romanının isminin sebebi, utanç duygusunun bütün kültürlerde gözlenen evrensel bir psikolojik durum olması.
Türkçeye çevrilen ilk romanı “Yitirilen”de bir seri katil hikayesi anlatmıştı. Ama polisiye tarafı işin bahanesi. Alvtegen evsiz, sistemin dışında kalmış, dışlanmış, hiçbir saygınlığı olmadığı için özel hayatı medya tarafından umarsızca didiklenen 30’lu yaşlarda bir kadının yaşama savaşına odaklanırken refah toplumunun görülmeyen, gösterilmeyen öteki yüzüyle, özgürlükle deliliğin bir tutulduğu bağnaz bir rasyonellikle hesaplaşıyordu. İsveç’in steril toplumuna hakim olan iki yüzlü ahlakı, evsiz ve yoksul Sybilla’nın gözünden eleştirirken dili ve gözlemleri keskindi.
“İyi bir polisiye, aslında bir cinayeti konu alan, güzel ve edebi bir romandan başka bir şey değildir” fikriyatından hareketle, hikayesine gerilim öğesini katmıştı Alvtegen. İşlemediği cinayetlerin bir numaralı sanığı durumuna düşen bu dışlanmış kadının temize çıkmak için katilin izini sürmesini, kadının geride bıraktığı hayat hikayesiyle paralel bir kurguda anlatan “Yitirilen”, iyi bir polisiye, iyi bir toplum eleştirisi ve iyi bir romandı.
İhanetin Bedeli
“İhanet”te de hayatın içinden, alışılageldik bir olaydan yola çıkarak mükemmel bir gerilim atmosferi yaratmayı başarıyor. Bu bir mutsuz evlilik, ihanet ve intikam hikayesi. İsveç’te kendi kuşağından bir çok kişinin evliliğinin boşanmayla sonuçlandığı gerçeğinden yola çıkan Alvtegen’in bu romanı kadın-erkek ilişkileri üzerine çarpıcı bir bakış. Boşanmanın insanlar üzerindeki yıkıcı etkilerini, duygusal alt üst oluşları, hassasiyetleri, ruhları yaralanmış bireylerin tehlikeli yaratıklara dönüşünü çok iyi gözlemleyen Alvtegen, düşmanlığa varan bu süreci kriminal bir hikayeye dönüştürmüş.
İhanet, kadın-erkek ilişkilerinin günümüzdeki sıradan görünümlerinden birisi. Kabul edelim ki çoğu insan yaşamış ya da yaşatmış, kimisi gizlemeyi başarmış kimisi eline yüzüne bulaştırmıştır. Alvtegen, ünvanına yakışır biçimde ele almış bu sıradan ama acı verici durumu. Psikolojik boyutlarıyla irdelerken insanın içindeki yıkıcı dürtülerin kestirilemez sonuçlarını öne çıkarmış.
Dört farklı ilişki, dört farklı ihanet var hikayede; arasındaki ilişkilerin ortak paydası istemek ve reddedilmek. Suçu, acıyı ve şiddeti de işte bu gerilim doğuruyor. Ama sadece ihaneti, karşısındakine sahip olma isteğini ve reddedilmeyi, bundan doğan şiddeti tartışmıyor. Kadın ve erkeğin evlilikteki rollerini, ilişkilerdeki değişimi, tükenişi de anlatıyor. Hem de daha ilk satırdan. Roman kahramanlarının evliliklerindeki sorunun ilk ortaya döküldüğü sahneyle açılıyor perde. Kadının “yani gelecekteki birlikteliğimizi gerçekten sorguladığını mı söylemek istiyorsun?” sorusuna erkeğin verdiği “Bilmiyorum” yanıtıyla başlayan ve her ikisinin de iç sorgulamalarla geçirdiği saatler… Yalanlar, susuşlar, gizlenen öfkeler, akla ilk gelen çareler, panik ve heyecan… Yaşanan bu anın iki çehresini her iki karakterin bakış açısından aktarmış Alvtegen.
“Artık birlikteyken eğlenemiyoruz” demiştir adam. Kadın çaresizdir. Oysa o ana dek direksiyonda hep kadın oturmuş, her şeyi erkeği merkezine alarak sürdürmüştür. Ama bir kaç kısa cümleyle yaşamı üzerindeki kontrolü -kocası- onun elinden almıştır; kadının ne istediğinin hiç bir önemi yoktur, şimdi her şey kocasının insiyatifine kalmıştır. Altvegen, evlilikteki bu eşitsiz rol dağılımını şöyle özetleyecektir;
“Kadın ilkin yapılması gerekenleri yapıyor, gerçekten yapmak istediklerini ancak daha sonra zamanı kalırsa yapabiliyordu. Erkek de tam tersini. Ve erkek yapmak istediği şeyleri yapmayı bitirdiğinde yapılması gereken her neyse çoktan yapılmış oluyordu. Kadın ona gıpta ediyordu. Kendisi de böyle davranmayı çok isterdi. Ama o zaman her şey çökerdi. Kadının tek hissettiği şey bir kerecik direksiyonun başına erkeğin geçmesi için duyduğu tanımlanamaz özlemdi. Dinlenebilsin diye birazcık oturmasına izin vermesi için. Kısa bir süre de olsa ona yaslanmasına izin vermesi için. Bunun yerine erkek, parasını daha yeni ödedikleri kanepede oturmuş trafik haberlerini izliyor, artık onunla birlikteyken eğlenmediği için ortak geleceklerini sorguluyordu.”
Bir de erkek cephesinden bakalım meseleye; kadın ailesinden model aldığı evliliğinde bir sorun görmezken, erkek kendi anne ve babası gibi olmamaya, ruhsuz bir birlikteliği sürdürmemeye niyetlidir. Kendi başına mı vermiştir bu kararı. Kuşkusuz hayır. Ev hayatının monotonluğundan uzak bir ortamda karşısına çıkan genç, güzel, canlı bir kadınla mukayese etmektedir karısını;
“Kadın (karısı) bir an bile onun gerçekte ne hissettiğini anlamamıştı. Can sıkıntısı ve her şeyin önceden bilinebilir oluşu onu yavaş, ama kesin bir şekilde boğmaya başlamıştı. Yaşamın yarısı geçip gitmişti ve gerisinin de neye benzeyeceği belliydi. Asla bundan ötesi olmayacaktı. Yapmak istediği her şeyi daha fazla ertelemenin olanaksız olduğu an gelip çatmıştı. Bir gün yapmayı planladığı her şey. Evet, o bir gün gelmişti şimdi. Söz dinler gibi bir yana ittiği bütün düşler ve beklentiler seslerini yükseltmeye başlamış, ona ne yapacağını giderek daha çok dayatır olmuşlardı.”
Ancak yine de son sözler söylenmez. Gece yalanlarla kapanır. Kadın şüpheli erkek huzursuzdur. İtiraf edilemeyen ya da kabul eilemeyen gerçekler her ikisini de bambaşka davranışlara sürükleyecektir.
Alvtegen, cinayet, suç, şiddet gibi konuları irdeleyen bir tarzda yazmanın yazara bundan farklı bazı şeyleri vermek sorumluluğunu da yüklediğini düşünen bir yazar. Başkalarının duygularına eşlik edebilmek, onlara saygı duymak, bir davranışın sonuçlarını göstermek ve bir düşünce oluşturmak gibi… “İhanet”te tam da bunu yapmış. Romanın merkezine insanı ve insanın karanlık iç dünyasını yerleştirmiş.
Her ne kadar polisiye adlandırması yapılsa da, ‘kan’ dökülmüyor, ‘şiddet’i görselleştirmiyor. Ama kan ve şiddet olmadan da gerilim yaratabiliyor. “İhanet” hayatın kritik anlarında insani zaafları yakalamak konusunda polisiyelerin barındırdığı potansiyeli gösteren güzel bir roman. Elbette bu polisiyeleri diğer türlere üstünlüğü anlamına gelmiyor. Zaten Alvtegen’i bir tür içine sıkıştırmak da doğru değil. Alvtegen’in sözleriyle bitirelim; “Bir türün diğer türden iyi olduğuna inanmıyorum. Türler sadece farklıdırlar. İyi bir kitap, iyi bir kitaptır; bu türe bağlı değildir.”
- Yitirilen
- Yazar: Karin Alvtegen
- Çeviri: Deniz Canefe
- Türü: Polisiye
- Baskı Yılı: 2005
- Sayfa Sayısı: 268 Sayfa
- Yayınevi: Can Yayınları
- İhanet
- Yazar: Karin Alvtegen
- Çeviri: Deniz Canefe
- Türü: Polisiye
- Baskı Yılı: 2008
- Sayfa Sayısı: 268 Sayfa
- Yayınevi: Can Yayınları
- Mary Shelley’in Yaratığı - 4 Şubat 2018
- Jules Verne’in Fantastik Dünyası - 28 Kasım 2017
- Dorian Gray’in Portresi; Yazarını Yok Eden Roman - 19 Ekim 2017
FACEBOOK YORUMLARI