
Michael Dibdin, Zen özelinde polisiye okuyucularının hemen ısınacağı farklı bir dedektif tiplemesi çiziyor.
“Zen” dizisini bir kaç yıl önce izlemiştim. BBC yapımı dizi, her biri bir sinema filmi uzunluğunda üç bölümden oluşuyordu. Aksiyondan ziyade olayların ardındaki karmaşaya ve karakterlere ağırlık veren, biraz ağır ilerlemekle birlikte temposu giderek tırmanan başarılı bir diziydi. İngiltere’de çok iyi eleştiriler almasına rağmen -Michael Dibdin’in aynı adlı polisiye dizisinden uyarlanan- TV filmlerinin devamı gelmedi. Üç bölümde kaldı. Michel Dibdin 1988 yılında başladığı Zen dizisini 2007’de -ölümüyle- noktaladığında ise on bir kitaba ulaşmıştı. “Fare Kral” işte bu dizinin ilk kitabı.
İtalya’nın her yanı kriminalleşmiş, siyasetinden sermayesine her kesimi mafyalaşmış, gündelik hayatını bir polis müfettişinin gözünden didikleyen “Zen” dizisinin yazarı Michael Dibdin bir İngiliz. 1947’de doğmuş. İngiltere ve Kanada’da İngiliz Dili eğitimi yapan Dibdin ilk romanı “The Last Sherlock Holmes Story”nin (1978) yayımlanmasının ardından İtalya yerleşmiş ve dört yıl Perugia Üniversitesi’nde öğretmenlik yapmış. İtalya’dan ayrıldıktan sonra yazdığı “Fare Kral”ın 1988 Altın Hançer ödülü kazanması ve gördüğü ilgi üzerine yazarlığı meslek haline getiren Dibdin’in bu dizi dışında -hepsi de polisiye türde- yedi romanı daha bulunuyor.
Evden uzakta
1988’den 2007’ye, yirmi yıllık uzun bir zaman yayılan on bir kitaplık “Zen” dizisi İtalyan toplumunun dışarıdan görünmeyen kendine özgü işleyişine ve özel “hukuk”una müfettiş Aurelio Zen’in bakış açısıyla nüfuz ederken, bu ilginç karakter de romanın merkezine yerleşiyor.
Aurelio Zen, Roma’da görevli bir müfettiş. 40’lı yaşların sonlarında, sessiz, sakin bir adam. Mesleğinde yükselecek gözüyle bakılan parlak bir memurken Aldo Moro olayında amirlerinin bir açığını yakaladığı için kızağa çekilmiş, Roma emniyetin unutulmuş bir odasında masa başı işlerle uğraşırken emekliliğini bekliyor. Kısacası karşımızda İtalya polis teşkilatının “looser”larından bir anti kahraman var.
Bir Raymond Chandler hayranı olan Michael Dibdin Aurelio Zen tipini yaratırken belli ki Chandler’in Philipe Marlow’undan etkilenmiş. Biraz yorgun, biraz alaycı ama hiç bir ayrıntıyı ıskalamayan gözlemleri keskin bir dedektif. Hayat felsefesi de benziyor Marlow’a; kendine özgü adalet anlayışıyla, dünyayı değiştiremeyeceğini bilmesine rağmen kendi doğruları uğruna sonuna kadar gitmekten vaz geçmiyor.
Zen’i içinde bulunduğu kasvetli ortamdan bir tesadüf kurtarır. Perugialı zengin bir işadamının kaçırılmasını soruşturmakla görevlendirilmiştir. Yetkililerin yasak savmak için üzerine yıktıkları bu görevi başarmak hiç kolay değil. Öncelikle Ruggiero Miletti’nin kaçırılmasının üzerinden neredeyse altı ay geçmesi yerel soruşturmayı iyice laçkalaştırmış durumda. İkincisi Zen hakkındaki dedikodular Perugia’ya kendisinden önce ulaşmış. Yani burada da meslektaşları tarafından benimsenmiyor. Üçüncüsü Perugia halkının yabancılara karşı -en hafif tabiriyle- hoşnutsuzluğuyla karşı karşıya. Dördücüsü Ruggiero Miletti’nin zenginlikle başı dönmüş -hepsi de şüpheli- çocukları Zen’e yardımcı olmaktan çok güçlük çıkarıyor. Beşinci ve son olarak ortalıkta o kadar çok komplo teorisi, o kadar çok yalan yanlış bilgi dolaşıyor ki neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamakta güçlük çekiyor Zen. Soruşturmayı yürüten savcı da -komünistliğinin de etkisiyle- Miletti’lerin defterini dürmek için -işin içinde ailenin parmağı olduğunu ileri süren- komplo teorisine bel bağlayanlardan…
Evinden uzakta, kurtlar sofrasında tek başına kalan Zen, fidyecilerin ansızın yeniden ortaya çıkması ve ard arda işlenen cinayetlerle bir kez daha çaresiz durumdadır. Herkesin cephe aldığı Zen’in müfettiş olarak Perugia’daki varlığı sona ermek üzereyken elindeki bütün kozları kullanmaya ve işi mutlaka sonlandırmaya karar verecektir…
Şeytan Üçgeni
Michael Dibdin, Zen özelinde polisiye okuyucularının hemen ısınacağı farklı bir dedektif tiplemesi çiziyor. Zen’in alaydan ziyade ironi ve kara mizaha yatkın espri anlayışı sayesinde olayların çarpıklığına yaptığı vurgu keskinleşmiş. Dedektifin gözünden bir iş adamının kaçırılma olayını değil İtalya’nın gündelik hayatını, insanlarını, kurumlarını, suç şebekelerini, bunların aralarındaki tuhaf ilişkiyi, suçun sıradanlaşıp kanıksanması sürecini izliyoruz. Görüntüleri canlı ve akılda kalıcı bir hale getirmek için İtalya coğrafyasını, şehirleri, kırları, tarihi eserleri çok iyi kullanıyor Dibdin. Ancak hikayenin odaklandığı asıl mesele suç ve suç organizasyonları.
Romanın girişindeki telefon konuşmaları o dönem İtalya’sının güçler dengesini ya da koalisyonunu ortaya koymaya yeterli. Zen’in kariyerindeki düşüş noktasının Aldo Moro cinayeti olarak seçilmesi de önemli. Böylece olayın ardında emniyet ve devlet güçlerinin varlığına işaret etmiş. “Fare Kral”da Micheal Dibdin derin devlet denilen şeyin aslında siyasetçiler, emniyet güçleri ve mafyatik sermaye gruplarının bir koalisyonu olduğunu, toplumun da buna rıza gösterdiğini hatırlatıyor.
Perugia’ya adım atar atmaz siyasi skandallardan özel hayata dair müstehcen olaylara kadar yayılan geniş bir dedikodu fırtınasına maruz kalır Zen. Bütün bunları en basit olayları bile çapraşık çeşitlemelerle dokumaya yönelik ulusal dehanın, herkesin içinde olduğu büyük bir komplonun güzel bir örneği olarak yorumlayacaktır. Herkes -susarak, gizleyerek ya da onaylayarak- bir biçimde dahildir kaçırılma olayına. Bölge savcısı bu durumu Fare Kral metaforuyla açıklayacaktır; “Fare kral, çok fazla sayıda fare çok küçük bir yerde ve çok büyük baskı altında yaşadığında ortaya çıkan bir şeydir(…) kuyruklarından birbirine bağlanmış otuz kadar fareden meydana gelen yaratığa fare kral denir (…) Hepsinin en belalısı, en yırtıcısı ve acımasızı, senin de söylediğin sürünün egemen hayvanı (…) Fare kral kendi kendisini yönetir. Herhangi bir tehdide otomatik olarak ve etkili biçimde karşılık verir. Her bir fare, diğerlerinin çıkarlarını savunur. Her birinin gücü, diğerlerinin de gücüdür“…
Peruggia kentini ve ahalisini ya da Miletti ailesini İtalya toplumunun temsili olarak değerlendirmek gerekir. Kentin dedikodulara ve komplolara ilgisi, zengin bir ailenin çürümesi, polis-siyasetçi-iş adamı ilişkisi ve diğer irili ufaklı olaylar, hepsi de o yılların İtalya’sının genel görünümünü ortaya koyuyor. Dibdin belki de “içeriden” biri olmadığı için çok daha objektif gözlemlerle rahatlıkla anlatmış İtalya gerçeğini. Ancak haksızlık etmeyelim, aynı dönemde İtalyan yazarları da benzer olayları eleştiri dozu yüksek siyasi polisiyelerle sorunsallaştırmışlardı. İtalya’nın geçirdiği sürecin Türkiye’de 70’lerden bu yana yaşanan siyasi, ekonomik ve toplumsal süreçle pek çok yönden örtüştüğünü fark edeceksiniz. Ne var ki süreç bu tarz polisiyelerin önünü açmadı. Suçu sadece edebiyata yüklemeyelim. Süreç benzer işliyor ama toplum tarafından değerlendirilme biçimi farklı. Türkiye’de her şeyin gizlenmeye bile gerek görülmeden açık açık tezgahlanışı, herkesin bilmesi, hatta onay vermesi belki de benzer siyasi polisiyelerin yazılmasının önüne geçiyor. 80 öncesinin, sonrasının, Susurluk kazasının, 2000’lerdeki siyasi karmaşanın, derin devletteki yeni yapılanmanın, cemaatlerle hükümet arasında önce MİT sonra yargı kurumu üzerindeki çekişmenin, faili meçhullerin, Roboski ve benzeri cinayetlerin gözler önünde gerçekleştiği halde hiç bir hayret ve tepki uyandırmadan geçiştirildiği bir ülkede polisiye yazmak hiç kolay olamasa gerek.
Türkiye’de asıl sorun eleştiri yoksunluğu, toplumun bu türden olaylara karşı duyarsızlığı. Duyarsızlık demek yanlış, toplum duyarsız değil, daha da kötüsü, gücü elinde bulunduranları kayıtsız şartsız destekliyor. Hukukun siyasallaşması, güçlü olanın dilediği gibi yönetmesi, insanların asılsız suçlamalar ve çakma delillerle yıllarca hapiste tutulması vicdanları rahatsız etmiyor. Siyasetten futbola kadar her yerde despotik bir liderin peşine takılan insanlar, liderlerinin keyfi, haksız, hukuksuz her türlü kararını alkışlamaya nedense çok hevesli… Fare Kral metaforu belki de İtalya’dan çok Türkiye’ye “cuk” oturuyor.
- Fare Kral
- Mary Shelley’in Yaratığı - 4 Şubat 2018
- Jules Verne’in Fantastik Dünyası - 28 Kasım 2017
- Dorian Gray’in Portresi; Yazarını Yok Eden Roman - 19 Ekim 2017