Rüyalar, Balıklar ve Bunun Gibi Şeyler İçin Yazılmış Birkaç Sayfa

Yaptığı sistem eleştirisinden dolayı ilgileneceğiniz, tuhaf olduğu için seveceğiniz, kullandığı alaycı kelimeleri yüzünden hoşlanacağınız, velhasıl okumaktan çok zevk alacağınız bir kitap Muz Beyazı…

 

Şehir büyük bir çöldü ve biz bu büyük kuma tuvaletini yapacak olan kedilerdik.
Burnuma zafer ve is kokusu geliyordu. Radyorüya oyunu başlamıştı.

Hep söylüyorum, yine tekrar edeyim; daha önce duymadığım, bilmediğim kitaplarla ve yazarlarla karşılaştığımda ayrı bir heyecan yaşıyorum. Tanıdığım bildiğim, bir kitabıyla yetinmeyip külliyatını almaya ve okumaya çalıştığım yazarlar var elbette. Ama yeni hayal dünyalarını keşfetmek ayrıca zevk veriyor. Selim Bektaş ve Muz Beyazı isimli kitabını bulduğumda da merak ve heyecan yaşadım. Ama aslında ben değil yazar buldu beni. Bir gün facebookumda bir mesaj; ‘Kitapeki’nde yazılarınızı çok beğeniyorum, yazdığınız kitaplar benim kitabın türüne benziyor genelde. Ben de size göndermek isterim kitabımı dilerseniz.’ Yeni bir kitaba hayır denir mi hiç? Hemen istedim tabi ki. Böyle oldu işte İthaki Yayınları’ndan Muz Beyazı ile buluşmam ve çok da harika oldu.

2013’ün Mart ayında ilk sayısının yayınlandığı Peyniraltı Edebiyatı dergisinin genel yayın yönetmeni olan Selim Bektaş eskiden yazdığı bir öyküsüne geri dönüp roman haline getirmiş. Daha önce benzerine az rastladığım türden, tuhaf mı tuhaf, gerçeküstü bir roman çıkmış ortaya.

Bir kamyon lastiği izi. Kanatları yakılmış bir böcek. Gazı kaçmış kola. Kırık bir dükkân camı. Morg görevlisi Mehmet Peru.

Getirilen cesetler karşılığında para verilen bir morgun çalışanıdır Mehmet Peru. Rüyaların, belediye tarafından birçok şey gibi yasaklandığı ve sadece Sarpa Salpa isimli bir şirketten parayla satın alma suretiyle görülebildiği bir şehirde yaşayan Mehmet, günün birinde gazetede bir indirim ilanı okur. Daha önce sadece kitaplardan okuduğu ve babasından dinlediği rüya alemine, aç kalma pahasına da olsa maaşının büyük bir kısmını vererek giriş yapar böylece.

Rüyayı alıp yatağıma geçtim. Sevdiğim pijamalarımı giyindim. Uzandım ve rüyayı küçük şeffaf su torbasından çıkardım. Taramalı tüfek gibi hareket ediyordu. Amatör ellerde tehlikeli bir silaha dönüşebilirdi. Daha fazla bakışmak ikimiz için de zararlıydı, ustaca bir hareketle ağzıma tıktım tüm rüyayı, kılçıkları ve başıyla birlikte. Ağzımın içinde bir savaş. Yağlı ve tuzlu. GULP!

Yaşadığı bu deneyimden sonra günün birinde, zaman zaman değişik kategorilerde sıraya dizdiği cesetleri bu sefer de ayakkabı numaralarına göre sıralayarak oyalandığı sırada morga tonton bir adam gelir. Bu adam rüyalar üstünde diktatörce tahakküm kuranların egemenliğini bozmak için bir icat yapmıştır. Rüya görme makinası olan Radyorüya’yı yaratan Vladimir Vian, Mehmet’in yardımını istemektedir. Beraberce makinayı birleştirecek ve herkesin rüya görmesi için çalıştıracaklardır.

Vladimir Vian’la böyle tanıştım. Son seri katil. Gerçek bir terörist. Dengesiz bir hokkabaz.

Anarşistçe bir işe girişen bu ikili bir süre sonra rüya şirketinin tuttuğu mafya elemanları ile baş etmek zorunda kalacaktır. Dahası bir süre sonra yönetim de işe karışacaktır. Neredeyse sıkıyönetime dönük bir baskı yapmaya kalkışan diktatör belediye ve tapınak yetkililerinden sıyrılıp istedikleri kaosu yaratabilecekler midir?

“Bugün, şu an, burada bulunan üç kişi, büyük bir oyuna başlamak üzereyiz. Belediye ve tapınağın on yıllardır süren saçma yasakları yüzünden en temel hakkımız olan rüyalar elimizden alınıp şirketlerin eline verildi. Şehirde yaşayanların ancak yüzde beşi ya da onu rüya görebiliyor. Onlar da ya karınca çiftliği sahibi ya da devlet ve din adamlarının aileleri. Biz ancak aylarca çalıştıktan sonra rastgele rüya alabiliyoruz. Bu durum değişecek dostlarım! Şehirdeki herkes rüya görecek.”

Bazı bakımlardan benzese de yaşadığımız dünyadan farklı bir mekânda geçen Muz Beyazı yazar ve başkaları tarafından absürd bir distopya olarak nitelendiriliyor. Otoriter ve baskıcı bir yönetim yer alsa da kitapta, ben distopya yerine tuhaf ve gerçeküstü roman demek istiyorum. Okurken gözümün önüne karanlık, gri tonlarda renklenmiş sahneler gelmedi. Ben daha çok canlı, neredeyse patlayan renklerden oluşan değişik kıyafetler, şapkalar giyen, hayatımızdaki araçlardan farklı taşıtlar kullanan insanları ve mimari şekilleri daha çok çizgi filmlerdeki gibi görünen binaları düşündüm.

Size biraz robot fillerden bahsedeyim. Sıkıyönetim zamanlarında ortaya çıkan bu filler bir teknisyen ve bir kardinal tarafından yönetilir ve insanları uyarı olmaksızın pizza hamuru kıvamına getirmekten hiç kaçınmazlar.

Sadece yaratılmış olan şehir ve karakterler değil, seçilen incelikli isimlerle, kullanılan kelimelerle de tuhaf ama okudukça daha çok kendine bağlayan bir etkisi var kitabın. Yazar Selim Bektaş’ın sevdiğini okuduğum ve kitabında göndermeler yaptığı Boris Vian’ın kitaplarını duymuşsunuzdur belki. Açıkçası bana kimi hatırlattığını bir türlü bulamamıştım okurken. Daha önce izlediğim bir filmi ya da okuduğum bir kitabı çağrıştırıyordu ama tam olarak hangisi olduğunu keşfedemiyordum. Yazıya başladığımda internetten yazarı ve kitabını araştırırken bir söyleşisinde rastladım Boris Vian’ın ismine ve birden ışık yandı. Gerçekten özellikle Yürek Söken isimli kitabı gibi tuhaf, bildiğimiz dünyadan bambaşka bir gerçeklikte yaşayan insanları anlattığını fark ettim Muz Beyazı’nın.

Haberleri dinlemek için radyoya uzandım. Radyo buraya geçen yıl gelen bir kadının midesinden çıkmıştı. Mucize gibiydi çünkü o sıralarda bir radyo istiyordum. Neyse ki onu öldüren tamirci adam kafasını dağıtmıştı da radyoya zarar gelmemişti. Tabii radyonun neden midesinde olduğunu anlayamadık. Galiba karnı acıkmıştı zavallı kadının.

Tıpkı Boris Vian’ın kitapları gibi pek sevdiğim Muz Beyazı isimli kitabı herkese önermek isterim. Ağırbaşlılıktan uzak, isyankâr bir alaycılığa sahip punkları hatırlatıyor bana. Yönetimleri garip bir mizahla eleştiren kitap bu yüzden daha da hoşuma gitti. Bu karlı günler sona erdiğinde bir kitapçıya koşarak almanızı ve sakin bir yer bulup hemen okumaya başlamanızı tavsiye ederim.

Vladimir Vian koşarken, paltosu pelerin gibi havalandı. Emekli bir Super-man gibiydi.

NOT: Yazımın başlığı yazarın kitabını bana gönderirken imzasına eklediği birkaç sözcüktür, daha güzeli aklıma gelmedi doğrusu…

  • Muz Beyazı
  • Yazar: Selim Bektaş
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: Ekim 2015
  • Sayfa Sayısı: 183 sayfa
  • Yayınevi: İthaki Yayınları

 

 

Perge Dündar
Latest posts by Perge Dündar (see all)
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

John Berger’den hafızalara kazınan 13 alıntı

Read Next

Koca yürekli Nazım’ın koca yürekli annesi

One Comment

  • Yazının başlığı muhteşem…
    İncelikli isimler, karakterler ve yaratılan şehir satırlarına geldiğimde çok sevdiğim bir kitabı anımsamıştım. (Balığın Esir Düştüğü Yer) Kitabı çok merak ettim, ilgiyle okuyacağım.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *