Hayalete Dönüştürülen Ölülerin Romanı

Şafakta Ayrılık, işkenceleri, ölümleri, katliamları merkeze alan bir roman değil. Daha çok tüm bunlar yaşanırken hayatta kalmaya çalışan genç bir kadının yaşamına odaklanıyor.

Egemenin iktidarını en çıplak haliyle sergilemesi, devlet terörünün üst düzeye çıktığı, hukuksuzluğun hukuksal düzenlemelerle teminat altına alındığı durumlarda gerçekleşir. Böyle zamanlarda baskı, şiddet ve cinayet normalleşir, insani duygular, tepkiler ve eylemler askıya alınır. Abdurrahman Aydın’ın Duvar’da yayımlanan son yazısında bir kere daha hatırlattığı gibi: “Egemen şiddetin en çıplak haliyle yöneldiği bir insan, ölümün ve hayatın kayıt envanterinin dışına atılmış bir insandır; dolayısıyla bir ‘insan’ değildir. İnsani anlamda bir hayata sahip değildir belirli bir simgesel evren içerisinde. Ölmez örneğin, ‘tesirsiz hale getirilir’. Ölebilir bir varlık olmadığı için gömülemez de. Gömülemeyen ya da gitmesi gereken yere usulünce gönderilemeyen her ölü bir hayalete dönüşür.[*]

Gloria Lise’in, Şafakta Ayrılık romanı tam da hayalete dönüştürülen ölülerin hikâyesini anlatıyor. Yazar, romanında Arjantin’de Kurşunlu Yıllar adıyla anılan 24 Mart 1976 askerî darbesi ve sonraki yedi yılı kapsayan zaman diliminin ilk yıllarını konu ediniyor. Kitap, Tucuman’da ılımlı solun lideri Atilio Sandoval’in darbeden bir gün önce başkanı olduğu sendikanın penceresinden atılmasıyla açılır. Atilio’nun apolitik sevgilisi Berta, darbeyle birlikte Tucuman’da kalamayacağını anlayarak ülkenin iç taraflarındaki akrabalarının yanına kaçar. Berta için saklanma süreci, Arjantin için ise ölüm politikasının pürüzsüz uygulanacağı yıllar başlamıştır.

Arjantin’de darbe sonrası dönemde, bizim de yabancı olmadığımız bir süreç yaşanmıştı. Aşırı sola karşı başladığı öne sürülen operasyonlar, iktidara muhalefet eden herkesin ortadan kaldırılacağı bir katliama dönüşmüştü. Resmi rakamlar, dönem içinde neredeyse 20 bin kişinin “kaybolduğunu” belirtirken, gerçek rakamın ise en az 30 bin olduğu tahmin ediliyor. Darbe sonrası dönemde toplu mezarların dışında, askerî uçaklarla okyanusa atılan cesetlerin olduğu tespit edilmişti. Darbeciler Arjantin’de, ölüm politikasının katıksız bir örneğini sergilemişlerdi. Hukuksal olarak hiçbir güvenceye sahip olmayan insanın cenazesinin kaldırılması da gereksizdi.

Bir Genç Kızın Gözünde Darbe

Şafakta Ayrılık, işkenceleri, ölümleri, katliamları merkeze alan bir roman değil. Daha çok tüm bunlar yaşanırken hayatta kalmaya çalışan genç bir kadının yaşamına odaklanıyor. Aynı zamanda Berta’nın, kendisiyle, düşünceleriyle, inançlarıyla hesaplaşmasını takip ediyoruz kitap boyunca. Aslında politikayla ilgilenmeyen, derslerini çalışıp annesinin istediği gibi doktor olmaya çalışan Berta, darbenin gelmesiyle birlikte tüm hayallerinin nasıl yıkıldığına şahit olur. Kitabın ilk cümleleri felaketin yaklaştığının habercisidir. Berta, sevgilisi Atilio’nun cesetine bakar ama öğrenilmiş bir çaresizlikle, onu tanımıyormuş gibi yapıp, en kayıtsız ifadesiyle olay yerinden uzaklaşır.  Ölüyü sahiplenmenin bile yasaklandığı bir çağ başlamıştır. Berta’nın kişisel hesaplaşması bir süre sonra iktidar mekanizmalarının farklı biçimleriyle yüzleşmeye dönüşür. Mesela cenazelerin bile kaldırılamadığı bir yerde, “bunca kaçırılmayla, işkencelerle, kurşunla ve kanla dolu gecelerde Tanrı neredeydi? Çocuklar anne babalarından ayrılırken, karı kocalar birbirlerinden koparılırken, kardeşler, arkadaşlar birbirlerinden ayrı düşerken neredeydi bu Tanrı?”  diye sorar.

Bu sorulara rağmen Lise, yaşanan çıplak gerçeklerden elinden geldiğince uzak durmaya çalışır. Çünkü çıplak gerçek, insanlığını yitirmiş bir dönemin gaddarlığına odaklanmak zorundadır. Gaddarlığın, neredeyse pornografik düzeyde yansıtılışı ise çoğu zaman edebi etkinin zayıflamasına neden olur. Kitabın vahşi gerçeklikten –ölümler, işkenceler, kaçırılmalar vs- sıyrılıp, insan hayatına odaklanması, Berta’nın şahsında bir dönüşüm hikâyesine evrilmesi, gaddarlığın sömürülmesi riskine de panzehir oluyor.

Ağza Alınmaması Gereken Konular

Lise, aynı zamanda halkın darbeyi karşılama biçimini de eleştiriyor Şafakta Ayrılık’ta. Kargaşa dönemi bitti diye sevinenlerden, ülkede hiçbir şey yaşanmıyormuşçasına günlük hayatına devam edenlere kadar herkes Lise’nin eleştirilerinden nasibini alıyor. O dönemde medyanın rolüne ilişkin, Türkiyeli okurlara yabancı olmayan, şu satırlar da ilgi çekici: “Yayınlanan tüm haberler ölen insanlarla alâkalıydı, derken gazeteler bu haberleri yazmayı da kesti; olan hiçbir şeyle ilgili hiçbir bilgi yayınlamamaya başladılar. Artık kimse bunlardan konuşmuyordu bile çünkü bunlar, kimsenin ağzına bile almaması gereken konulardı. Eğer birileri bir yerlerde ölenler, hayatta kalmayı başarabilenler ya da her türlü baskıyla ilgili bir haber yazıyorsa bile yazdıkları her şey buhar olup uçuyordu.”

Şafakta Ayrılık, ölüm politikasının hâkim olduğu tüm coğrafyaların hikâyesini anlatıyor aslında. Hayata karşı ölümü, özgürlüğe karşı tutsaklığı,  inada karşı çaresizliği savunanların dünyasının nasıl karanlık olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.

[*] Yazının tamamına bu linkten ulaşabilirsiniz: https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/04/24/kaldirilamayan-cenazeler-ulkesi/

  • Şafakta Ayrılık
  • Yazar: Gloria Lise
  • Çeviri: Sevda Deniz Karal
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: 2019
  • Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
Doğuş Sarpkaya
Vinkmag ad

Read Previous

yine yakmak varmış mektupların ucunu

Read Next

Hayata tutunma ve yaşam mücadelesi: Ondancı

One Comment

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *