Yunus’la, Karacaoğlan’la, Pir Sultan’la… Yaşar Kemal’le on yıllar boyunca yaşanan böylesine derinlikli bir ilişki sonucunda ortaya çıkıyor, Livaneli’nin kitabı.
İKİ SEVGİLİ, BİR ROMANCI
Sonunda yemin töreni denen şey yapılıyor ve genç adam askeri birliğin kapısında sevgilisiyle buluşuyor. İlk kez yaşadığı 30 günlük hasretle kucaklıyor onu. Her molada, her zorlukta bu sıcaklığın hayalini yaşamıştı. Bir de gelirken yarım kalan kitaptaki atmosferi, acıları, umudu. Yer Demir Gök Bakır romanının anlatımı, dili nasıl da çağırıyor! İşte koşarcasına yürüyor. Hem de sevdiğiyle, el ele!
Sevgilisi, omzuyla itip şakacı bir sesle, en çok kimi özlediğini soruyor. Dalgın genç yanıtlıyor: “Yaşar Kemal’i”. Ve hemen kendine geliyor, şaka yapmış gibi davranıyor.
GÜNCEL VE KADİM BİR İLETİŞİM
Yaşar Kemal bu memleketteki her okuryazara birçok anı bırakmıştır. Dünyanın dört bir yanındaki okurlara da. Düşünen, okuyan milyonlarca insana mutlaka bir etkisi olmuştur. Daha da olacaktır. Hatta okumamış olanlara da. Kim bilir kaç yıl daha, kaç yüzyıl daha devam edecek bir etki bu.
Zülfü Livaneli’nin hayatındaki Yaşar Kemal’in yeri ise, kuşkusuz bambaşkadır.
Çocuk yaşta okuduğu İnce Memed’i, bir kitaba hayatında ilk ve son kez yaptığı biçimde kaldırıp öpen Zülfü için en sevilen yazardır elbette Yaşar Kemal. Yeni öğrendiği İnce Memed türküsünü çalmak üzere kapısını çaldıktan sonra, onlarca yıl boyunca sürekli görüştüğü bir ustadır. Daha güzel bir dünya, daha özgür bir memleket uğruna verilen mücadelede bir yoldaştır. Tutsaklık, sürgünlük, yoksulluk günlerinde dayanışma içinde bulunduğu bir dosttur. Neşeli günleri, başarıları, şakaları paylaştığı bir arkadaştır. Hayata dair düşüncelerin geliştirilmesinde, derin duyguların yaratılmasında, bir bestesinin ilk çalınmasında, bir yazısının ilk okunmasında, Yaşar Kemal hep üretim sürecinde yer alan bir dinleyicidir, okurdur.
Ete kemiğe bürünüp Zülfü diye görünmek, biraz da bunlarla ilişkilidir. Bu, “Bir ben vardır bende, benden içeri” durumunu hepimizin içindeki Yunus’un, Karacaoğlan’ın, Pir Sultan’ın doğrudan veya dolaylı etkisi sayesinde hissedebiliriz.
Böylesine derinlikli bir ilişki sonucunda ortaya çıkıyor, Livaneli’nin Yaşar Kemal kitabı.
OYUN DEĞİL, HAYAT
Livaneli, Yaşar Kemal’in “Çukurova’yı anlatan romancı” diye tanımlanması durumunda anlaşılamayacağını vurguluyor. Evrensel insan hikayesini anlatırken, daha da önemlisi bunu anlamaya çalışırken, Yaşar Kemal’in kullandığı laboratuvarlardan biridir Çukurova. “Bir roman dünyası yaratmak” diyor buna Livaneli ve ekliyor: “O dünyayı gerçeğinden ayırmak, bir mikrokozmos olarak kendi evreni haline getirip bu yolla bütün insanlığı anlatmak.”
Yaşar Kemal’i birazcık tanıyan her okur, onun roman anlayışının “insanı anlatmak”a dayandığını bilir. İnsanı, koşulları içinde anlatmak. Belli bir zamanda, belli bir durumda ele alınan insana derinlemesine bir bakış, elbette başka zamanlarda ve başka durumlarda geçerli insan nitelliklerini de görünür hale getirecektir.
Bu nedenle, en başından beri ortaya çıkmış bütün büyük anlatıcılar, aynı kökten gelir gibi ortak özelliklere sahiptirler. Livaneli her dönemdeki akımlar, modalar konusunda “Biri geliyor, biri gidiyor.” diyerek köke sadık kalmanın önemine dikkat çekiyor. “Yasar Kemal bana edebiyatta, müzikte, resimde, hangi dalda olursa olsun oyun oynamamayı öğretti.”
Kitabın adı da buradan geliyor: Bir Japon hikayesinde, ustalığı bile aşan kartal avcısının artık oksuz, yaysız, araç gereçsiz kartal avlama aşamasına ulaşması gibi; Yaşar Kemal’in roman hilelerini, yazış tekniklerini ve dil kurallarını aşmış anlatımındaki o büyük “saf”lıktan!
İMGELER, DÜŞÜNCELER
Karlı Stockholm sokaklarında Anadolu türküleri söyleyerek dolaşan dostlar. Paris’te Abidin Dino’yla sohbetler. Elysee Sarayı’nda Fransa Cumhurbaşkanı tarafından “kumandan” ilan edilirken Yaşar Kemal’in yüzünde beliren muzip gülümseme. Cengiz Aytmatov’la birlikte karlı Alatav dağlarının dibinde geçen günler. Yaşar Kemal’in Kremlin’deki konuşması üzerine Gorbaçov’un “Bu sözlerinize oy veririm” demesi. Ölüm oruçlarında hayat kurtarmak için çırpınmak. Mahkemelerde hapis kararı verenlere Yaşar Kemal’in “Ben de sizi mahkûm ediyorum!” diye haykırması.
Bir kaleydoskopa bakar gibi okuyoruz kitabı. Gözümüzün önündeki çarpıcı görüntüler sürekli değişiyor. Zihnimize ulaşan her bir imge, birçok düşünceyi tetikliyor; bir düşünsel şenlik yaşıyoruz.
Dostlar geçiyor sayfaların içinden, dost isimler. Erdal Öz, bunlardan sadece biri. Yaşar Kemal ona “Gerçeğin dili güzel oluyor” diyor. Yaralısın romanının önsözünde, övgüsünü esirgemeden dile getiriyor: “İyi bir roman gerçek hayattan daha gerçektir.”
Bunca düşünceden ve anıdan söz edince, bir not düşmeden geçmek olmaz. Livaneli, “Yasar Kemal son yirmi yılda edebiyatın yanı sıra sürekli olarak Kürt sorununu gündeme getirir olmuştu.” diye tanıklık ediyor. “Belli ki bu konuda çok dertliydi, içi yanarak konuşuyordu.”
HEDİYELER YARATMAK
Livaneli, İsveç’te geçen hasret dolu ilk ve en zor yıllardan sonra, tehlikeli de olsa dayanamayıp İstanbul’a dönmüş, Yaşar Kemal’le dolaşmaktadır. İsveç’in havasındaki karanlık ve mültecilik sızısı hızla dağılmaktadır. Belediye otobüslerinin üzerindeki yazılar bile, nasıl da coşku vermektedir ona!
“Tabelalar Türkçeydi; demek ki benim okumam için yazılmışlardı, bana sesleniyorlardı. Çevremdeki kalabalıktan kulağıma çalınan laf kırıntılarını kaçırmıyordum. Anadilim konuşuluyordu. Balıkçı tezgâhlarının yanında bekleyip balık kapmaya uğraşan kedilere bile baktıkça, ‘İşte Türk kedisi’ diye düşünüyordum, ‘bizden.’ Ağaçtaki serçeler de bizdendi.”
Livaneli, “Boğaz pırıl pırıl parlıyordu, ömrümün en mutlu gününü yaşıyordum.” diye anlatıyor. “Bir kez daha derinden kavradım ki, ben bu toprağı seviyorum, buraya aitim.”
Belli ki böyle hissetmesinde, İstanbul’u Yaşar Kemal’le birlikte dolaşmasının payı büyük: “Yasar Kemal o gün bana İstanbul’u hediye etmişti.”
Anlıyorsunuz ki, en büyük hediye, zaten hep var olan bir şeyin anlamının yeniden yaratılmasıymış.
Bize de Zeynel hediye etmemiş miydi İstanbul’u. Ege’yi Çakırcalı, Ağrı Dağı’nı Gülbahar ve Ahmet, Karınca Adası’nı Poyraz Musa… Romanlarındaki karakterleriyle Yaşar Kemal bize umudu, aşkı, dereleri, insanlık onurunu, birdenbire patlayan çiçeklerin güzelliğini hediye etmedi mi?
BİR ROMANCI, İKİ SEVGİLİ
Askeri birliğin önünde bıraktığımız sevgilileri, on yıl kadar sonra, 2006’da, Kuruçeşme’deki 35. Yıl Konseri’nde görüyoruz. Artık evliler. Çeşitli şarkıcılardan Livaneli şarkılarını dinliyorlar. Konsere 10 dakika ara verilince, kadın kocasını dirseğiyle dürtüp “Bak” diye ön sırayı gösteriyor. “Yaşar Kemal’in orada oturuyor.” diyor. “Koş, git konuş onunla.”
Birbirlerine bakıp gülümsüyorlar. Kadının yüzündeki sitem ifadesi birdenbire anlayışlı bir sevince dönüşüyor. Gitmiyor elbette adam. Yaşar Kemal’le beş dakika ayaküstü görüşmek, o kadar önemsiz ki.
O ön sırada, yıllar boyunca, kitaplar boyunca görüşülmüş bir Yasar Kemal oturuyor. Yüzlerce yıllık bir birikim, bir kültür oturuyor. Derviş Yunus, Karacaoğlan, Şeyh Galip, “Nuh’a beşikler vermiş” Anadolu o. Zaten hep yanı başımızda, hep içimizde.
BAŞKALDIRI – BİLİNÇ
Yaşar Kemal’in yapıtlarında tekrar tekrar yarattığı gerçekliklerin başında, en kadim insanlık durumlarından biri olan başkaldırmanın bilinci geliyor. Neredeyse bütün karakterlerindeki olumlu ve olumsuz özellikler, boyun eğmek veya eğmemekle ilişkili biçimde gelişiyor.
Başkaldırmak, bilinçlenmekten öncelikli bir konu olarak ortaya çıkıyor Yaşar Kemal’de. Yani kahramanları bilinçlendiği için başkaldırmıyor, başkaldıran özellikleri geliştikçe bilinçleniyorlar.
Livaneli’nin önsözde belirttiği gibi, ileride Yaşar Kemal üzerine önemli tezler, nitelikli araştırmalar yazılacaktır. Herhalde başkaldırı-bilinç meselesi, Yaşar Kemal incelemelerinde ele alınacak temel konulardan biri olacaktır.
Biz de Livaneli’yle birlikte hep tekrar edeceğiz:
Sağ ol Yaşar Kemal. Bizi hiç yanıltmadığın, bu toprakları yürekten sevdiğin ve karanlık korku imparatorluğuna cesaretle karsı çıktığın için.
- Gözüyle Kartal Avlayan Yazar, Yaşar Kemal
- Zülfü Livaneli
- Doğan Kitap
- Şubat 2016
- 248 sayfa
- İbrahim Meleknaz’ı Seviyor! - 16 Şubat 2017
- Karanlığı Dağıtan Aydınlık - 5 Ocak 2017
- HAYIR’lı Bir Roman - 2 Şubat 2017
One Comment
Karanlık korku imparatorluğu, günümüzü çok güzel anlatan bir benzetme olmuş. Umarım cesaretli insanlar çoğalır ve Yaşar Kemal’e layık bir toplum oluruz.