Erol Üyepazarcı “Sahaftan” başlıklı yazıları ile KitapEki okurlarına farklı okuma deneyimleri önermeye başlıyor…
Kitap Eki’ne gücüm yettiğince başta polisiye romanlar olmak üzere yeni çıkan kitaplar hakkında yazılar yazmaya çaba göstereceğim. Kitap Eki okurları yazarınızın 77 yaşında olduğunu unutmamalı; arada sırada aksatırsam kusuruma bakmasınlar.
Yazarınız bibliyofili ile bibliyomani arasında ince çizgide yürüyen bir kitap çok severidir. Evinde 35.000’e yakın kitabı ve en önemlisi sabırlı bir karısı vardır.
Yeni kitapları anlatırken artık sahaflarda müşteri bekleyen eskinin ilginç yapıtlarından söz etmeyi de düşünmüş ve sevgili Aziz Hatman’a bu fikrini açıklamış ve onun vasıtasıyla Kitap Eki yöneticilerinin olurunu da almıştır. Bundan sonra yeni kitap eleştirileri yanında sahafiye eski ilginç yapıtlardan da ara sıra söz edecektir.
Bugün ilk olarak şimdi sahaf dediğimiz kitapçı dükkânlarından başlayan İstanbul’daki Osmanlı dönemi kitabın macerasından söz ederek bu konuya adım atalım istedim. Sahaf aslında sahhaf diye yazılıp okunmalıdır, Arapça sahf sözünden üretilmiştir; bugünkü anlamıyla eski kitap alıp satan değil kitap alıp satan kimse, kitapçı anlamına gelir.
İstanbul’da geçmiş yüzyıllarda kitap nerede ve nasıl satılırdı sorusunu sorarsak akla sahhaf esnafı gelir. Her esnaf grubu gibi sahhaflara da 1460’lı yıllarda tamamlanan Kapalıçarşı’nın içinde özel bir mekân verilmiştir.
Bugün halıcıların işgal ettiği söz konusu mekânda sıra sıra sahhaf dükkânları bulunurdu. 1970’li yıllara kadar, burada “Sahhaflar Sokağı” tabelası görülebilirdi, sonraları kaldırıldı. Bugün işlevini tamamen yitirmiş olan Sahhaflar Çarşısı ise, XIX. yüzyılın son senelerinde büyük İstanbul depreminden sonra sahhafların yerleştiği Bayezit Camii’nin haziresinin yanında, Fesçiler kapısı ile Beyazıt Meydanı arasında mahalde bulunmaktadır.
İstanbul’un eski sahhaflarından birçok yapıtta söz edilir. Eskilerin “şarkiyat” dediği doğubiliminin kurucularından olan ve “1001 Gece Masallarını” ilk kez bir batı diline çeviren ünlü müsteşrik yani doğu bilimci Antoine Galland (1646 – 1715); 1670’de İstanbul’a elçi olarak atanan Fransız sefiri Nointel’in sekreteri ve tercümanı olarak geldiği İstanbul’da günü gününe anılarını kaleme almıştır. Dilimize de çevrilen bu anılarında sahhaf esnafından uzun uzun söz eder; onlardan aldığı minyatürlü ve minyatürsüz Türkçe, Arapça ve Farsça kitapları anlatır. Bu değerli yapıtlar Paris’teki ünlü Ulusal Kütüphane’nin çok zengin olan Doğu Dilleri Bölümü’nün ilk nüvesini oluşturmuştur.
Aynı yıllarda sevimli Evliya Çelebi’miz de renkli anlatımıyla sahhafları bize tanıtır. Ona göre sahhaflar Kapalıçarşı’nın önemli esnafları arasında sayılır. Çarşının dört kapısından biri olan kuzeydeki kapısı “Sahhaflar Kapısı” diye anılır. 60 sahhaf dükkânında iki yüzün üstünde sahhaf çalışmaktadır. Bunların dışında “ayak sahhafı” denilen ve torbalar içine koydukları kitapları satan gezginci sahhaflar da vardır. Lonca sistemiyle çalışan sahhaf esnafını, sahhaflarca seçilen “sahhaflar şeyhi” yönetir.
Doğal olarak o dönemin sahhaflarında yalnızca yazma eserler satılmaktadır. Basma eserlerin sahhaflarda satılması Tanzimat döneminde yani XIX. yüzyılın özellikle ikinci yarısında başlar.
Sahhaflarda yeni yazılmış veya kopya edilmiş kitaplar yanında eski kitaplar da satılır. Eski kitaplar daha çok ölen bir kitapseverin terekesinden gelirdi; “kassam” denilen resmi görevliler kitaplara değer biçer ve kitaplar sahhaflar şeyhine teslim edilir, onun gözetimi altında açık artırma ile satılırdı. Ancak loncanın yazılı olmayan kurallarına göre usta ve yaşlı sahhafların pey sürdüğü kitaplara yeni sahhaflar talip olamazdı.
Türk kökenli Bulgar araştırmacı Orhan Salih, ülkemizde ilk matbaanın kurucusu olan İbrahim Müteferrika ile ilgili ilginç çalışmasında; ilk matbaamızda toplam 9.700 tane basılan 16 kitabın satılmayan 2.981 tanesinin İbrahim Müteferrika’nın terekesinde mirasçılarına kaldığı ve kassamlar tarafından bu basılı kitaplara 2.450.640 akça değer biçildiğini yazmaktadır.
Kapalıçarşı’nın en sessiz dükkânları sahaflardı. Buraların müşterileri ilim, irfan sahibi kişiler olduğundan sessizliğin bozulmamasına özellikle dikkat edilirdi. Genelde dükkânlar küçüktü, hatta küçüklüklerini belirtmek için “dükkânçe” denilirdi. Tabanlar tahta olup yere halı serilirdi. Sahhaflar ve müşterileri bunların üzerine bağdaş kurup otururlardı. Raf sistemi yoktu, kitaplar öbekler hâlinde üst üste dizilir, sırtları değil alt kenarları gözükürdü. Kitabın ismi de bu alt kenara yazılırdı.
Basılı eserlerin çoğalması aslında XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra hız kazanmıştır. Basılı kitaplar, ilk dönemlerinde çoğunu Acemlerin işlettiği tütün ve tömbeki satan dükkânlarda satılırdı. Kitapların üstünde bu dükkânların ismi yazardı. Daha sonraları çoğu Ermeni olan kitapçıların ortaya çıktığını ve piyasaya egemen olduklarını görüyoruz. Bunların en tanınmışları Arakel, Kaspar, Vatan, Asır Kitaphaneleri idi. Bunların tamamının sahipleri Ermeni idi. Daha sonraları bunların arasına sahipleri Türk veya Müslüman olan Kitaphane-i Hilmi (1960’lı yıllara kadar yaşamış olan ünlü Hilmi Kitabevi), İkbal, Ebüzziya Tevfik ve Cemiyet Kitapevleri katıldı. Bu kitapevlerinin neredeyse tamamı bugün Ankara Caddesi olarak bilinen Bâb-ı âli Caddesi’nde idiler. Basılı kitaplar artık bu kitabevlerinde satılıyordu. Bu kitapevleri kitaplarını tanıtmak için o zamanların deyimiyle “esami-i kütüp” yani kitap isimlerini kapsayan kataloglar yayınlıyorlardı. Bu işin öncülüğünü Arakel Kitabevi yapmış onu diğerleri izlemişti.
Beyoğlu’nda ise o zamanlar “Cadde-i kebir” denilen İstiklal Caddesi’nde yabancı dillerde kitap satan dükkânlar vardı, örneğin Fransızların ünlü yayıncısı Hachette’in bir şubesi açılmıştı.
Erken Cumhuriyet döneminde de bu durum devam etti. İstanbul’un kitap satış mahalleri Bâb-ı âli Caddesi ile İstiklal Caddesi üzerinde yoğunlaşıyordu. Özellikle bir kitapsever olan Ziyat Ebüzziya’nın İstiklal Caddesi üzerindeki “Kitap Sarayı” ve Necdet Sander’in yine aynı cadde üzerindeki ve Şişli’deki kitapçı dükkânları dikkati çekecek kadar özel yerlerdi.
Sahhaflar Çarşısı ise 1970’li yıllara kadar yazma veya basma eski kitapların satıldığı bir mekân olarak şimdi de bulunduğu yerde kitapseverlere hizmet etti. Bu satırların yazarı gençliğinde bu çarşının müdavimlerinden idi. Raif Yelkenci, Aslan Kaynardağ, Ekrem Karadeniz, Ahmet Tanyeli, Muzaffer Ozak daha sonraları da İbrahim Manav, Halil Bingöl gibi işinin ehli sahhaflardan karınca kaderince epeyi kitap aldı. Bu yıllarda bu çarşının çok ilginç müdavimleri vardı. Bunlar kitapçokseveri olan kişilerdi. En tanınmışları İbnülemin Mahmut Kemal İnal’dı. O çarşıya gelince hangi dükkânın önünden geçse dükkân sahibi ayağa kalkar ve kendisini saygıyla selamlardı. Diğer önemli kitapçokseverleri arasında Şevket Rado, Süheyl Ünver, Mükrimin Halil Yinanç, Hilmi Ziya Ülken, Kazım İsmail Gürkan, Seyfettin Özege, gazeteci Hakkı Tarık Us ve Ömer Sami Coşar, Hasan Âli Yücel, Necmettin Hilav isimlerini hatırlayabildiklerim.
Ne yazık ki 1980 ihtilalinden sonra Belediye’de göreve gelen askeri yönetim, Bayezit Meydanı’ndaki seyyar kırtasiye ve kitap satanları çarşıya alınca bu düzen bozuldu. Bugün, Sahhaflar Çarşısı yeni kitap ve kırtasiye satan dükkânlarla doldu ve işlevini yitirdi. Ancak kentin başka mahallerinde örneğin Beyoğlu Balıkpazarı’ndaki Aslıhan’da, Kadıköy Mühürdar’da Akmar Pasajı’nda ve Moda da bir dizi sahhaf dükkânı açıldı. Bunların dışında ciddi anlamda Batı’daki sahhaflara benzer kurumlarda görülmeye başladı. Bunlar arasında maalesef eski şaşaasını kaybeden Tünel’deki Librairie de Pera’yı, Beyoğlu’ndaki Turkuvaz Sahafı, Anka Sahaf’ı, Simurg Kitabevi’ni, Kadiköy’de Lütfi Seymen, merhum Sami Önal ve Lütfi Bayer’in sahhaf dükkânlarını sayabiliriz.
İstanbul’da bir ilginç kitap arzı çeşitlemesi de 1987 ilk kez Librairie de Pera’nın başlattığı kitap müzayedeleri oldu. İzleyen yıllarda büyük rağbet gören bu müzayedelerde eski ve nadir kitaplar satılıyordu. Özellikle Librairie de Pera ve rahmetli Alaettin Eser’in düzenlediği müzayedeler büyük ilgi görüyordu. Bu müzayedeler için hazırlanan kataloglar ise kitapseverler için kıymetli birer başvuru kitabı niteliğindeydi. Uzun yıllar bütün şaşaasıyla süren bu müzayedeler, son yıllarda Alaettin Eser’in ölmesi ve diğerlerinin yanlış davranışları sonunda birdenbire gündemden kalktı. Son günlerde Simurg Kitabevi bu geleneği sürdürmek istiyorsa da çabaları eski güzel günleri geri getirmeye yetmiyor. Zaten bu işi internette yapan pek çok girişimci de var.
Kitap fuarları ise gittikçe gelişen mekânları ve iştirakçi sayısıyla kitapseverlere yılda bir hafta da olsa kitaplarla buluşma olanağı sağlıyor. Ancak fuar yerinin kent merkezine uzaklığı, park sorunu, benim gibi yaşı seksene dayanmışların aldıkları kitapları fuar yeriyle park yeri arasındaki neredeyse bir kilometreyi bulan mesafe dolayısıyla arabalarına taşımada çektiği sıkıntılar bu keyifi biraz gölgeliyor. Yine de kitap tutkunlarına kitap fuarını kaçırmamalarını öneririm. Çünkü kitapçıların çoğunda göremeyeceğiniz ilginç yapıtları bulabilme olanağınızın yüksek olduğunu unutmayın. Çoksatanlar listesine giren ne düğü belirsiz yapıtlar yanında adından medya tekelini elinde tutanların yayın organlarında hiç söz edilmeyen pek çok halis kitap sizi fuarda bekliyor, unutmayın.
- Unutulmuş Bir Yazı Emekçisi: İskender Fahrettin Sertelli - 17 Mayıs 2016
- Türkiye’nin İlk Yayıncı Kataloğu: Arakel Kitaphanesi Esami-i Kütübü - 11 Mayıs 2016
- Sahaflardan, kitap fuarlarına kitabın macerası - 26 Ocak 2016
One Comment
Elinize sağlık,çok faydalandım.