
Puslu bir cam arkasından bakıyor gibi olur hayat eskidikçe. Bir camın arkasından. Cam’da herkes kendinden bir şeyler bulabilir.
Daha yeni okuduğum, hem de çok severek beğenerek okuduğum, okuma toplantısındaki tartışmalardan sonra daha çok hayran kaldığım bu kitabın başına tekrar oturdum yeni baştan okumak için. Daha derine inmek maksadım. İlginç bir deneyim oldu benim için. Yeni bitirdiğim bir kitabı ara vermeksizin tekrar okumak. İşte bazı kitapları böyle okudukça yine yeni baştan okuyası geliyor insanın.
Kitabın kahramanı yaşlıca bir kadın. Yaşlıca bir kadın, kirlice bir ışığın doldurduğu bir odada hayatını daktilo ediyor bütün roman boyunca. Sıradan bir hayat. Mutsuz ve zengin bir çocukluk. Yazma dürtüsü. Mutsuz bir evlilik. Sonrasında gelen yalnızlık ve yaşlılık. Hüzünlü bir insanın öyküsü. Hayaller, beklentiler ve elde kalanlar üzerine. Genellikle yalnızlık. Bu yalnızlığı ve yaşlılığı paylaşan bir fare, bir aşk merdiveni, bir salyangoz var. Bunlar da yalnızlığın sıradan olmayan halleri.
Roman şimdi ve geçmiş arasında zaman atlamaları ile devam ediyor ve en etkili anlatım metotlarından biri olan ben diliyle anlatılmış. Haliyle kadın okurlar kendilerinden bir parça bularak ve kitap boyunca bazen kendilerine bazen roman kahramanına üzülerek ve yürekleri parçalanarak okuyorlar kitabı.
Cam metaforu. Cam bir duvarla çevrili hayatlarımız hatta kısa süreli anlık zamanlarımız. Yazar sayfa 52’de kitabının özetini vermiş gibi. Farenin camdan bakışını ve kafesinin içerisindeki koşuşturmalarını bakın nasıl anlatıyor: “Oraya buraya koşturuyor. Küçük metal çarkına tırmanıyor. Tekrar iniyor, ön patileriyle köpek gibi talaşları kazıyor. Ara sıra duruyor, yuvasının cam duvarlarından dışarı bakıyor. Pembe burnu seğiriyor. Hareketlerinin amaç dolu bir havası var ama aynı zamanda tamamen anlamsız görünüyor. Biri buraya bu eve girip beni izleyecek olsa benim hareketlerimin de fareninkinden pek farklı olmadığını görür aslında. Sadece hacmen farklı.”
Bu koşuşturmaların dünyaya heyecanla tutkuyla bakmanın, mutsuz bir evlilik ve hayal kırıklıklarıyla birlikte nasıl da solduğunu anlatıyor yazar. Şöyle yazmış: “Fakat bir süre sonra bütün bunlarla uğraşmaktan yoruldum ve dünyayı o eski haliyle, neredeyse hissedilmeyecek kadar tatlı aşinalıkları ve alışkanlıklarıyla görmeye geri döndüm.” (s.73 ) Kısaca hayata şaşırarak bakmanın sevincini ve coşkusunu nasıl yitirdiğini anlatıyor. Hayata şaşırarak bakmak ne kadar canlı bir ifade değil mi? Sanki kelimeler dans ediyor gibi. Hayata şaşırarak bakmanın sevincini genellikle çocukluk ve ilk gençlik yıllarımızda yaşarız ve bu sevinç bu coşku yaşımız ve yaşadıklarımız ile birlikte giderek körleşir. Puslu bir cam arkasından bakıyor gibi olur hayat eskidikçe. Bir camın arkasından. Cam’da herkes kendinden bir şeyler bulabilir.
Bu kitabın bir özelliği de yazmak üzerine harika metinler içermesi. Yazan veya yazmak isteyen herkesin okumaktan büyük keyif duyacağı bir anlatı. Neden yazıyorum veya neden yazmak istiyorum sorusuna cevap bulabilirsiniz. Yalnız yazmak üzerine değil, okumak ve çeşitli kitaplar üzerine de ilginç saptamalar var. Örneğin yazmak ve okumak ile ilgili Ullyses, Don Quixote ve Triastram Shandy gibi kitapları ayrı bir yere koyuyor. Bu kitapları okumadığım için üzülürken hepsini okumuş arkadaşlarım olduğu için de mutlu oluyorum.
Cam, her okuyanın her okuyuşta ayrı bir şeyin farkına varacağı çok güzel bir roman. Okuyun derim. Altını çizmeden geçemeyeceğiniz çok satır olduğundan kaleminizi de hazırlayın tabii ki…
![]()
|
- Mahcubiyet ve Haysiyet - 7 Kasım 2020
- Martin Eden’i Okumak veya Okumamak - 22 Ağustos 2020
- Bir Coetzee Romanı: Utanç - 26 Nisan 2020
FACEBOOK YORUMLARI