Sayfalarında İstanbul olan 14 muhteşem roman

İçinde İstanbul olan romanlardan keyif alanlar için Kitap Eki takipçileriyle beraber bir seçki hazırladık. Twitter hesabımızda takipçilerimize içinde “İstanbul” olan romanlarını önermelerini istedik. Takipçilerimiz de beğendikleri romanları önerdiler. Ortaya çok keyifli bir liste çıktı.

Tamamı Kitap Eki takipçilerinin önerileriyle oluşan seçkimizde büyük bir keyif alarak okuyacağınız romanlar var. 14 Kitaplık seçkimizi hiç vakit kaybetmeden inceleyelim…

1. İSTANBUL İSTANBUL | BURHAN SÖNMEZ

İletişim Yayınları

“Bir çocuk karanlığa kalmış ve dar sokaklarda yönünü şaşırmışsa orası İstanbul’dur. Eski sevgilisini bulmak için maceraya atılan gencin, siyah tilki kürkünün peşine düşen avcının, fırtınada sürüklenen geminin, dünyayı bir elmas gibi avucuna almak isteyen prensin, boyun eğmemeye yeminli son isyancının, şarkıcılık hayaliyle evden kaçan kızın, para babalarının, hırsızların ve şairlerin vardığı kent İstanbul’dur. Her hikâye burayı anlatır.”

Pus dağıldıkça çoğalan renkleriyle, surları, kuleleri, kubbeleriyle İstanbul… Kırmızı bir şal, siyah bir hırka, Berber Kamo’nun dükkânı, Şerafet Bey’in saati, Küheylan Dayı’nın tabancası… Yerin üç kat altında, küçücük bir hücrede dört adam, titreyip kıvranarak hikâyeler anlatıyorlar birbirlerine. Kaygıyla ve kahkahayla… İstanbul’daki zamanı, geçmiş ve bugün diye ayırmak yerine, yeraltındaki ve yer üstündeki zaman diye ayırarak, anlatıyorlar. Burhan Sönmez, acının ve her şeye rağmen umudun yörüngesinde dönen bir kenti, büyük bir romanla yeniden yaratıyor.

İstanbul İstanbul… demir kapının paslı sesi… “acıda herkes yalnızdır, sen de çözüleceksin…”

2. BİR KUZGUN YAZ | MEHMET ÜNVER

Yitik Ülke Yayınları

Bu kitabı okurken çokça gülecek, bitirdiğinizdeyse dayanamayıp bir kez daha okuyacaksınız. Güzel günleri anlatıyor bu roman. Bir zamanlar, yaşamın bugünkünden çok farklı bir şekilde sürmüş olduğu yerlere ve hep özlemle andığımız günlere götürüyor bizi.

Altmışlı yılların başında, havası, suyu henüz kirlenmemiş, insanları çileden çıkmamış, sokakları milyonlar tarafından çiğnenmemiş bambaşka bir İstanbul’u anlatıyor bize. Boğaziçi’nin en şirin muhitlerinden biri olan Kuzguncuk ve birbirinden ilginç insanları geçmişin unutulmaz anılarına zemin oluşturuyor. Sayfaları çevirdiğinizde keşke birisi bunları yazsaydı diye içinizden geçirdiğiniz o unutulmaz günlerin geri geldiğini göreceksiniz…

3. BİR GÜN TEK BAŞINA | VEDAT TÜRKALİ

Ayrıntı Yayınları

Vedat Türkali’nin edebiyatımızda klasikleşen eseri Bir Gün Tek Başına, toplumun kargaşasında birbirlerine tutunan insanların dramını ve umudunu anlatıyor:

“Ağır ağır çıktı odadan, banyoya girdi, şofbeni yaktı, suyu açtı. Büyük bir gürültüyle akan suya baktı, elini tuttu, ılıktı tam istediği gibi. Fakat yine de bir türlü giremiyordu suyun altına. Değişmek istemiyorum da ondan. Bu suyla birlikte içindeki her şey akıp gidecek. Sonra yavaşça girdi. Hiçbir şeyin akıp gideceği yok. Ne kolay öyle! Korkaksın da ondan. Her şey hemen değişiversin istiyorsun. Sanki daha mı iyi olurdu? O zaman da peşinden koşar, bir türlü yetişemezdin. Şimdi de geri kalıyorum; bak şimdi de… Altından çekiliverdi, çok kızmıştı su. Gözlerindeki sabunları akıtmak için uzattığı eli bile zor dayanıyordu. Sende iş yok oğlum. Bu sıcak, beriki soğuk… Öteki sert, beriki yumuşak… Ömrünce sınırda kalacaksın. Sende iş yok oğlum, sende iş yok… Biraz ferahlamıştı. Şofbeni ayarladı, tekrar girdi suyun altına. Her vakit böyle olurdu. Sonunda dönüp dolaşıp kesinlikle kendini suçladı mı bitirirdi. Söyleyecek söz kalır mı? Ben, böyleyim… Bitti… Artık savunma bile boşuna. Değil mi ki değişmez… O vakit bırakırsın yaşamayı kendi yoluna, yürür gider. Sonra yine kımıldamaya başlar birikenler. Sonra yine kızgın su. Ya da bir diş ağrısı. Ola ki bazı görmeden bastığın asfalta yayılmış yemyeşil bir balgam. Bir vapurun kaçması…”

4. ATEŞ ETME İSTANBUL | CELİL OKER

Altın Kitaplar

Uzun süredir herhangi bir vaka almadığı için artık paslanmakta olduğunu düşünen Dedektif Remzi Ünal’ın kapısı nihayet çalındığında, karşısında onun bütün “şartlarını” koşulsuz olarak kabul eden bir müşteri adayı vardır. Bu kişi, kayıp hemşire sevgilisini arayan genç doktor Kemal Arsan’dır. Bir hafta önce sırra kadem basan hemşire Begüm Kalyon ne telefonlara cevap vermektedir ne de onu bir gören olmuştur. Evinde ise in cin top oynamaktadır.

Araştırmalarına kayıp hemşirenin yakın çevresini sorgulayarak başlayan Remzi Ünal, onun bir şeylerden çok korktuğuna kanaat getirir ve samimi arkadaşlarından birinin evinde saklandığından şüphelenerek oraya gider. Karşısında sıradan bir kayıp vakasını planlı bir cinayet davasına dönüştüren alışılmadık bir manzara vardır: Kalbinden tek kurşunla vurularak öldürülmüş genç bir adamın cesedi. Gördüğü bu manzaradan daha da şaşırtıcı olan şey ise maktulün kimliğidir…

Polisiye edebiyatın usta kalemi Celil Oker, Ateş Etme İstanbul romanıyla okurları insan zekâsının sınırlarının test edildiği, sürprizlerle dolu bir maceraya sürüklerken, gerilim ile ince mizahın dâhice harmanlandığı mükemmel bir kurguyla meraklılarının elinden bırakamayacağı bir polisiye serüvene imza atarak gönülleri fethediyor.

5. İSTANBUL BİR MASALDI | MARIO LEVI

Doğan Kitap

Masal 1920`li yılların İstanbul`unda başlayıp, 60`lı yılların İstanbul`unda bitiyor.

Mario Levi bir Yahudi ailesinin, 1920-1980 yılları arasında İstanbul`da yaşadıklarını kaleme alıyor. Ailede yaşanan göçler, aileye başka ülkelerden katılanlar, başka ülkelere göç edenler, “İstanbul Bir Masaldı” göçlerle birlikte başka bir ülkeyi, daha da önemlisi kendi ülkesini arama çabasındaki insanların öyküsü. Tam da bu sebeple kitabın asıl kahramanı İSTANBUL, barındırdığı ve yok ettiği “umutlar”la İstanbul.

2000 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü`nü alan “İstanbul Bir Masaldı”, 1999 yılında ilk yayımlandığında büyük ilgi görmüştü.

“İstanbul Bir Masaldı” için şöyle diyor Levi:

“İsteyen, bildiklerini yeniden görmek için, kitabın başındaki “sığırcıklar”bölümünü okumakla yetinebilir… Başkalarını anlamak için bu çaba da yeterli olabilir. Ama kronolojik olarak baştan sona okuduğunuzda farklı bölümlerde, herkes kendine farklı bir öykü de oluşturabilir.”

6. KAFAMDA BİR TUHAFLIK | ORHAN PAMUK

Yapı Kredi Yayınları

Kafamda Bir Tuhaflık hem bir aşk hikâyesi hem de modern bir destan. Orhan Pamuk’un üzerinde altı yıl çalıştığı roman, bozacı Mevlut ile üç yıl aşk mektupları yazdığı sevgilisinin İstanbul’daki hayatlarını hikâye ediyor. 1969 ile 2012 arasında, kırk yılı aşkın bir süre Mevlut, İstanbul sokaklarında yoğurtçuluk, pilavcılık, otopark bekçiliği gibi pek çok iş yapar. Bir yandan sokakların çeşit çeşit insanla dolmasını, şehrin büyük bölümünün yıkılıp yeniden inşa edilmesini, Anadolu’dan gelip zengin olanları izler; diğer yandan ülkenin içinden geçtiği dönüşümlere, siyasi çatışmalara, darbelere tanık olur. Onu başkalarından farklı kılan şeyin, kafasındaki tuhaflığın kaynağını hep merak eder. Ama kış akşamları boza satmaktan ve sevgilisinin aslında kim olduğunu düşünmekten hiç vazgeçmez.

Aşkta insanın niyeti mi daha önemlidir, kısmeti mi? Mutluluk veya mutsuzluğumuz bizim seçimlerimize mi bağlıdır, yoksa bizim dışımızda mı gelişip başımıza gelirler? Kafamda Bir Tuhaflık bu sorulara cevap ararken aile hayatıyla şehir hayatının çatışmasını, kadınların ev içlerindeki öfke ve çaresizliklerini resmediyor.

7. İSTANBUL – HATIRALAR VE ŞEHİR | ORHAN PAMUK

Yapı Kredi Yayınları

Orhan Pamuk İstanbul’da, hayatının ilk yirmi iki senesini bir büyüme ve olgunlaşma romanına dönüştürüyor. Yazarın çocukluğu ve ilkgençliğinin hikâyesi ve aile tarihiyle İstanbul’un bir imparatorluk başkentinden 20. yüzyıl başlarında yıkıntılarla ve hüzünle dolu bir şehre dönüşmesinin hikayesi olan İstanbul – Hatıralar ve Şehir, yalnızca Pamuk’un bir İstanbul yazarı olarak ününü sağlamlaştıran kitabı değil, aynı zamanda tüm dünya edebiyatında bir şehrin ruhu hakkında yazılmış en derin kitaplardan biri.

Pamuk çocukluk ve gençliğini anlatıyor…

“Ruhumdaki bu kırılmayı hissediyor, yaklaşan yalnızlığımdan telaşa kapılıyor, içine düşmekte olduğum karanlığın bir hayat tarzı olmasından korkarak herkes gibi olmaya karar veriyordum: On yedi on sekiz yaşlarımda bir dönem herkesi güldüren, her fırsatta şaka yapan, herkesle arkadaşça, hatta serserice iyi geçinen bir cemaat adamı gibi gözükmeyi başardım… Herkesin kafayı fazla takmadan yaptığı şeyleri yapabilmek için niye benim dişimi sıkmam, gayret etmem, sonra da poz yaptığım için kendimden nefret etmem gerekiyordu?”

Yazarın kendini “ben” olarak ilk hissedişinden, annesine, babasına, ailesine yönelen hikâye, bir hüzün ve mutluluk kaynağı olarak İstanbul sokaklarına açılıyor. Günümüzün büyük romancısının gözünden 1950’lerin İstanbul sokaklarını, parke taşı kaplı caddeleri, yanıp yıkılan ahşap konakları, eski bir kültürün yok oluşuyla, onun külleri ve yıkıntıları arasından bir yenisinin doğuşunun zorluklarını keşfederken Pamuk’un ruhsal dünyasının oluşumunu da bir dedektif romanı okur gibi, hızla izliyoruz… Bu özgün ve benzersiz eserde, okurken elden bırakamadığımız kitaplara has o ruh ve duygu birliği var.

Orhan Pamuk’un, Ara Güler başta olmak üzere İstanbul’un büyük fotoğrafçılarının çektiği on binlerce kareden ve kendi kişisel albümünden seçtiği fotoğraflar hikâyeye eşlik ediyor.

8. İSTANBUL KIRMIZISI | FERZAN ÖZPETEK

Can Yayınları

Ferzan Özpetek, doğup büyüdüğü şehir olan İstanbul’u yıllardır uzaktan gözlemliyor. Bu sevginin ve hüznün romanı olan İstanbul Kırmızısı, sanatçının sinema eğitimi için İtalya’ya gidişine kadarki İstanbul yaşantısından izler taşıyor. Mesafelerle ölçülebilen uzaklığın kişiyi bir şehre ait olmaktan alıkoyamayacağını, önemli olanın şehirde yaşamak değil, şehri yaşatmak olduğunu gösteriyor.

Filmleriyle tüm dünyada adından söz ettiren Ferzan Özpetek, romancılıkta da bir o kadar iddialı.

9. ESİR ŞEHİR ÜÇLEMESİ | KEMAL TAHİR

İthaki Yayınları

“Esir Şehir Üçlemesi” edebiyatımızın güçlü ve klasikleşmiş ismi Kemal Tahir’in başyapıtlarındandır. Her büyük ve klasik yapıt gibi, bir ya da birden çok problematiği mükemmel bir biçimde işleyen bu nehir roman dizisinin ilk kitabı olan “Esir Şehrin İnsanları”nda Kemal Tahir, Mütareke Dönemi Osmanlı aydınının ve İstanbul’unun destansı direnişinin ve mücadelesinin benzersiz bir fotoğrafını çekmektedir.

Kurtuluş Savaşı öncesinin anlatıldığı pek çok roman yazılmıştır kuşkusuz, ama hiçbiri bu denli edebi ve ölümsüz olamamıştır.

“Türkiye’yi, Türkleri sahiden tanımak isteyen yerli yabancı herkes Kemal Tahir’i okumak,
anlamak zorundadır.”

10. HUZUR ­| AHMET HAMDİ TANPINAR

Dergah yayınları

Huzur, Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından yazılmış roman. 22 Şubat 1948 – 2 Haziran 1948 tarihleri arasında Cumhuriyet Gazetesi tarafından tefrika edilmiş, 1949 yılında da kitap olarak tek cilt halinde basılmıştır. 1949 yılından 2004 yılına kadar on üç kez basımı yapılan Huzur, en son Dergah Yayınları tarafından yayınlanmıştır. Türk modernizminin öncülerindendir.

Tanpınar, Dr. Tarık Temel’e ithaf ettiği 391 sayfalık romanını, 1939’da İstanbul’da Mümtaz karakteri çerçevesinde kurar. Romanda sevgilisi Nuran’a kavuşma – kavuşamama gelgitleri yaşayan, İkinci Dünya Savaşı’nın her an patlayacak olması korkusuyla tetikte bekleyen, Cumhuriyet sonrası kültürü red ya da kabul ikilemleri yaşayan, sorunlu bir kuşağın temsilcisi olan Mümtaz; ana hatlarıyla varoluş sorununa çare arayan bir İstanbulludur.

Bir çocuklu dul Nuran, Mümtaz’ı seven ama toplum baskısı ve dedikodulardan bunalmış, yeni cumhuriyetin hayatına pek de olumlu katkısı olmadığı aşikar, sonuçta topluma karşı yenilen ve sevgisini yokedip, Mümtaz’la evlenmekten vazgeçen, kitabın ana kadın kahramanı.

11. FATİH HARBİYE | PEYAMİ SAFA

Ötüken Neşriyat

Fatih-Harbiye, Peyami Safa tarafından kaleme alınan, 1931 yılında basılan roman. Yazar romanında modern bir hayatla ve eski değerlere bağlı bir hayat arasında bocalayan Neriman’ın hikayesini anlatmaktadır. Roman 1990 ve 2013 yıllarında aynı adla televizyon dizilerine uyarlanmıştır.

12. SODOM VE GOMORE | YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU

İletişim Yayınları

İşgal yıllarının İstanbul’unu konu edinen Sodom ve Gomore, Yakup Kadri’nin romanları arasında zaman bakımından Hüküm Gecesi’nin devamı sayılır. Mütareke döneminin çürüyen çevrelerini, kokuşmuş kişiliklerini konu edinen roman sanki bir zaman diliminde geçiyor duygusu yaratsa da, olayların ardında işgale karşı oluşan bir kinin “isyanla mayalanan bir ruhun” geliştiği görülür. Batı hayranı Türkler’i, alafrangalığa özenen züppelerin, emperyalistlerle işbirliği içinde olan kesimlerin, işbirlikçi burjuvazinin yeraldığı geniş bir panorama olan Sodom ve Gomore’de Karaosmanoğlu romanını örerken bir anlamda Tanrıların gazabından yararlanıyor.

13. ÜÇ İSTANBUL – MİTHAT CEMAL KUNTAY

Oğlak Yayıncılık

Bugüne kadar yapılmış bütün sıralamalarda daima ilk 10’a girmiş olan efsanevi roman… Seçkin kitapçılarda, internet satış noktalarında ve Zambak sokak, 21 Beyoğlu’nda.

Türk romanının kilometre taşlarından biri daha Oğlak Klasikleri arasında… Yirmiyi aşkın, önde gelen roman kahramanı, bir romanı roman yapan bütün ruh çözümlemeleriyle karşınızda. Bir o kadar sayıda gerçek tarihi kişilikler ile başka yardımcı unutulmaz tipler romana ustaca yedirilmiş… Simsiyah ve otuz üç yıl sürmüş Abdülhamit dönemi baskısıyla “İstibdat İstanbul’u”… Ve bütün bu İstanbullar’ı dikey olarak kesen bir yazar hayatı: Muharrir Adnan Bey. Bugüne kadar yapılmış olan bütün sıralamalarda ilk 10’a girmiş olan efsanevi roman Üç İstanbul’u okumuş olanlara katılmak isteyenlere.

Üç İstanbul, edebiyat severler için özel olarak tasarlanmış yeni görünümüyle raflarda yerini alıyor.

14. İKİ BAHÇE BİR PENCERE | SEVGİ CANSEVER

Yitik Ülke Yayınları

Bir koşu gidip otursam o taşlara. Dokunsam bahçenin yıpranmış duvarlarına. Hâlâ duruyorsa sarılsam defnenin gövdesine. Annemin o günlerdeki duygularını anlatırlar mı bana? Hüzünlerinden, hayallerinden bir küçük iz bulabilir miyim orada?

Annem ve annemin kadınları… Yaşama en zor kesitlerinden tutunanlar. Tüm güçlerini harcayarak, terinin, kanının son damlasını vererek tutunanlar. Her birinin hayatı klasik ve bildik sözcüklerle başlı başına bir roman sanki. Onları bir arada tutan, dostluklarını pekiştiren belki de bu yanları. Yaşama inatla, inançla bağlanan kadınlar her biri. Ne büyütüyorlar ne de küçümsüyorlar yaşadıklarını…

Tıpkı Dilek gibi bizlerin de unutamadığı bahçeler vardır mutlaka. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, geçmişin penceresinden uzanıp oraya bakmak isteriz. Fotoğrafların ve anıların rehberliğinde; acının, sevincin ve coşkunun iç içe geçtiği bir geçmiş zaman yolcuğuna çıkmaya ne dersiniz? Eğer bu yolculukta Dilek’e eşlik ederseniz, çocuk yaşta evlenip İstanbul’a gelen Hatice ve onun kadınlarıyla tanışacaksınız. Üst üste gelen talihsizliklerle, acılarla sınanan ama başına ne gelirse gelsin; iyilikten, dostluktan ve ailesinden hiç vazgeçmeden mücadeleye devam eden Hatice…

İki Bahçe Bir Pencere sadece geniş ailelerin, aileden bile daha yakın komşuların, bir zamanlar Tophane’yi mesken tutmuş renkli insanların hikâyesi değil, aynı zamanda da tüm annelere bir saygı duruşu…

Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Eğitim Sen, ‘Kadın Öykü Yarışması’ düzenliyor

Read Next

“Sis” Tam Metin Olarak Okurla Buluştu!

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *