fethiye festivali’nde çocuklarla sanat üzerine doğaçlama çalıştım bu yıl da. onlar için atölye benim içinse performans sayılabilecek bir deneyim yaşandı yine… altıncı ve yedinci sınıflarla çalıştım. ilk gün bir akış, ikinci günse nerdeyse onun tam tersi bir akışla geçti. ikisi için de çok verimliydi diyebilirim. bu yazı sadece ilk günü anlatıyor.
atölyeye girince tanışma faslından sonra bir kavram olarak ses’ten söz ettim biraz. biricik olan seslerinden… tuttum bir de masal anlattım konuya dair. ve sordum tek tek önlerine giderek. “sesinde ne var biliyor musun… ” biliyorum, diyenler oldu; bilmiyorum diyenler oldu. bilmemek mi var sesinde ne güzel. bilmediğini bilmek de bir bilmektir, dedim. Gülümsedim, devam ettim sormaya;
ne var senin sesinde… biliyor musun… tek tek yanlarına gidip yüzlerine doğru eğilip sordum. güven veren bir gülümseme ile sordum… senin sesinde ne var… biliyor musun… peki senin sesinde? senin sesinde?…
bir şeyler söylediler elbette, fakat çok hızlı söylüyorlardı. yeterince bakmadan içlerine… umut var diyen oldu birden… tam umutlanacaktım ki ton var diyen oldu peşinden. cırtlaklık var diyen oldu… incelik var, diyen… hem de oradaki bi kız arkadaşının sesi için söylüyordu, kendisi için değil… anlamazlıktan geldim hemen bu alaysı sarfı. demek nezaket var arkadaşının sesinde dedim.
sorumun karşılığı somut ses değildi, ah nasıl anlatacağım konu hepten kaynamaya doğru gidiyor diyecektim ki tam içimden; içlerinden birisi mutluluk var dedi benim sesimde. ohhh tamam… şimdi tamam işte toparladık sanırım tekrar. odağa döndük dedim. birisi hırs var demesin mi o anda… hımmm dedim bunu konuşalım. farklı isimlendiriyor olabilir misin bu hırs dediğin şeyi?
öğretmenim sizin sesinizde ne var söyleyelim mi demek geldi akıllarına birden; konuyu belki de kendilerinden uzaklaştırmak için… peki, dedim söyleyin madem… pes etmemek var dedi biri. içimden gülümsedim. çünkü beni sıkı zorluyorlardı o an. ve hâlim resmen de buydu. yeterince iş birliği yapmadıkları bu sefer çok açıktı. kızlar omuzlarıyla masaya yayılmış ve bezgin ve içe dönük olan oturma biçimlerini değiştirmeye çalışmıyorlar. dik oturalım mı şeklindeki önerilerim pek karşılığını bulmuyordu. erkekler deseniz dersi kaynatmak için yerinde duramayan bir volkan gibi atakta hiç bir firsatı kaçırmıyorlardı…
bağ kurmuştum ama istediğim yere eviremiyordum bir turlu akışı. can simidi yine onlardan gelmişti. kız öğrencilerden ve derse katılımsız görünen kız öğrencilerden birisinden gelmişti hem de. bu pes etmemek var sesinizde yanıtı… nasıl güç verdi o anda. bu kendini anımsama hâli, bilseniz nasıl iyi geldi.
oyyy evet dedim gülümsedim kocaman. yanıtlar hep bir ağızdan akmaya başladı. sesimi incelemek pek hoşlarına gitmişti. merak var, bilgi var, kararlılık var, kendine güven var oyyy…. hızla yazdım yanıtları tahtaya. hepsinin birbiriyle nasıl ilgili olduğunu görüyor musunuz, dedim. merakım olduğu için pes etmiyorum. pes etmediğim için kararlıyım. kararla üstüne gittiğim için bilgi biriktiriyorum. ve yolumu, merakımı, öğrenme hevesimi bildiğim için güveniyorum kendime. bildiğimi bildiğim için değil merak ederek pes etmeyip, öğreneceğimi bildiğim için…
geldik tahtanın bir köşesinde öylece asılı duran “hırs” sözcüğüne…
sesimde hırs var diyen çocuğa dedim ki o yerinde duramıyordu. dersin başında isimlerini söyleme bölümünde ne yapmayı sevdiklerini de söylemelerini istediğim için dondurma yemek diyen bir afacandı. arkadaşları hep birlikte kıkırdamışlardı bu yanıt karsısında. elinde o anda yemekte olduğu dondurmayı göstererek söylemişti bunu çünkü. daha sonra verdiği yanıt içine sinmeyip çok alâkasız bir yerde bir daha bir daha demek istiyorum diyerek voleybol oynamayı eklemişti dersin orta yerine. hırslı değildi belliydi her hâlinden… dedim ki; bence sen pes etmeme huyuna hırs diyor olabilir misin?
hırs zararlı bil hâldir. İnsanın hem kendine hem çevresine zarar verir. ve arkadaşlarını geçme isteği vardır hırsın bünyesinde. onlarla birlikte bir şey yapmayı sevmemek vardır. onları geçmek isteği. evet dedi bu değil benim isteğim. o zaman sesinde pes etmemek varmış…
ondan sonra ağlayan gülen öfkelenen sesli şiirler okuduk. ustayı ve çırağı ve elmayı ve taşı çok sevdiler şiirde geçen. o birbirine dönüşüverme halini. Kulaklarına, acemilik ve elmaya efendimizdir, diyen şairlerin adını fısıldayıp devam ettik çalışmaya. dersi izlemekte olan öğretmenleri ve beni davet ettiler bu kez sahneye. hadi bakalım siz okuyun da biz de sizi izleyelim dediler. peki, siz seçin duygumuzun sesini. çok üzgün olun da okuyun dediler. ağlaya mağlaya okuduk dizeleri. pek eğlendiler. derken mahşerin dört atlısı gibi fırladı dört öğrenci. dediler biz tiyatrosunu canlandırıcaz. çok eğlenceliydi. her birisi şiirde geçen bir şey oluverdi, hızla seçim yaptılar. taş ustaya, usta elmaya, elma çırağa, çırak ustaya, usta elmaya, elma taşa dönüşüp duruyordu gözümün önünde. ve sürekli kımıldanan bir sarmal görüntüsü çekivermişti ortaya.
sevgili sezai sarıoğlu’nun burada olup izlemesi geçti içimden yazdığı şiirin somutlamış hâlini. şimdi yazdım işte tahtaya. bu şiir turgut uyar’ın “efendimiz acemilik” isimli metninden el almıştır. şiirler hep birbirine dönerler. birbirine de dönüşür tıpkı elma taş çırak ve çırak olduğunu hiç unutmayan ve bu sayede içini diri tutabildiği için usta olan usta gibi…
artık resim çizmeye geçebilirdik…
- “pandora’nın kapısı” şişli cemil candaş kültür merkezi’nde açıldı. - 13 Ocak 2020
- ezgi günlük tutarsa - 7 Aralık 2019
- her şeye rağmen - 18 Kasım 2019
FACEBOOK YORUMLARI
One Comment
O yaş grubuyla çalışmak oldukça güçtür diye düşünüyorum. Hele konu “sesler” olunca. Yine de güzel bir çıkış bulabilmişler.
Büyükler dünyasında bile üzerinde çok durulmamış olgudur ses kavramı. Kimine göre iletişim, kimine göre tını, ahenk ve lakırtıdır. Kimine göre tılsımdır, dinlenecek gözdür. Gözlerimizle de dinleriz insanları bazen.
“Yolum rüzgârla benim aramda “