Sevimsiz Öyküler toplumsal yapıya zarar verdiği düşünülen, yok sayılan, görmezden gelinen, kısaca toplumun saygınlarınca kabul görmeyen ‘sevimsiz’ kişilerin ve olayların öyküleri.
“Kimse yakınıp yerindiğimi sanmasın bu lütfundan yüce Tanrının, bana ilahi bir şaka yaptı, kitabı ve körlüğü aynı anda bağışladı.” Diyor, cenneti her zaman bir kütüphane olarak düşlediğini söyleyen Borges.
1955’te Arjantin Ulusal Kütüphanesine atandığına, 900.000 kitabın ortasında, kitap delisi bir kördür. “Az miktarda okuyun, ama tekrar tekrar okuyun; gerçek ve kurmaca arasında hiçbir fark yoktur ve geçmişin tamamı belleğimizde kalanlardan ibarettir.” Sözleriyle vurguladığı gibi, yazar yanından önce okur yanını hep ön plana çıkaran, Latin Amerika Edebiyatının usta kalemlerinden Borges’in 1941 yılında yayınladığı, Ficciones Hayaller ve Hikâyeler İçinde, kitabının ön sözünde; “Babil Kitaplığını konu alan ilk yazar ben değilim.” diyor ve kitabın ilerleyen bölümlerinde eşsiz anlatımıyla harika bir öyküde bize, “Babil Kitaplığı’nı armağan ediyor.
Bu öyküden sonra da Babil Kitaplığı gerçek oluyor ve inanıyoruz kitaplığın varlığına. “Kitaplık’ta gelmiş geçmiş kitapların tümünün bulunduğu açıklandığında, ilk izlenim engin bir mutluluktu. İnsanlar, el değmemiş, gizli bir hazinenin sahibi gibi oldular.” Diye anlatmaya devam ediyor ve kitaplıktaki her kitabı “Kitapların tümü, farklılıklarına karşın, eşit öğelerden oluşur; boşluklar, nokta, virgül ve abecenin yirmi iki harfi. Engin Kitaplık’ta birbirinin tıpkısı iki kitap yoktur.” sözleriyle tanımlıyor.
Borges, ‘Babil Kitaplığı’ adlı öyküsünü; “Kitaplık sınırsız ve sarmaldır. Bir sonsuzluk yolcusu ondan geçerek hangi yöne giderse gitsin, yüzyıllar sonra aynı ciltlerin aynı bozuk-düzende yinelendiğini görecektir. (ve böyle bir yineleniş, yeni bir düzene değişecektir: Biricik Düzen’e) Yalnızlığım, bu soylu umutla avunuyor.” cümleleriyle bitiriyor. Borges severler için, büyük ustanın yarattığı kitaplık, öykü bittikten sonra, artık varlığından iyice emin olduğumuz, düşsellikten çıkmış, ete kemiğe bürünmüş bir kitaplık olarak imgeler dünyamızdaki yerini alıyor.
Aslında ben size, Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yeniden yayınlanmaya başlayan, Borges’in kendi tercihine göre bütün dünyadan seçtiği 28 kitabın ve yanı sıra kendi hikâyelerinin bulunduğu iki kitabı da kapsayan Babil Kitaplığı serisinden “Sevimsiz Öyküler” isimli Léon Bloy kitabını tanıtacaktım ama serinin isminin nereden geldiğini kısacık anlatayım derken söz uzadı.
“Sevimsiz Öyküler” Borges’in eşsiz önsözüyle başlayan, fantastik öğelerden meydana gelmiş birbirinden sevimsiz 13 öyküden oluşuyor. Okumaya doyamadığınız önsözün de kurguya dâhil olduğu kitabın ismindeki “Sevimsiz” sözcüğü sözlükte; “hoşa gitmeyen, memnuniyetsizlik yaratan şey” olarak tanımlanmış. Kitaptaki öykülerin konuları, insanlığımızın bastırmaya çalıştığımız sevimsiz yanları ve toplumda görmezlikten geldiğimiz, yaşamımıza dokunmadıkları sürece yok saydığımız olaylar ve kişiler.
Yaratılan karakterler sevimsiz, çıkarcı, acımasız, bencil tipler. Sevimsizlikte sınır tanımayan karakterle irkilten olaylardan oluşan öykülerin kurgularındaki mükemmellik, taşıdıkları fantastik öğelerle kitap, defalarca okunan, doyumsuz bir şölen sunuyor size.
Kendi zaaflarımızın ve düşkünlüğümüzün yansımalarına rastladığımız öykülerde Jorge Luis Borges; “Léon Bloy yazdığı öykülerle cehennemde yaşadığımızı ve her insanın en yakınındaki kişiye işkence etmekle görevli bir şeytan olduğunu söylemiştir” diyor, önsözde.
Kitap, yazıldığı dönem itibariyle, Avrupa’da sanayileşmenin ve aydınlanmanın toplumsal yapılarda büyük değişimler yarattığı dönemdir. Batıdaki sanayileşme, insan nüfusunu etkilemiş kırsaldaki işsizlik artmış, kırsal nüfus şehirlere göç etmeye başlamış, bu durum metropolleri yaratmıştır. Metropollerin oluştuğu bu dönem, büyük altüst oluşlar yaşandığı, yeni sınıfların oluştuğu dönemdir. Yönetim yapısında çalkalanmaların yaşandığı ve bütün bunların etkisinde de toplumsal yapılardaki çözülüşlerin, sosyal ve ailesel ilişkilerde çözülmelere ve çürümelere yol açtığı dönemdir. Bütün bu süreçte çözülen toplum değerleriyle yerini alan yeni değerler arasında bocalayan insan kendini yeniden oluşturur. İnsan ilişkilerinde sancılar yaşanır.
Metropollerde yaşamının zorluğunda, değeri güçlenen para, insan ilişkilerindeki köklü değişimlerin de en büyük sorumlusudur. Para değer kazandıkça insan ilişkileri zayıflar. Bu ters orantı Kitapta birçok öyküye konu edilmiş. Bunlardan “Mösyö Pleur’ün Dini” adlı öykü paranın dine dönüşmesinin olağan hale gelmesi, parayı reddeden insanın dışlanması, irkilten bir ironik bir öykü. “Son Yanık”, paranın tanrı olduğu, tüm değerleri yıktığını anlatan fantastik bir öykü. “Gümüş Kılıf’ta, yine paranın insanda yol açtığı çürümelerin körlükle ilişkilendirilerek anlatıldığı, kitabın çok katmanlı öykülerinden.
Kitabın ilk öyküsü; büyük özveri ve özenle, üstelik babasız büyüttüğü oğlundan kurtulmak için onu öldüren bir annenin ve kendi ölümüne tanıklık eden bir oğulun fantastik öyküsünün anlatıldığı “Ihlamur”; kızını fahişe olarak yetiştiren ve geçimini aşağılık işlerden kazanan bir babanın, yaşlılığında düşkünleşerek fahişelikten zengin olan kızına muhtaç olması çevresinde gelişen olaylar ve babayı bekleyen sonun anlatıldığı, “Evin Yaşlısı” öyküsünde olduğu gibi, suçun olağanlaşmasını ya da insanın suçlu hallerini okuyoruz.
“Longjumeau Esirleri” ise Borges’in Kafka’nın izine rastladığını söylediği ama anlatıdaki yabanıl tavrın Bloy’a özgü olduğunu vurguladığı bir öykü. “Öyküde her iki ustanın benzer ve farklı tarafları incelenebilir.” diye de not düşmüş. Kullandığı labirentimsi tarz Borges’i haklı kılıyor.
“Vasat Bir Fikir” Borges’in önsözdeki tanıtımında “imkânsız bir durumun” olarak tanımlansa da, ben, bizde son yıllarda içine düştüğümüz eğitimsizliğimizde gittikçe gerileyen insan yapımızı hatırlatan yaşanan kadına bakış açısını yansıtan ironik bir öykü olarak okudum.
“Dişçinin Korkunç Cezası”, sevimsizliğin ötesinde korkunç bir öykü. İçinde insan kötülüğü üzerine derin anlamlar gizli.
“Ne istersen”, dinsel bir öykü. Fahişelik, günah ve arafta kalmak motifleriyle işlenmiş. Borges usta bu öyküde ensest konusun da sakınmadan işlendiğini vurgulamış.
“Acıların Kadını”nda, sevgisizliğin insanı nasıl çürüttüğünü okuyoruz.
“Kimse Kusursuz Değildir” öyküsünde bir anlık dalgınlığın işini kusursuz yapmak isteyen katil, fahişe ya da başka herhangi bir meslekteki birine nelere mal olduğunu okurken karışık duygular yaşıyoruz.
Gelelim kitabın son öyküsü, “Kabil’in En Güzel Buluşu”nda yaratılan Marchenoir’e. İlk okuduğumda sarsıldığım, defalarca okumaktan bıkmadığım harika bir öykü. Üzerinde düşünülüp, sosyolojik ve psikolojik anlamda geniş incelemelerin yapılması gereken bir öykü. Postmodernist toplumu ve yarattığı insan yapısını tüm açıklığıyla gözler önüne seren, çok katmanlı, eşsiz kurgulanmış bir öykü. Keşfi size bırakıyorum.
İşte; Sevimsiz Öyküler toplumsal yapıya zarar verdiği düşünülen, yok sayılan, görmezden gelinen, kısaca toplumun saygınlarınca kabul görmeyen ‘sevimsiz’ kişilerin ve olayların öyküleri. İddia ediyorum, ilk okuduğunuz andan itibaren elinizden bırakmayacağınız, her okuduğunuzda da farklı anlamlar çıkarıp farklı bir yanını keşfedeceğiniz öyküler.
- Sevimsiz Öyküler
- Yazar: Léon Bloy
- Çeviri: Işık Ergüden
- Baskı Yılı: Şubat 2016
- Sayfa sayısı: 107 Sayfa
- Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınevi
- Okuyanı derinden sarsan bir hikâye; Eşiktekiler - 12 Nisan 2018
- Gerçekleri görmek için bir çağrı; İçimdeki Gölge - 27 Mart 2018
- Mete Kaynaroğlu imzalı öyküler; Spartaküs’lerin Ölümü - 6 Mart 2018
FACEBOOK YORUMLARI