![](https://kitapeki.com/wp-content/uploads/2016/03/10Mart_M4.jpg)
Octavian, Antonius, Brutus, Servilia, Kleopatra, Cicero, Pompey… Kamuoyu önündeki insanlar kadar yakınlar bize, çevremizdeki insanlar kadar uzak.
Onları hepimiz tanıyoruz. O olayları, büyük holdinglerin üst kademelerinde yaşanan kariyer mücadelelerini bildiğimiz kadar biliyoruz. Bir apartmandaki yöneticinin belirlenmesi sürecinde ekonomik avantajların, saygınlık beklentilerinin, yaşam alanını güzelleştirme yönündeki görüş farklarının iç içe geçmesine aşina olduğumuz kadar yakınız onlara. Pop kültür ünlülerinin biteviye bir çabayla dünya görüşlerini anlatmak, takdir edilmek, ünlenmek, para kazanmak için uğraşmalarını fark ettiğimiz kadar fark ediyoruz. Aynı şekilde, ilçeler veya iller düzeyinde ve elbette ülke genelinde günlük siyaset alanındaki kişilerin bitmez tükenmez didişmelerini gördüğümüz kadar görüyoruz.
ONLAR DA BİZİ TANIYOR
Belki de tersi daha geçerli. İçinde yaşadığımız dönemi ve olayları Jül Sezar’ı tanıdığımız kadar tanıyoruzdur. Octavian, Antonius, Brutus, Servilia, Kleopatra, Cicero, Pompey… Onlar kadar yakındır bize, kamuoyu önündeki insanlar. Çevremizdeki insanlar onlar kadar uzaktır.
Hele bir de, edebiyat yoluyla biliyorsak! Sezar’ın ölümü, onu destekleyenlerin tutumu, ona karşı çıkanların tavırları ne kadar da hayatımıza dairdir! Onlardaki hırs, aşk, iktidar tutkusu, ihanet, sadakat, kaygı… İnsanlığın kadim temaları. İlkelerin, inançların, kişisel çıkarların birbirine karışıp insanın kendini bile kandırdığı durumlar ne kadar güncel! Shakespeare’in oyunundaki “Sen de mi Brutus!” sitemi ne kadar gerçek!
Senato’da düzenlenen komplo ile öldürülen Sezar, suikastçılar arasında Brutus’u görünce, aldığı hançer darbelerine aldırmadan böyle sitem ediyor. Daha doğrusu, Shakespeare’in Sezar’ı böyle haykırıyor.
Suikastı tarihsel kaynaklara bağlı kalarak anlatan Barry Strauss’ın kitabından biliyoruz ki, Sezar’ın “Sen de mi Brutus” dediği doğru değil. Ama yazarımız da biz de biliyoruz: Bu söz yine de gerçek. Çünkü durumu en iyi ifade eden söz bu. Yani Yaşar Kemal’in edebiyat yapıtları için dediği gibi, “gerçekten daha gerçek”. Sezar’ın, Servilia’nın, Cicero’nun da bizi tanıyor olmaları kadar; güncelliği aşan bir perspektifle baktığımızda, aslında hepimizin aynı kısacık zaman dilimi içinde yaşadığımız kadar gerçek.
CUMHURİYET DENEN ŞEY
Kitabın ana konusu, MÖ 15 Mart 44’te Sezar’ın öldürülmesi. Ağırlıklı olarak MÖ 45 ve 44 yıllarında Roma’da yaşananlar anlatılıyor. Bu aylar dışındaki ve bu suikast dışındaki olaylar, konuyla ilişkili olduğu oranda ve öne çıkmayacak biçimde giriyor kitabın kapsamına.
En fazla kullanılan kaynak, o günlerdeki mektuplaşmalar. Özellikle Cicero ile kitapta adı geçenlerin hemen hepsi defalarca mektuplaşmış. Bunun dışında düşüncelerini derli toplu yazanlardan günümüze kalan yapıtlar var.
Aslında üzerinde durulmayan ama ilişkili olduğu için değinilen birçok konu da, en az kitabın konusu kadar dikkat çekici. Özellikle kadınların toplumsal hayattaki etkileri, günümüz okuru için şaşırtıcı düzeyde.
Senato’nun Sezar’a MÖ 46’da On Yıllık Diktatörlük payesi vermesi de öyle. Diktatör, “kriz veya acil durumla başa çıkması için yetkilendirilmiş en üst düzey devlet görevlisi.” anlamında kullanılıyor. İktidarın tek elde toplanmasını hayal edenlerin, iki bin yıldır neden hep krizli ve olağanüstü durumları tercih ettiklerini anlamak hiç de zor değil.
Oysa MÖ 509’da son kral Roma’dan sürülmüş ve Cumhuriyet kurulmuştu. Bu elbette bildiğimiz cumhuriyetlerden biraz farklı. Evet, ülkeyi bir senato yönetiyor, ama senato seçkin bir kulüp. Yurttaşların hepsi eşit kabul edilmiyor, kimse böyle bir şeyi dile getirmiyor. (Yoksa bildiğimiz cumhuriyetlere çok mu benziyor?)
Yine de halk göz ardı edilemiyor. Bu nedenle, seçkinler arasında, hatiplik önemli bir meziyet sayılıyor. Kentte birçok forum alanı, senato toplantı binası bulunuyor.
“En İyiler” ve “Cumhuriyetçiler” adı verilen iki ana siyasal taraf var. İşin tuhafı, “En İyiler” cumhuriyetçi, ama seçkin. “Halkçılar” ise tek adam yönetimine daha eğilimli, bir anlamda kralcı, ama yoksullara, pleblerle daha yakın.
Sezar, açık biçimde Halkçı. Zaten Cumhuriyet’e tehdit olarak görüldüğü için ona suikast düzenliyorlar.
EDEBİYAT PENCERESİNDEN BAKAN BİR KİTAP
Bir kitaptan söz ederken, onun türünü belirtmek alışılmış bir şeydir. Ama Jül Sezar’ın Ölümü kitabı için bunu yapmak biraz zor. Yayınevi, kitabı tarih dizisi kapsamında yayımlamış. Barry Strauss da kurmaca bir metin kaleme aldığını sanmamız için uğraşmıyor; tersine, aktardığı olay ve bilgilerin tarihsel kaynaklarını sıkça belirtiyor.
Ama sayfaları çevirirken, belirgin biçimde bir roman okuma duygusu hissediyoruz; bitirince öyle bir tat kalıyor. Toplumsal durumu ve gelişmeleri öyküleyerek anlatması; daha çok kişilerin davranışları üzerinden aktarması olabilir mi, bunun nedeni?
Değil galiba. Böyle bir anlatımla da olsa, tarihsel bilgiler vermek işlevini yerine getirseydi, edebiyat kitabı okuduğumuz duygusu oluşmazdı. Daha belirleyici olan, kitaptaki tarihsel kişilerin birer karakter gibi ele alınması, evrensel kişilikler biçiminde işlenmesi. Böylece, anlattığı olayın tarihsel önemine değil de ilgili kişilerin duygu ve tutkularına odaklanan bir metin ortaya çıkıyor. Sezar’a karşı komplonun temelinde, özgürlüğün ve Cumhuriyet’in korunmasından çok, saray entrikaları ve kıskançlıklar yattığını anlatan bir metin bu.
Edebiyat, özelikle de roman bu değil mi zaten? Koşulları içindeki insanı konu edinmek, bu şekilde dönemi ve bölgeyi aşan gerçeklikler ortaya çıkarmak!
Türünün ne olduğu tartışılabilir, ama şu kesin: Jül Sezar’ı Öldürmek, edebiyat okurları için.
- Jül Sezar’ın Ölümü
- Yazar: Barry Strauss
- Çeviri: Ekin Duru
- Say Yayınları, 2015
- 368 Sayfa
- İbrahim Meleknaz’ı Seviyor! - 16 Şubat 2017
- Karanlığı Dağıtan Aydınlık - 5 Ocak 2017
- HAYIR’lı Bir Roman - 2 Şubat 2017
FACEBOOK YORUMLARI