Şibumi, Türkiye’de birçok okurun bilmediği, -tabiri caizse- adı sanı olmayan bir kitap olsa da yazarının ölümünün ardından, kitabın hayranlarından birine devamı yazdırılacak kadar yankı yapmış bir eserdir…
Sizlere vaktiyle farklı farklı romanların üzerinde yazan, başka başka yazar isimlerinden söz edeceğim: Nicholas Seare, Beñat Le Cagot, Edoard Moran ve Trevanian. Okuduğunuz isimlerin her biri yıllarca kimliğini gizleyen tek bir yazara ait: Rodney William Whitaker (1931-2005). Evvelki yazdığım iki cümleyi yıllar önce kurmuş olsaydım ve bu cümleler herkesin ulaşabileceği şekilde yayımlanmış olsaydı edebiyat dünyasında yer yerinden oynayabilirdi. Zira “…kitapta sözü edilen kişi ve kuruluşlar tümüyle uydurmadır. Ne var ki içlerinden bazıları bunun farkında değildir.” diye başlayan ve içinde birçok kurumun arka planında oynanan oyunları kurgulayan -okurları tarafından genellikle gerçekliğine inanılan oyunlar-kitaplar basılmakta, yazarı ise gerçek kimliğini mahlaslarla gizlemektedir. Dahası, söz konusu kitaplardaki bazı satırlar takip eden baskılarda silinmiştir. Neden mi? Şibumi’de yer alan bir dipnotu hemen şuraya iliştireceğim: “Yazar daha önceki bir kitabında tehlikeli bir dağa tırmanma yöntemini ayrıntılı olarak anlatmıştır. Bu kitabı filme alma sırasında yetenekli genç bir dağcı kaza sonucu düşerek ölmüştür. Daha sonraki bir kitabında ise yazar, iyi korunan bir müzeden bazı tabloların nasıl çalındığının ayrıntılarına girmiş, kitabın İtalyanca çevirisi piyasaya çıktıktan bir süre sonra Milano Müzesi’nden üç tablo, anlatılan yöntemle çalınmış ve bulunduklarında ikisinin onarımı yapılamayacak şekilde tahrip edilmiş olduğu görülmüştür.”Okuduklarınız yazarın eserine dâhil ettiği, iç içe geçmiş bir kurgu değil. Bizzat yayınevi tarafından not düşülmüş, eserin orijinalinden niçin bazı cümlelerin çıkarıldığına dair yapılan bir açıklamaydı ve evet, bahsedilenler tamamen gerçek. Nitekim aynı nedenlerden dolayı -‘sosyal sorumluluk duygusu’ denilmiş –yazar da Şibumi’de cinsel ilişki kurma teknikleriyle ilgili yazacaklarını kısıtlamış, ayrıntıya girmemiştir (söz konusu bilgiyi alıntıladığım dipnotun devamında okuyabilirsiniz: Syf.175).
Kullanılan mahlaslar ve yayımlanan kitapların yazarının kim olduğu hakkında yıllarca tahminlerde bulunulmuş; bir grup yazarın kullandığı ortak bir mahlas denilmiş ya da yazarın bir CIA ajanı olduğu söylenmiş. Ancak yazarın gerçek kimliğini ne öğrencileri ne de komşuları bilebilmiş. Her ne kadar artık Trevanian, Seare, La Cagot ya da Moran’ın kim olduğunu bilsek de vasiyeti gereği, yazarın mezarının yerini ailesi dışında kimse bilmiyor. Yani Whitaker, hayata veda ettikten sonra da ardında, okurları için başka bir bilinmezlik bırakmış.
Whitaker son yıllarında eserlerini yazma sürecinde kızı Alexandra’dan yardım almış. Yazarın ölümünün ardından kızıyla yapılan bir röportaj sayesinde (röportajın tamamını okumak için Habertürk’te yayımlanan Gülenay Börekçi’nin yazısına bakabilirsiniz) yıllarca gün yüzüne çıkmayan birçok bilgi de açıklığa kavuşmuş. Babasının gerçek kimliğini gizleme nedeni olarak akademik geçmişini işaret etmiş Alexandra. Akademik alanda yazdığı makaleler nedeniyle herhangi bir karışıklık yaşanmasını istemediğini belirtmiş. Söylenen bir söze “yalan” demek başka, hemencecik inanmayıp da işittiklerimizi biraz daha araştırmak üzere bir rafa kaldırmak bambaşka bir durumdur. Birçok okur gibi, ben de söz konusu açıklamayı bir süreliğine rafa kaldırmayı tercih edenlerdenim; zira zaman daima yepyeni bilgilerle bambaşka bir aydınlık sağlama potansiyeli barındırır.
Alexandra’nın geçmişe dair anlattıklarının arasında, yayıncılık camiasının çoğu kez yalnızcaticari kaygılarla hareket ettiğini bir kez daha göstererek sinir bozan ama diğer yandan gülümseten anılar da mevcut. Babasının sadece polisiye ve gerilim türlerinde yazmak istemediğini, ancak yayıncılarının başka türlerde yazmasını ticari kaygılar nedeniyle desteklemediklerinden söz etmiş; “Belirli bir türün içerisinde sıkışıp kalmak ona göre dünyanın en sıkıcı şeyiydi.” diye de eklemiş. Polisiye, gerilim türlerinde ürettiği eserler için Trevanian mahlasını kullanan Whitaker, başka türlere de yelken açmak için başka isimler kullanmış. Bu yöntem bir yere kadar işe yaradıysa da “Kasaba” adlı eserini, “Morin (Moran)” takma adıyla yayımlatmak istediğinde reddedilmiş. İsimsiz çıkan bu kitap neticede satış rekorları kırmış ve ardından kitabın kapağında “Trevanian” yazmış. Bu vesileyle, yazdıkları vaktiyle yayıncılar tarafından bir köşeye atılan ama eserlerinin kıymeti yıllar sonra bilinen -Whitaker daha önce ürettiği eserlerin gösterdiği başarıya rağmen benzer bir duruma düşmüştür-nice kıymetli yazarı da bir kez daha anımsamış olalım.
Gelelim Şibumi’ye… Türkiye’de birçok okurun bilmediği, -tabiri caizse- adı sanı olmayan bir kitap olsa da yazarının ölümünün ardından, kitabın hayranlarından birine devamı yazdırılacak kadar yankı yapmış bir eserdir (söz konusu kitabın yazarı Don Wislow’dur ve “Satori” adıyla yayımlanmıştır). Kitapta iki taraf, iki kutup olduğundan söz edilebilir: Nicholai Hel ve Ana Şirket. Ana Şirket’in hangi kuruluşları ve kimleri yönettiğini okurken, Trevanian mahlasının esasen bir CIA ajanına ait olduğu yanılgısına -yıllar evvel; birçok okur gibi- düşebilirsiniz.
Hel çocukluk yıllarında, savaş nedeniyle annesiyle beraber yaşadığı evi bir generalle paylaşmak zorunda kalmıştır. Annesinin ölümünün ardından general Hel’i, çocuğun ilgi duyduğu Go oyununun ustalarından birinin evine yerleştirir. Usta Oteka-san; Hel’in hayatının bir parçası olan, çocuğa nefes almak kadar sıradan gelen zihinsel yolculukları keşfeder: Oteka-san’ın hiç yaşamadığı, sadece çok az kişiden dinlediği ya da kitaplardan okuduğu bir yolculuktur bu.
Oteka-san’ın evinde kaldığı süre boyunca yaşadıkları, -bir nevi onu büyüten- generalin başına gelenler, generali öldürmesi -evet, hayatında büyük bir öneme sahip aynı generalden bahsediyorum-,kendisine yapılan işkenceler sonucu hayatı değişir. Bambaşka bir yola sapar ama bu yeni hayatta bile Şibumi’den (birçok kelimeyle karşılanabilse de; alçakgönüllülük, zarif bir basitlik diyebiliriz) uzaklaşmamaya gayret eder.
Kitapta beni en çok etkileyen karakterlerden birinin adı La Cagot’tu. Bu ismi hatırlamadıysanız yazımın başına gidip ilk cümleyi okuyun lütfen. Ayrıca Şibumi’de sıklıkla başkarakter Hel’in tutkun olduğu mağaracılıkla ilgili bilgilere de maruz kalıyorsunuz. Ne hikmetse, Whitaker da mağaracılığa ve dağcılığa düşkünmüş.
Whitaker’ın yazdığı edebî eserlerde yıllarca kimliğini gizlemesinin gerçek nedeni nedir bilinmez; ancak eminim ki bu nedenlerden biri, ismiyle eserlerini gölgelemek değildir. En nihayetinde ise kaleme aldığım bu yazıda öyle oldu; Trevanian, Şibumi’yi gölgeledi. Affola…
“Korkaklar her zaman için cesur insanlardan daha tehlikeli olurlardı. Bir kere sayıları daha fazlaydı. Sonra, arkadan vururlardı. Vurdukları zaman da kötü vururlardı. Çünkü sağ kalırsanız öç alacağınızdan korkarlardı.” (syf. 284)
|
FACEBOOK YORUMLARI