
Kelime zenginliği için çocukların yolu daha çok kitap okumaktan geçiyor. Karanlığı aydınlatmak için kelimeleri elden ele dolaştırmaktan başka çaremiz yok.
Bir düşünürün sözleriyle “Düşüncemin sınırı dünyamın sınırlarıdır” diyerek söze başlıyor Çiğdem Sezer. Bizi yazarlık deneyiminin içerisinde bir yolculuğa çıkarıyor. Şiirin, müziğin ve edebiyatın değiştirici etkisine dair fikirlerini paylaşıyor.
Düşünce derinliğinin satın alınamayacağından bahsediyor. Çocuklara hep bunu anlatıyor… “Bir tablet, bir bilgisayar alır gibi satın alamazsınız kelimeleri” yaklaşımını özellikle vurguluyor. Kelime zenginliği için çocukların yolu daha çok kitap okumaktan geçiyor. Karanlığı aydınlatmak için kelimeleri elden ele dolaştırmaktan başka çaremiz yok.
- 90’ların başında şiir kitaplarınız ve ödülleriniz bulunuyor. Sonra romanlar geliyor. Önce yetişkinlere, sonra da çocuklara ve gençlere romanlar. Nasıl oldu bu geçişler?
Şiir, hep benimleydi ve hâlâ öyle… Benim için şiir bir edebiyat türü değil, olma hali. Uzun yıllar şiir dışında bir şey yazmadım. Belki çok yoğun bir koşturmaca içinde olduğumdan, belki de başka nedenlerle… Emin olduğum şu ki ben kelimelerin her halini seviyorum ve onlarla yapılacak her tür yolculuk bana olağanüstü haz veriyor. Çocuklar ve gençlerse yaşamımda ayrıcalıklı yere sahipler. Onlar, yetişkinlerden çok daha açıklar düşünsel anlamda. Yapabileceğim en güzel şeylerden birini yaptım ve yaşamımın en özel iki alanını bir araya getirdim; Kelimeler ve çocuklar/gençler… Türler arası geçişte hiçbir sıkıntı yaşamadım. Kelimelerimi olası okurların özelliklerine göre kurguladım sadece. Yirmi kitaplık bir birikimin ardından bugün hâlâ kelemeler benim en yakın arkadaşım.
- Hayat Pastanesi, kamerayı gençlerin dünyasına doğru çevirmiyor, o dünyanın tam orta yerine, içeriye yerleştiriyor. Ozan o gençlerden biri. Sorularla başlıyor her şey. Peki, siz onların dünyasını nasıl izlediniz, ne gösterdi size o soruları, onların dünyasında olan biteni?
Çünkü insan, dünyanın tam da orta yerinde… Çocukken de yetişkinken de. Çocukları, gençleri, ayrı bir gezegende yaşıyormuş gibi düşünemeyiz. Edebiyat, insanı hayata hazırlamanın en güzel ve en iyi yollarından biri. Kuşkusuz ilk amacı bu değil ama bunu da yerine getirir. Bu anlamda, romanın kahramanlarından Ozan da hayata tam da bakması gereken yerden bakıyor. Sorular soruyor. Benim genç arkadaşlara sık sık söylediğim bir şey vardır: “Eğer siz hayata sorular sorup, onların yanıtlarını aramazsanız, birilerinin hazır yanıtlarını kabullenip onlarla yaşamak zorunda kalırsınız.” Ben çok sordum, hâlâ soruyorum… Hayata, kendime, içime sordum… Geride de kalsa, yaşadığım bir gençlik var benim de. Biri kız diğeri erkek iki çocuğumu hazırladım hayata. Ve yüzlerce genç öğrencimi… Bütün bunları yaparken hayatla yeniden, yeniden yüzleştim. İzlemek değil aslında; yüzleşmek, empati yapmak… Böyle olunca da “anlamak” zor olmuyor.
- “Çocukken her şey mümkündü ve bu çok güzeldi. Büyümek, her şeye bir neden bulmak gibi.” Çocukluktaki bu her şeyin mümkün oluşu halini nasıl koruyabilir insan? Koruyabilir mi?
Keşke öyle olabilse. Yazık ki büyümek kaçınılmaz. Ama bu, her şeyin değilse de pek çok şeyin mümkün olmayacağı anlamını taşımıyor, taşımamalı. Realist olmak, katı, acımasız, karamsar olmak gibi algılanır çoğu kez. Oysa yaşam, gerçekçi bir bakışla hayallerini yeniden, yeniden kurgulatabilir insana. Yeter ki istemekten ve çaba göstermekten vaz geçmesin kişi.
- Gençlik, şiirler, şarkılar, sorular, ilişkiler ve aşk… Ozan’ı ve İlkay’ı buluşturan bu duygunun, çocukluktan gençliğe nasıl bir anlamı var? Nasıl büyütür insanı aşk?
İnsanı en güzel büyütendir aşk. Ama pespembe gözlüklerle değil. Acısıyla, sevinciyle, varoluşu anlamlandırma biçimiyle. Aşk, bizi bize gösteren olabiliyorsa gerçek olabiliyor bana göre. Heves, hayranlık… Aşkı bunlardan bambaşka yere koyan bu aslında. Sizi size göstermesi. Aynı şey “karşı” taraf için de geçerli elbette. Hem “bir” olmak, hem “kendi” kalabilmek… İlk haliyle çok da farkında olunamayan bu durum sonraki süreçte açığa çıkıyor çoğu zaman. Ve biz “büyümek” diyoruz buna… Bunu derken, aile, okul vb. insanı büyüten diğer belirleyenleri yok saymıyorum. Tam tersi, aşk, bütün bu “belirleyenler”i de kapsıyor. Kişiyi bütün olarak kavrayan bir duygu… Ozan da böyle hissediyor. İlkay’la birlikte bütün o belirleyenleri yeni bir bakış açısıyla yorumlayıp ekliyor kendine. Şiirler, şarkılar…Ruhsal açıdan “büyümek” bunlarsız düşünülebilir mi!
- Hayat Pastanesi, Memet Fuat Yayıncılık Ödülü sahibi Köprü Kitaplar koleksiyonunun 20. kitabı. Çocukları ve gençleri, hem çağdaş edebiyatımızın usta yazarlarının daha önce yayımlanmış yapıtlarıyla, hem de günümüzün yetkin kalemlerinin yeni yapıtlarıyla buluşturuyor. Yeni romanınızın bu koleksiyonda yer alışını nasıl yorumluyorsunuz?
Olağanüstü bir çakışma bu. Köprü Kitaplar’ın 20. kitabı, benim de 20. kitabım! Günışığı Yayıncılık’ı bu anlamda ayrı bir yere koydum hep. Zaten bu dosyayı gönderirken öncelikli nedenim buydu; gençleri “geçiştirmeme”si… Gençlerin usta yazarlarla, nitelikli edebiyatla buluşmasını bir görev bilinciyle, tutkuyla yapmaları. Bu koleksiyonda yer almak sırf bu nedenle bile kuşkusuz çok anlamlı benim için. Başlangıçtaki sevincim bunun içindi. Sonrasında yayınevinin insani yaklaşımının ticari kaygılardan önde olduğunu görmek ayrıca sevindirdi beni, umutlandırdı.
- Şiir kaleminizin etkisiyle belki de akıcı ve içinde müziği olan bir metin Hayat Pastanesi. Siz bu tarzınızı nasıl yorumluyorsunuz?
Aslında yorumu benden ziyade okur yapmalı. Ben sadece hissettiğim gibi yazıyorum. O yorumu ya okur yapacak ya da bir süre sonra ben yapacağım. Bu yorum metnin üretim sürecinde benim yaptığım bir şey değil. Şiir benim için edebiyat türü olmaktan çok bir olma hali. Her insanın hayatta varoluşunu bir anlamlandırma yöntemi var. Bizi birbirimizden ayıran en önemli özellik zaten bu. Benim varoluşumu anlamlandırmak açısından bildiğim en iyi yol şiir. O yüzden şiiri bir edebiyat türü gibi düşünmüyorum. Metnin akıcılığına etkisi mutlaka var. Bir kere şiirin dilin akıcılığı üzerinde çok büyük bir etkisi var. Hatta ben bunu o kadar önemsiyorum ki elimde olsa eğitim sistemimizde bir tek değişiklik yapabilirsiniz, bir tek şansınız var deseler bana, kreş çağından itibaren okuma-yazma dersiyle birlikte bir şiiri nasıl okumanın gerektiğini öğreterek aslında hayatı öğretmeliyiz derim. Şiiri okurken, yazarken sadece şiirin içinde kalmıyorsunuz. Hayatın her alanına her köşesine girebiliyorsunuz. Aynı zamanda dil becerinizi hem konuşma anlamında hem de onu yazıya dökme anlamında geliştiriyorsunuz. Bu nedenle metinde benim şiirle ilgili alışkanlıklarımdan kaynaklı bir etkinin görülmesi elbette ki kaçınılmaz.
![]()
|
- Kehribar Geçidi’nden Tadımlık… - 29 Kasım 2021
- Kitap Eki Dergisi 7. Sayı Çıktı! - 15 Temmuz 2020
- Kitap Eki Dergisi 15 Ocak’ta Okurlarıyla Buluşuyor - 1 Ocak 2020