Şiirinin bir yanı Çırak çocukların, konfeksiyoncu kızların hayatla ilgili rüyaları ise bir yanı devrimci çocukların yoksul halk çocuklarının, işçilerin yarınlarla ilgili güzel “terütaze” umutlarıydı.
Kimse ile kavga etmeden kimse ile küsmeden
Sadece kendi şiirini çalışmış bir şair
1984’te Abdülkadir Bulut’un cesaretlendirmesi ile koltuğumda şiir dolu bir dosya ile girdiğim Boyacı Ahmet Sokağı’ndaki Yeni Türkü Şiir Yayınları’ndan başlayarak, Cağaloğlu yokuşu, Cumhuriyet Gazetesi, Etap’taki kitap fuarları, yayınevleri derken aslında ne çok karşılaşmışım Refik Durbaş ile. Ne çok bakmışız, ne çok konuşmamış ama hep sevgiyle hep anlayarak ve severek ne çok geçmişiz yan yana birbirimizi. En son karşılaşmamız ve görüşmemiz ise Almanya’nın Frankfurt kenti yakınlarındaki Walldorf kasabasında olmuş. Burda ise oturduk, baktık ve konuştuk birbirimizle.
1985’te Etap Marmara Oteli’nde düzenlenen Kitap Fuarı’na girerken şair arkadaşlarının gülüşerek “Arabeskçi şair” diye çağırdıkları kişi Refik Durbaş’tan başkası değildi. O cümleye ise hiç bir anlam verememiş, o seslenişte biraz Refik Durbaş’ı, şairi küçümseme sezmiştim. Şiirindeki hele Çırak Aranıyor’daki acı tona bakarak “Arabeskçi” diyenler kendilerini savunacak bir zemin yakalasalar da, bu yaklaşımı küçümseyici bulur, kalbi ve kelimeleri devrim ve devrimci çocuklar, çıraklar, hanlar içinde solan halkın kızları, oğulları, yoksul işçiler ve köylüler için atan Refik Durbaş’a ve onun namuslu şiirine büyük haksızlık sayarım. Şiirinin bir yanı Çırak çocukların, konfeksiyoncu kızların hayatla ilgili rüyaları ise bir yanı devrimci çocukların yoksul halk çocuklarının, işçilerin yarınlarla ilgili güzel “terütaze” umutlarıydı. Bu yüzden de öfkeliydi şiiri, bu yüzden de öfkeliydi kelimeleri ve dizeleri tabii sert. “Böyle buyurdu Muhammed” deyip şöyle diyordu:
kalbim artık uyumuyor geceleri
döktüğünüz işçinin kanı mübarek olsun, döktüğünüz köylünün kanı mübarek olsun
bütün devrimcilerin kanı mübarek olsun ramazan-şerifiniz mübarek olsun
ki gün doğar ışır dağlar
tüfengini omuzlar rüzigâr
çıkar dağlara
öder yoksulluğun rüşvetini
küllerim dağılır
yüzbin harf ve cennet ve cehennem kalbim.
Bir yere oturmadan, konuşmadan bir saygılı sessizlik ve “Dağa ve dağlılara özgü” bir büyük suskunlukla geçilen karşılaşmalardan aklımda kalan ise sevgi dolu, ilgili, içtenlikli bir gülümseme ile bakan bir Refik Durbaş. O beni böyle uzaktan bir kardeş gibi kalbi ile saymış selamlamış, ben onu o Erzurumlu şairi kalbimin gönlümün içinden uzaktan böyle çok büyük sevmişim.
“Gel bak kim burda” diyerek, bir arkadaşın gece gelen telefonu ile çağrıldığım Frankfurt kenti yakınlarındaki Walldorf kasabasında buluşup kucaklaştığım Refik Durbaş ve o gün Yüzüm Bir Kentin Anı Defteri’nde şu cümleler ile kayıtlıdır:
“Refik Durbaş ile Almanya’nın Frankfurt kenti yakınlarındaki Walldorf kasabasındaki buluşup kucaklaşıyoruz. Sohbet uzun sürüyor. Adam Yayınları’nda çıkan Kimse Hatırlamıyor kitabının içine geç kalmamın hesabını o veriyor Eser’e:
Eser Kardeşim
Ali Asker “Barut” misali
Kalbimde,
“mermi” misali
sevgimde
“tüfek” misali
sevincimde, Türkiyeli
hasretimdeydi. Bu akşam
Türkiye saatiyle 03.15’e kadar
bu hasretin
barutunu ateşledik.
Sevgiyle – Selamlar
Ekim 2000”
Ah Refik Durbaş, ah “Yirmibir yaşında, halk bahçelerine / hiç gül yağmadığını, umut yağmadığını / Yirmiüç yaşında, Alanlar türkülerle inlerken / dağlarıma karanlık ve özgürlük yağdığını anlat”an şairim, ve bil ki seninle aramda gidenlerle kalanlar arasındaki o uzun mesafede “Siyah bir acıda” durdu kalbim!
- “Siyah bir acıda” durdu kalbim! - 3 Aralık 2018
FACEBOOK YORUMLARI