
Şehrin içinde görmezden geldiğimiz güvencesiz çalıştırılan kadınların hikâyelerine odaklanan ve farkına varmadığımız, atladığımız ayrıntıların peşine düşen Seray Şahiner ile son romanını ve roman kahramanı Mercan’ı konuştuk.
Fotoğraflar: Sedat Suna
Seray Şahiner, son dönemin üretken yazarlarından. Şahiner, geçtiğimiz ay, öykü kitapları Gelin Başı ve Hanımların Dikkatine; yazılarını topladığı Reklamı Atla ile ilk romanı Antabus’tan, ikinci romanı olan Kul ile okuyucularının karşısına çıktı. Şehrin içinde görmezden geldiğimiz güvencesiz çalıştırılan kadınların hikâyelerine odaklanan ve farkına varmadığımız, atladığımız ayrıntıların peşine düşen Seray Şahiner ile son romanını ve roman kahramanı Mercan’ı konuştuk.
Alt sınıftan kadınlar, hikâyesi önemsenmeyenler, dertleri derin bulunmayanlar metinlerinin ana karakterleri oldu şimdiye kadar. Mercan da güvencesiz çalışan bir merdiven temizleyicisi. Antabus’ta da konfeksiyon atölyesinde çalışan Leyla’nın hikâyesini okumuştuk. Seni “alt sınıf” kadınların hikâyelerine çeken nedir?
İnsan çaresizken, daha zeki, daha girişken daha inatçı olmak zorunda. Sağlıklı beslenmek zihin açar ama bütün buluşlar hep açlıktan. Yiyecek ekmek bulmak zorunda olanların dehasına kral sofrasında oturanlar erişemez. Doymaları, barınmaları, giyinmeleri, ulaşımları, kıvrak zekâya bağlıdır. Bazen günü kurtarmak, hayatını kurtarmak demektir. Açıkçası, refleksleri daha kuvvetli karakterler yazmak bana daha cazip geliyor. Bir de… Aslında yazdığım kadınlar genelde, o sınıf meselesi içinde, kendilerine yukardan bakanların tavrını küçümsüyor. Yani benim anlattıklarıma göre dışardan ve yukardan bakanlar hep daha aşağıda…
Mercan evi terk eden kocasının peşine düşmüş bir kadın. Aynı zamanda çocuğu olmasını da inanılmaz arzuluyor ve bu dileklerinin gerçekleşmesi için tüm uhrevi olasılıkları deniyor. Bu açıdan bakıldığında bir yolculuk romanı gibi Kul…
Hikâye genelde şöyle başlar: Kahraman yola çıkar. Türlü badireler atlatır. Sevdiğine kavuşur ve mutlu son. Mercan’ın hikâyesi ise, tam tersinden, kocasından ayrıldıktan sonra başlar: Ve kahraman yola çıkar. Mercan kocasını aradığı, onun dönmesi için medet umduğu bütün o yolların sonunda aslında kendine varıyor. Kocası varken evden işe işten eve gidip gelmiş, kocasına bakmaktan başka bir hayatı olmayan bir kadın. Adam gidince, tek başına sokağa çıkıyor. Başına buyruk. Ve fark ediyor: Çalışıyorum, kendi geçimimi sağlıyorum. Aslında özgürüm…
Ama yolculuk romanlarında genelde bir aydınlanma gerçekleşeceği beklentisi vardır. Mercan kendi dünyasının dışına çıkamıyor pek…
Mercan için asıl yolculuk, bir “kendi dünyası” olması fikrine varması zaten. Çünkü kocası gidene kadar, Mercan için hep başkaları için yaşanılan bir hayat var. Adam gidince ilk kez diyor ki, kendime zaman ayırmalıyım. Evet, böyle bir alışkanlığı ve televizyondan başka rol modeli olmadığı için biraz zorlanıyor. Çünkü kitle iletişim araçlarının sunduğu kendine vakit ayıran kadın, Mercan’ın kazandığından çok para harcıyor. Sunulanla yaşayabileceği arasındaki çelişkiyi fark etmesi bile başlıbaşına bir yolculuk. Özgürleşmesiyle birlikte bir rüzgar da geliyor Mercan’ın hayatına… Tam hayalindeki gibi olmasa da: Filmlerde sevgilileriyle- kocalarıyla Dolmabahçe Saat Kulesi’nin altı senin Piyer Loti benim İstanbul’u gezen kadınlara hep özenmiş, ama payına kocasının ardından Lohusa Sultan Türbesi senin, Tez Veren Dede benim İstanbul’u gezmek düşüyor… Yine de, sokağa atılan her adım, yeni bir dünya… Ayaklarımızın alışkın olmadığı yollara başka gözlerle bakarız.
Sıradan sayılacak eylemler, Mercan’ın varoluş problemine dönüşüyor: Samatya’da arka sokaklar yerine meydana çıkan merdivenleri kullanması mesela. Senin için sıradan eylemlerden bambaşka anlamlar yaratıyor diyebilir miyiz?
Mercan hem eller ne der baskısıyla yaşıyor, hem aslında kimse onun farkında olmadığından, bu eller ne derdeki önem atfı bile bir umut aslında. Görünür olma umudu. O, en gözde olmak istemiyor. Herkes gibi olmak istiyor. Kafasında, televizyondaki kadınlar ve sokakta gördüğü çocuklu- kocalı kadınların kolajından oluşmuş bir kadın var. O kadın olmak istiyor. Hani nasıl televizyonda yemek tariflerinde, “zor değil, ölçüler bardakla kaşıkla” diye bir pratiklik sunarlar… Biraz almaya parası yetmeyecek malzemelerin yerine evdeki malzemeleri kullanarak, “ölçüler bardakla kaşıkla” usülü bir kadınlık tarifi… Misal, senin de söylediğin… Kocası gittikten sonra kendime vakit ayırmalıyım şiarıyla Samatya Meydan’a gidip bir mekânda oturup bir kadeh bir şey içmeye karar veriyor.
Mercan Samatya Meydan’a açılan merdivenleri inerken… Bu geçiş; Samatya Meydan’dan temizliğe giderken ki geçişlerine benzemeyecek! Zaten Mercan, temiz pak giyinmediyse asla Samatya Meydan’a merdivenlerden inmez, ille meydandan geçmesi gerekiyorsa da iş kılığındaysa; ara yollardan girer Samatya Meydan’a. Ara yollar, Mercan için zengin evlerine hizmetçiler ortalık yerde dolanmadan iş görsün diye konmuş servis asansörleri gibi. Samatya Meydan’a açılan merdivenlerden inerken, apartman merdivenlerini arka arka silerek inen Mercan Hanıııım değil. Merdiven inerken yukarı basamakları değil aşağı basamakları görmek bile Mercan için hayatta bir basamak atlamak demek. Merdivenlerden Samatya Meydan’a inerken, yoğun bir iş gününün ardından stresini atmaya çıkmış, gündelik rahat stiliyle etrafta ferah bir rüzgâr estiren, çalışan şehirli kadın olmak istiyor.
Televizyon bir nesne olmaktan sıyrılıp ve akıl veren, hayata yön veren bir karaktere dönüşüyor romanda…
Mercan, kocası gittikten sonra yalnız… Kentsel dönüşüm yüzünden aynı sınıfa mensup oldukları eşi dostu Samatya’dan taşınmak zorunda kalmış, yarensizlikten de yalnız. Gidenlerin yerine Samatya’ya taşınanlar da ne Mercan’la iki çift laf eder, ne onunla cemevine gider. Çocuğu olsa, bunun yalnızlıktan kurtulmak için bir yol olacağına inanıyor. O da yok. tek muhattabı televizyon. O da hayatındaki diğerleri gibi cevap vermiyor Mercan’a doğru, ama ses vermesini bile nimet sayıyor Mercan. Televizyonla kafa kafaya verdi miydi, yapamayacağı şey yok Mercan’ın! Televizyon onun yaşam koçu, stil danışmanı ve aile hekimi. Ama, televizyondan sunulanla kendi hayatı arasındaki fark onu bir boşluğa düşürüyor… Televizyondaki kadınlar gibi günlük rahat stiliyle giyinip kuşanıp sokağa karışacak mesela… “Acaba ne giyinsin Mercan kendine vakit ayırmaya giderken? Ne diyordu televizyondaki kadınlar? Modayı çok önemsemiyorum. Dolabımın olmazsa olmazı, zamansız tasarımlar. Benim için önemli olan, günlük trendlerin peşinden koşmaktansa kendi tarzımı yaratmak…” Oysa Mercan’ın insan içine çıkmalık diye tabir ettiği tek kıyafeti var sadece: kırmızı etek bluz takımı… Televizyona bakıp içleniyor… “Neyim eksikti dolabında mutlaka, aniden katılması gereken bir davet olursa hemen üstüne geçirivereceği düz kesim siyah bir elbisesi olan kadınlardan…” diye…
Her yeni kitap sonrasında bir boşluğa düşer misin yoksa hızla yeni projelere mi sarılırsın?
Anlatacağım yeni karaktere uygun yeni bir üslup bulmak için kendime biraz zaman vermekten yanayım. Elim ve zihnim son kitaptaki anlatı dilinden biraz arınsın ki ben başka bir şey inşa edebileyim.
![]()
|
Okuma önerisi!![]() Mizojini – Jack Holland Leyla Öztürk’ün incelemesi; “Kadın Düşmanlığı Tarihinde, Ürpertici Bir Yolculuk; Mizojini“ Jack Holland, bir yandan Mizojininin tarihsel boyutunu gözler önüne sererken diğer taraftan kadınların bu ayrımcılık ve şiddetle mücadelesini de anlatır. |
- “Yaz Rehavetinde” Okunabilecek 10 Ayrıntı Yayınları Kitabı - 26 Temmuz 2019
- Hayalete Dönüştürülen Ölülerin Romanı - 30 Nisan 2019
- Akıntıya Karşı Gazetecilik - 22 Şubat 2019