
Banu Özyürek’in ilk öykü kitabı Bir Günü Bitirme Sanatı, edebiyatın sadece genel sosyolojik okumalarla değil mikro sosyolojilerle de güzel bir birliktelik oluşturabileceğinin bir örneği
Sosyoloji ve psikolojinin ezeli savaşının temel nedeni esasında her iki bilimin de çıkışında pozitivizmin etkin olması. Aslında çalışma alanları, birçok başka sosyal bilimle olduğu gibi, birbirleriyle de büyük oranda kesişen bu iki bilim dalı, tanımlama, ayrıştırma ve kategorize etme mantığının bir kurbanı olarak yıllarca diğerini yok sayarak araştırmalarını sürdürmüş ve kuramlarını bu minvalde geliştirmişlerdir.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, özellikle sosyolojide, büyük kuramsal söylemler, yerini yavaş yavaş daha mikro düzeyde çalışmalara bırakmış ve böylece de diğer sosyal bilimlerle flört başlamıştır. Toplumu ve insanı anlamak adına, daha verimli bir dönemin kapısı açılmıştır. Bunu söylerken bahsi geçen kuramsal söylemleri inkâr ediyor değilim, yalnızca yeterli olmadıklarını düşünüyorum. Mesela “yabancılaşma” kavramından örnek verelim. Bunun neden kaynaklandığını ve genel olarak ne demek olduğunu açıklıyor kuramlar. Ama bu yabancılaşmanın farklı tezahürleri, farklı görünümleri olacağını; belki farklı toplumsal problemlerle birleştiğinde bambaşka formlara bürüneceğini açıklamıyor.
Mikro sosyolojiye edebi bir katkı
Banu Özyürek, Bir Günü Bitirme Sanatı’ndaki öykülerinde işlediği karakterlerde, aslında bahsi geçen mikro sosyolojiye edebi bir katkı sunuyor. Toplumsallıktan, insani ilişkilerden kaynaklı birtakım korkular, çeşitli takıntılar, kendine dair kimi arayışlar, zaman ve mekânla ilgili kaygılar… Tüm bunlar Özyürek’in karakterlerinin tam da hayatın içinde olduklarını, bizzat yaşadıklarını gösteren kanıtlar. Her bir ayrıntı, bahsi geçen olay örgüsünün yanında, bir psikoterapi seansına kulak misafiri olmuşuz izlenimi yaratıyor. Özyürek’in dilinin gücü ve tasvir yeteneğiyle bu kulak misafirliğine, gözümüzde canlandırdığımız sahneler eşlik ediyor ve öykülerin tamamını yalnızca kelimelerle değil, duyu organlarımızla da yaşayabiliyoruz.
Öykülerin tamamını okuduğumuzda ise şahit olduğumuz psikoterapi seansları, birleşip yerini sosyolojik bir araştırmaya bırakıyor. Çünkü izlediğimiz insanların dertlerinin, korkutucu biçimde ortak bir zemini var.
Bir Günü Bitirme Sanatı önemsenmeli
Modern hayatın boğuculuğu ve bireyleri, özellikle de kadınları, içine hapsettiği çıkışsızlık, belki de sıkışmışlık hissi, derinden derine bütün öykülere ve temelde kitaba eşlik eden zemin. Bu zemin elbette birçok farklı yazar tarafından, farklı tarzlarda kullanıldı ve kullanılmaya devam ediyor. Peki, Özyürek’i bu noktada özel kılan, ya da önemsememizi gerektirecek husus nedir?

Öncelikle Özyürek’in öykülerinde, tematik olarak bambaşka konular işlenmiş. Aşk teması bile bambaşka bir açıdan ele alınarak, karakterin ruhsal ve de toplumsal krizine derinlik katan bir yan unsur olarak kullanılmış. Örneğin ilk öyküde, bahsi geçen Semra ile karakter arasındaki ilişkiyi ilk başta bir aşk ilişkisi olarak değerlendirirken, öykünün ilerleyen sayfalarında Özyürek bambaşka bir tablo çıkartarak karşımıza hem ters köşe yapıyor, hem de daha etkileyici bir iz bırakıyor hafızamızda. Onun haricindeki öykülerde, evlilik, aile, komşuluk, iş gibi farklı toplumsal zeminlerdeki, bahsi geçen çıkışsızlığın tezahürlerini izliyoruz. Bu anlamda öyküler arasında bir devamlılık söz konusu aslında. Hatta karakter olarak da bir aynılıktan söz etmek yanlış olmayacaktır. Örneğin birden fazla öyküde, karakterin ayağa bakma durumu söz konusu. Bu, karakter için, bir nevi yaşadığı zamana ve mekâna aidiyetsizliğin, kendini yabancı hissetmesinin bir tezahürü olarak kullanılıyor. Onun dışında karakterler arasında birçok başka benzerlik de yakalamak mümkün.
Özyürek, Kültür Mafyası’dan tanıdığım ve yazın sürecine şahit olduğum bir yazar. Mafya’ya yazarken de, kendi öykü dosyasını oluştururken de ve hatta yaşarken de inanılmaz titiz ve incelikli davranır. Hayatımız bu titizliği hak eder mi bilmiyorum, ama edebiyat bu titizlikle karşılaştığında çok lezzetli cevaplar verebiliyor. Bir Günü Bitirme Sanatı bu cevaplardan biri.
Yeni ve güçlü bir yazarın, gelmesi uzun sürmüş bir “Merhaba”sı.
![]()
|
- Vay canına! PUKSAVIDA yayın hayatına başladı! - 16 Mart 2017
- Cinler, canavarlar, filozoflar ve bilumum teröristler - 9 Mart 2017
- Londra’da Hoş Cinayet - 30 Ekim 2016