Sıcak Kafa; “Sözlerin rengini hareketlerin makamına tercih etmeyen bir roman”

Bu enteresan romanın kalemi zengin, gönlü alçak yaratıcısı kıymetli Afşin Kum ile bir parça söyleştik Sıcak Kafa’ya dair.

Hatırlarsınız demeyeceğim çünkü hem dinamizmini hiç kaybetmedi hem de yalnızca iki yıl geçti Sıcak Kafa’nın okurların gönlünde yer etmesinin üzerinden.

Konuşma yoluyla bulaşan ve insanları “abuklamaya” sürükleyerek hayatı altüst eden kurgusal bir hastalığın etrafında şekillenen bu ütopik romanda mantıklı konuşma yeteneklerini kaybeden insanlığın ilginç diyaloglarına ve giderek büyüyen bir kaosun aşamalarına şahit oluyoruz. Ele aldığı konuyla oldukça ilginç olmasının yanı sıra akıcı dili, giderek tırmanan gizemiyle okuyucunun merakını canlı sürekli canlı tutan, sonunda “her şeyin mantıklı bir açıklamasının olmayacağını bilecek kadar zeki” olmamız gerektiğini hissettiren ve yaratıcılığın en güzel örneklerinden olmayı başaran bir ilk roman Sıcak Kafa.

Sadede gelecek olursam, bu enteresan romanın kalemi zengin, gönlü alçak yaratıcısı kıymetli Afşin Kum ile bir parça söyleştik Sıcak Kafa’ya dair. Şimdi sözü kendilerine bırakırken teşekkürlerimi de yineliyorum bir kez daha…

Sıcak Kafa yayımlandığı günden bu yana hakkında oldukça konuşulan bir roman oldu ve aradan iki yıl geçmiş olmasına rağmen hala sıcaklığını koruyor. Bir ilk roman olarak kendinden bu denli söz ettireceğini düşünmüş müydünüz yazma aşamasındayken?

Açıkçası, düşünmedim dersem yalan olur. Çok özgün ve açılımları olan bir fikir olduğunun farkındaydım ve yazarken de bunu tüm derinliğiyle aktarabilmek için ciddi bir özen gösterdim. Ama beklenmedik denebilecek şöyle bir şey oldu: Yazmaya başladığım sırada, kitaptaki kurmaca hastalık halinin bugünün dünyasına ve Türkiye’sine benzerliği o kadar net değildi. Kitap yazılırken dünya giderek kitaptakine benzedi. Bu da kitabı okuyanlar arasında, güncel siyasi durumun alegorisi olduğu şeklindeki algının beklediğimden daha güçlü olmasına yol açtı.

Okurken birçok soru işareti oluşturmuştu bende ve itiraf edeyim o soru işaretleri hala yerini koruyor. “Murat Siyavuş’un ilk başta hastalığı atlatmasındaki sır neydi?” gibi… Hasan Ali Toptaş “Hikâye kelime kusarak değil, kelime yutarak yazılır.” der ve hikâyenin ölümsüzlüğünü bu sessiz kalışa, gizeme dayandırır. Bu bağlamda düşünecek olursak romandaki boş noktalarla hedeflediğiniz bu muydu?

Yazarın okuyucudan bilgi saklaması, bir yandan çok güçlü bir dramatik etkiye olanak sağlayacağı için yazar açısından çok çekici bir oyuncaktır ama bir o kadar da tehlikelidir. Çok ince bir denge sağlanması gerekir. Benim de çok ilgimi çeker kendini yavaş yavaş açan ya da bazı tarafları kapalı kalan hikâyeler. Ama bunun okuyucuda bir eksiklik hissi, ya da daha kötüsü kandırılmışlık hissi yaratmaması gerekir. O zaman bütün planınız geri teper. Ben de belli ölçekte bu araçtan yararlandım, kısaltmaların açılımlarının sonradan ortaya çıkması gibi küçük numaralarda mesela. Ama kitaptaki hastalığın iç yüzünün belli olmaması konusunda durum biraz daha farklı. Çünkü burada belirsizlik dramatik bir araçtan ziyade, konunun kendisi durumunda. Aklın ve bilimin yöntemleriyle çözülebilecek alanın dışında kalan, o yüzden anlaşılmaz kalmaya mahkum bir felaket karşısında içine düştüğümüz çaresizlik hali, kitabın konusu.

Kulaklık kitapta bir savunma aleti konumunda çünkü hastalığın bulaşacağı tek yol konuşmak. İnsanlar da bu nedenle kendilerini diğerlerinden soyutlamak ve herhangi bir iletişime maruz kalmamak için kulaklıklarına sarılıyorlar. Şu an baktığımızda da durum farklı sayılmaz. Salgından kaçarcasına kulaklıklarımızla bütünleşmiş durumdayız. Ben kitabınızda bu durumu ironik bir biçimde eleştirdiğinizi düşünüyorum, yanılıyor muyum?

Evet, hayatımızın içinden bir görsel malzeme kullanırken, okuyanı bu durum üzerine düşünmeye teşvik etmek gibi bir niyetim vardı. Toplum içinde geçirmek zorunda kaldıkları zamanı kulaklıklarla geçirenlerin asıl arzusu, kulaklıktan gelen müziği dinlemekten çok, kendini dışarıdan soyutlamak gibi geliyor bana. Kulaklık, çevrede olup biteni duymazdan-görmezden gelme konforu ve başkalarından gelebilecek tacizlere karşı koruma sağlıyor. Tanımadığımız ve her türlü belayı bekleyebileceğimiz insanlarla aynı havayı solumanın eziyetine, kendimizi diğerlerinden olabildiğince soyutlayarak katlanıyoruz.

Abuklamaya gelecek olursak… Romanda mantıki bir sistematiğe oturtmak mümkün değil. Fakat Afşin Kum için var mıydı mantıki bir şifresi bu diyalogların yazarken?

Bu soruya cevap vermek pek kolay değil, sanırım pek doğru da değil. Yani, olsaydı bile söylemezdim. Ama şu kadarını söyleyebilirim; abuklamaları yazmak, dışarıdan göründüğünden biraz daha zor. Çünkü bunlar hem saçma olmalı, hem de mantıklı olmanın sınırında geziyor olmalı. İlk bakışta anlamsız ama biraz daha uğraşılsa anlaşılacak gibi durmalı. O dengeyi tutturmak çok kolay bir şey değil.

“Düşünürseniz, bir büyük tehlikeye karşı güvenliği birinci öncelik haline getirmiş bir devlet, güvenliği sağlamak için elinin altında bulunan araçları iktidarın konumunun sorgulanmasını engellemek için kullanmaya, dolayısıyla en genel anlamıyla yolsuzluğa son derece açıktır. Güvenlik konusunda elde ettikleri sorgulanmazlık konumunu başka alanlara da kolaylıkla yayarlar, çünkü güvenlik öncelikli olduğunda her şey güvenlikle ilgilidir. Bu noktadan itibaren, bir yolsuzluk düzeninin kurulmasının önünde kalan tek engel, yöneticilerin kişisel ahlaklarıdır. Bu da sömürülecek kaynağın büyüklüğüyle karşılaştırıldığında çok zayıf kalır.” diyerek adeta demir bilye kıvamında bir tespitte bulunuyor sevgili karakterimiz Murat Siyavuş. Peki, sizce iktidarın elindeki bu değneği etkisiz kılmanın bir yolu bulunamaz mı?

İktidarın yozlaşmasını engellemenin kolay bir yolu olduğunu sanmıyorum. Bunu en iyi başarabilenler, çoğulcu ve özgürlükçü Avrupa demokrasileri gibi görünüyor, ama onlarda bile güvenlik ve bolluk ortamına bir tehdit hissedildiği anda faşist partiler iktidara aday hale geliveriyorlar. İnsan uygarlığının geleceği için, devlet iktidarı kavramından tümden kurtulmalıyız. Ama bunun nasıl olacağı meçhul. Tüm sosyal hayvanlar gibi, hiyerarşik toplum yapısı hamurumuzda var. İktidar başlı başına o kadar çekici bir şey ki, her boşluktan fırlayabiliyor. Hal böyle olunca, devrilen her iktidarın yerini bir başkası alıyor.

Son olarak herkes gibi benim de merakla beklediğim bir ikinci roman görünüyor mu ufukta?

Evet, bir ikinci roman üzerine çalışıyorum. Tematik olarak Sıcak Kafa ile ortaklıklar taşıyor ama tamamen bağımsız bir hikâye. Ancak daha bayağı işi var, şu an için sadece ufukta göründüğünü söyleyebilirim.

  • Sıcak Kafa
  • Yazar: Afşin Kum
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: 2016
  • Sayfa Sayısı: 188 Sayfa
  • Yayınevi: April Yayıncılık
Dilşad Gündoğan
Vinkmag ad

Read Previous

10 Meşhur Kitap İstifçisi

Read Next

Ölümün Rütbesi Yoktur

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *