Nefes alan ve nefes aldıran öyküler yaratmış Can Göknil, sıcacık, yumuşacık, umut ve sevgi dolu, barışçıl. Aynı düşlediğimiz dünya gibi.
Gün ağarmıyor bir türlü, karanlık. Dünya ateş topu avcumuzda, yakıyor. İşte böyle günlerden geçiyoruz. Gündemin ağırlığı altında en insancıl yanlarımızı kaybediyoruz. Tek umudumuz içimizdeki iyiliğe kavuşma ihtimali. Şefkate ihtiyacımız var, bizi sarıp sarmalayacak hikâyelere. Yaramızı sağaltacak, insan olduğumuzu hatırlatacak, çocukluğumuzu bize geri verecek öykülere. Doğayla bütünleşmemizi sağlayacak temiz renklere.
Can Göknil yeni öykü kitabı Göz ve Söz’de suluboya tekniği ile yazılmış öyküler yaratıyor. Yumuşak fırça darbeleriyle var edilen öyküler bunlar, sakin, umut veren, dingin. Bölünmüş hayatlarımızı silik renk geçişleriyle bir bütün haline getiren. Yaşadığımız ve nefes almakta zorlandığımız ağır gündemin yükünü hafifletircesine pastel renklerle boyanmış naif bir dünyanın kapısını aralıyor bizim için. Sözü göz yapıyor, onun kelimeleriyle görüyoruz bu kez dünyayı.
Çok yönlü sanatçı Can Göknil’in on dört öyküden oluşan yeni kitabı geçtiğimiz ay Can Yayınları tarafından yayımlandı. Ressam ve yazar kimliklerini birleştiren Göknil, türler arasılık ilişkisini de içeren bir kitaba imza atıyor. Kitapta yer alan her öykü aynı adı taşıyan bir resimle birlikte okura ulaşıyor. Hayal dünyamızı ve imgelem gücümüzü en çok etkileyen iki sanat alanı, görsel sanatlar ve yazı birleşerek çok boyutlu ve sınırları yok eden bir anlatım kazanıyor.
Göknil, bir ressam duyarlılığıyla okura bakmakla görmek arasındaki farkı fark ettiriyor. Sınırlı bakış açımızın dışında kalanları gösteriyor. Açıyı yakalayabilmek adına elimizden tutarak yolculuklara çıkarıyor bizi. Kimi zaman çocukluğumuza, kimi zaman içimize uyuyan düşlere, bazen de korkularımıza, umutlarımıza, hayal kırıklıklarımıza, en gizil arzularımıza doğru bir yolculuk bu. Bizi içimizdeki çocukla buluşturuyor, sarıp sarmalıyor çaresizliğimizi.
Göknil yalın, sade anlatımı tercih ediyor. Uzun tumturaklı cümlelerden, süslü benzetmelerden kaçınıyor. Kısa cümleler ve diyaloglar yer alıyor anlatıda. Yazar ben anlatısını tercih etmesinin yanı sıra anlatımda kullandığı diyaloglarla canlı, yaşayan ve çok sesli metinler yaratıyor. Ancak yazarın şimdiki ve geçmiş zaman kullanımlarında yer yer karışıklıkların var olması da okumanın akıcılığını kimi zaman sekteye uğratabiliyor.
Hayatın içinden, ânı anlatan öyküler bunlar. Fiziksel zamanı kısa olmasına rağmen derin psikolojik yoğunluğa sahip öykülerle katmanlı bir anlatım sunuyor okura. Bazen bir hastanenin bekleme salonunda, bazen bir teknede mavi sularda, kimi zamansa sahildeki bir yaşam kesitinde kısacık bir âna tüm hayatı, duyguları, umutları sığdırıyor. Gerçek yaşamı anlatan hikâyeler ama sırf doğaya ayna tutmaktan öte, kendi duygularını ve renklerini katıyor yazar tuvaline. Görsel detaylar incelikle yerleştirilmiş anlatıya. Bazen tek bir renk ya da doğa tasviriyle görsel bir iz düşüm oluşturabiliyor okurun algısında. “O güney esmeri yüce dağın doruğuna şakacı, bembeyaz ve çok kadınsı bir bulut konmuş, hafif hafif titreyerek Zeynep’i sinirlendiriyordu.”
Kitapta yer alan öykülerin hemen hepsinde insanın içsel evreni ve duygusal tepkileri yer alsa da “Babamın Apalak Göbeği” ve “Uçtu Uçtu Kuş Uçtu” öyküleri psikolojik yoğunluğun en çok hissedildiği öyküler. Özellikle “Babamın Apalak Göbeği” öyküsünde küçük bir kız çocuğunun hayata karşı umutlarıyla yaşlı ve hasta bir kadının yaşama tutunma tarzı çok etkileyici bir zıtlık içinde yer alıyor. Baba kokusu ile çıkılan zaman yolculuğu ve geçmişte yakalanan çocukluk neşesi içinde yol alırken öykü, okur hayatın geçiciliği ve ölüm duygusuyla burun buruna geliyor. Ancak umut içeren öyküler bunlar, hayal kırıklıklarını anlatsa bile umutsuzluk hissi yaratmıyor. Kitapta yer alan metinler içinde özellikle bu iki öykünün, okuru anlatının içine çeken, hayal gücünü canlı tutan ve bittikten sonra bile okurun zihninde devam eden öyküler olduğunu düşünüyorum. “Rahat bırakın beni, diye fısıldıyorum. Kimse işitmiyor. Aldırmıyorum. Babamla denizdeyiz yine. Babam seviniyor beni görmüşlüğüne. Su ılık. İyiyiz biz babamla. Bet sesli kadın uzağımdan uzağımdan söylenmeyi sürdürüyor. ‘Yine ıslatmışsın bütün yatağı.’ Gözlerimi sıkıca yumuyorum, hiç açmıyorum. Islaklığı seviyorum.”
Can Göknil öykülerinde doğaya ve insana yer veriyor. Deniz hemen hemen her anlatıda arka fonu oluşturuyor. Ağaçlar, kuşlar ve balıklarsa yazarın doğaya olan sevgisinin göstergesi olarak okunabilir. İnsanın doğayla olan bütünlüğünü yansıtıyor öykülerine. Yeşilin ve mavinin tonları görülüyor hikâyelerinde. Mitolojik anlatılar da yer alıyor; Cemre, Yunus, Simurg, Tuğrul Kuşu. “Fermuar”, “Uzak Yakınlaşırsa” ve “Derya Dervişleri” ise fantastik öyküler olarak değerlendirilebilir.
Nefes alan ve nefes aldıran öyküler yaratmış Can Göknil, sıcacık, yumuşacık, umut ve sevgi dolu, barışçıl. Aynı düşlediğimiz dünya gibi.
- Göz ve Söz
- Yazar: Can Göknil
- Türü: Öykü
- Baskı Yılı: Temmuz 2016, 1. baskı
- Sayfa Sayısı: 87 Sayfa
- Yayınevi: Can Yayınları
- Bu Kitabı Ateşten Koruyun: Fahrenheit 451 - 26 Nisan 2018
- Sonuçta bir direniştir yaşamak; Ernesto Sabato Üzerine - 31 Mart 2018
- Nefes Kesici Bir Gerilim: Kurtulan Kızlar - 21 Mart 2018
FACEBOOK YORUMLARI