Tam Konsantre Olup Okunması Gereken 8 Kitap

Merhaba sevgili dostlar. Bildiğiniz gibi geçtiğimiz ay ile birlikte normalde sosyal medya hesaplarımdan yaptığım, okuduğum kitaplara dair paylaşımları Kitap Eki’mizin ilgisi, desteği ile buradan da aktarmaya başladım. Okuduğum kitaplara geçmeden önce dilerim 2017 beklentilerinizi fazlasıyla karşılayan, sizi yeni dünyalar, kahramanlar ile tanıştıracak kitaplar getirir.

Sert soğuklarıyla gelen 2017’nin ilk ayına sekiz kitaplık bir başlangıç yaptım. Kitaplara geçmeden önce önemle belirtmeliyim bence “bazı kitaplar ev ortamında, tam konsantre okunmalı”dır. Aşağıda ismi geçen iki kitap bence özellikle bu nitelemeye uyuyor.

1

İlk kitabım Peyami Safa’dan “Esrarlı Köşk – Cingöz Recai”. Yaşı yetenler için “Cingöz Recai” Yeşilcam’ın tanıdık karakterlerinden biri. Yazınsal olarak bakıldığında o tarihlerde Peyami Safa’nın naif diliyle, tutkuyla yazdığı öyküler gerçekten kayda değer olsa gerek. Günümüz içinse dili, polisiye-macera seviyesi, kurgusu zayıf kalıyor. Ancak o dönem, 1940’lar için tahminen merakla beklenen, okunan eserlerdi. Boğazın köşklerinde, zengin muhitlerinde aydınlatılmayı bekleyen, Türk Robin Hood’u, espri anlayışı yüksek Cingöz Recai’nin soygunları okunmaya değeceğini düşünüyorum. Son söz Peyami Safa için; tarzını sevdim ve okumaya muhakkak devam edeceğim. Özellikle vurgulamak lazım; son dönemde erken dönem edebiyatımız ve edebiyatçılarımıza ciddi bir yönelimin başlaması, bazı eserlerin tüm ihtişamıyla yeniden ortaya koyulması büyük mutluluk.

2

İkinci kitap Aziz Nesin’den “Havadan Sudan”. Öykülere bayıldım. Ülkenin, belki de dünyanın sayılı mizahçılarından birini okumak büyük haz. Keskin bir akıl, nitelikli ve gediğine isabet eden taşlamalar, kendine has hitap. Çok güzel ve alt metninde bugüne bile ışık tutan insan profilleri, olaylar. Bulursanız muhakkak okuyun derim. Ben çok sevdim.

3

Evet… Sıra beni şaşırtan bir kitapta. Yukarda bahsettiğim “oturup evde okumak” konseptine sokacağım ilk kitap James Joyce’dan “Ulysses” Dilim tutuluyor. Koskoca Ulysses! Şöyle bir örnek ile başlayayım sözlerime; askerlik her erkek için yan yana geldiklerinde geçmiş, acı hatıralarından, dün sıkıntı yaşayıp bugün güldüğünüz şeylerden oluşur. Baş başa kaldığınızda hüzünlüdür, sıkıntılıdır aslında biraz önce kahkaha attıklarınız. İşte Ulysses’ten bahsetmekte beni böylesi bir duygu-duruma itiyor. Evde saatler süren tam konsantre okumalar sonucunda depresifleştim ve kayboldum. Her bölüm farklı tarz, türetilmiş kelimeler, tamlamalar ile dolu, anlaşılmaz, yorucu öğeler taşıyor. Bir bakıma James Joyce’un yaptığı şey o güne kadar gelen tüm burnu dik edebiyat dünyasını ateşe vermek ama ya okuyucu? Üstelik bu kitabı “Dublinesk” gibi Ulysses’e dair açıklayıcı öğeler taşıyan bir kitabın ardından okudum. Bazı dostlarımın söylediği gibi “belki orijinalinden okumak lazım…” Yıllardır Ulysses’i okumak için belli bir doygunluğa hazırladım kendimi. Naçizane, bence gerekmiyor. Öylesine yüklü bir bilinç akışı bve karmaşa var ki ancak okumayı beyninizi boşaltarak başarabilirsiniz. Bu uzun kitabı okumak isteyenlere zihin açıklığı ve sabırlar dilerim. Gerçekten James Joyce okumak, anlamak istiyorsanız “Dublinliler”i tercih etmenizi öneririm.

4

Aslı Erdoğan’ın “Mucizevi Mandarin”i okumuştum. Açıkçası “Kırmızı Pelerinli Kent”i herkes ondan bahsettiği için daha fazla merak ediyordum. Aslı Erdoğan’ın diline, kurgusuna, anlatımına hayranım. Anlattığı derinlik tekinsizlik, negatif karanlıklar arz etse bile okuma isteği uyandıran, içine alan, sarmalayan, iştah açan bir yapısı var. Aslı Erdoğan gerçekten çok iyi bir yazar. Bir kez daha kendi duygularını, ötelemeyen, şiddet karşıtı, insandan soğumuş haklı çığlıklarını duydukça ülkemizin onu hapse atmasını anlamak mümkün değil. Kendi ile barışıklığı yine kendi ile sert kavgaları aslında. Hatalarını aynalara öyle sert vuruyor ki onun için endişeleniyorsunuz. Bu arada dip not; tabii bu kitabı okuduktan sonra başta Brezilya-Rio olmak üzere Latin Amerika ülkelerine gitmekten vazgeçebilirsiniz. Umarım Aslı bunların hepsini yaşamamıştır.

5

Erbuğ Kaya’dan “Giddar”… Şaşkınlık ve “nereden başlasam” diyerek yorum yapmaya başlayabilirim. Kütleli, büyük boyutlu bir kitap. Yanınızda taşımaya uygun olmadığı için (sadece bu sebepten) evde okunması tavsiye edebileceklerimden. Sırf bu taşıma / taşıyamama mevzusu yüzünden iki yıl ertelediğim bir eserdi. Şu an, kesinlikle bir parçamı o diyarlarda bırakmama sebep veren harika bir diyar fantazyası olduğunu düşünüyorum. “Ülkemizde yok, yapılamıyor” denilen tüm şeylere karşı sert bir tokat. Nefis film olur. Ebadı sizi aldatmasın; uçarak ve merakla okuyorsunuz. Özellikle kurgusunun derinliği ve buna rağmen saf yazını, akıcı cümleleri beni ciddi anlamda etkiledi. Size şöyle bir ipucu verebilirim, fantastik eseri kurgularken yazar anlatmaya girişir, buna mecburdur. Sizi orada ağırlaması için her şeyi bilmeniz, hayal etmeniz gerekmektedir. Fakat yazar bu işin tuzunu, şekerini iyi ayarlayamazsa çoğu kavram, mekan, karakter, isimler birbirine geçebilir. İşte Erbuğ Kaya’nın eserinde şu an hepsi kafamda; Lien, Rondeva, Siox Dia ve diğerleri. Tanrı/Tanrıça denilen şeylere, dini, ruhsal boyutlara bambaşka bir bakış açısı, kendine has bir evren kurgulanmış. Bence fantastik, özellikle diyar fantazyası yazanların muhakkak kendi evrenleri olmalı. Bayıldım! Giddar bitmeden bir sonraki kitabın arayışına, sipariş vermeye giriştim. Serinin ikinci kitabı “Beşlerin Çağı”nı muhakkak edinmeliyim. Peki ya sonrası, yani o da bitince? Ne o diyardan ne de karakterlerden ayrılmak istemiyorum. İşte kalemin, işte zihindeki yerlerin, evrenlerin, fantastiğin gücü! Sevgili Erbuğ Kaya’dan daha nice kitaplar, bizi Giddar’da ağırlayacak anlatılar dilerim.

6

Altıncı kitap Uğur Kılınç’tan “Nebel Şatosu ve Diğer Öyküler”. Uğur Kılınç’ın ilk okuduğum eseri bir diyar fantazyası olan “Oegtar’ın Felaketi”ydi. “Nebel Şatosu ve Diğer Öyküler” için de benzer bir beklenti içindeydim açıkçası. Fakat karşılaştığım şey 17.yy’ın sonu ile 18.yy’ın sonu arasındaki 100 yıllık döneme dair, karanlık, gotik anlatının tüm gücüne ve bilincine sahip, öykündüğümüz yazarlara, özellikle Edgar Allan Poe’ya nazire yaparcasına yazılmış harika öyküler oldu. Açık söylemeliyim şaşırtıcı derecede sanki o dönemde, sanki o coğrafyalarda yaşanmış yazılmış izlenimi verdi bana. Duygularımı şöyle tarif edebilirim; eski bir konağın büyük camından dışarıdaki bahçeye bakarken akşamüstü güneşinin şömineye vurduğu o yatay ışıkta, 18. yy kıyafetleri içinde biraz bohem, biraz iç geçirerek, uzaklarda, yitmiş bir yerler ve insanları düşünerek ürktüğüm öyküler okudum. Kitap kısa görünüyor ama verdiği tat yıllanmış, leziz ve alışkanlık yapıcı düzeyde. Bence, bulabiliyorsanız kaçırmayın!

7

Gamze Arslan’ın “Çerçialan”ı 2016 yılı “Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü” sahibi. Benim ilgimi ise “Kibrit Ev” ile beraber “2016’nın En İyi Öykü Kitabı” yarışmasında olması ile çekti. Madem beraber anılıyoruz, muhakkak göz atmalıyım dedim. Açıkçası internet oylamalarının spekülasyona açık ortamında neden bu kadar oy aldığını bilmek istiyordum. Öncelikle sağlam ama yüzde bir gülümseme bırakan bilinç akışı ile 70 sayfayı nasıl okuduğumu anlayamadığımı belirmeliyim. Kesinlikle ışıltılı, güncel ve fantastiğin birbirine güzel bağlandığı bir hayal gücü ve kendine has bir yazın tonu var. Bu anlamda kafamdaki soru işaretleri yerini damağımda tat, yüzümde bir gülümsemeye bıraktı. Nadir olsa bile internet üzerinden ilham alarak iyi bir yazar ve güzel bir kitap buldum.

8

Son olarak sırada Ayşegül Kocabıçak’ın “Ben Söylemem Sen Anla” kitabı var. Gündelik ve toplumsal hayatımıza yönelik açık sözlü eleştiriler, taşlamalar, tavırlı bir öykücülük değeri taşıyor. Net ve akıcı dili ile bunu da okuyucuya direk aktarıyor. Durağan ama yaşananlara dair böylesi bir ses duymak isteyenlere önerebilirim. Hareketli, zihnimi zorlayan, “gıdıklayan” metinler beni daha çok mutlu ettiği için böylesi bir cümle kuruyorum. Tabii ki bu benim tercihim. Bu arada kapak tasarımına bayıldım. İsmi gibi görselliği de çok dikkat çekici. Ne yazık ki ülkemizde bu iki unsur satışlarda edebiyatın çok önüne geçiyor dostlarım. Kitabın içinden çok dış görüntüsüne önem verildiği zaman terazinin dengesi şaşıyor. Yazar, çizer, grafiker, editör okuyucunun nabzını bu anlamda sıkı tutmak zorunda. Böylesi bir zorunluluk edebi algıdan çok görsel beklentiyi cevaplamaya da çalışıyor.

Şubat ayında bol kitap, verimli, tatmin edici, iştah arttırıcı nice okumalar dilerim.

Bir sonraki ay görüşmek üzere…

Murat S. Dural
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

İntikam ateşiyle yanan bir roman; Kaplan! Kaplan!

Read Next

Edebiyat Geçmişinde Bu Ay; Dreyfus olayı – Emile Zola İtham Ediyor..!

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *

Follow On Instagram