Tülin Kozikoğlu, resim yapma tutkusu ömrü boyunca engellenen çocuğun ve adamın trajedisini ancak çocuk aklına yakışır şekilde çözüme kavuşturuyor.
Çalınan minarelere bile uygun kılıf bulunuyor da, hayaller, tutkular, kalabalıklardan uzaklaşmalar cadı görmüşçesine kovalanıyor. Kanatları kırpılıp “gerçekçi” kılınıyor. Bünyeden çarçabuk uzaklaştırılıyor. Öylesine ikna edici, öylesine “aklıbaşında” ki itirazları, çekinceleri; neredeyse biz de inanıyoruz bizi bizden çok düşündüklerine, hayal pilavı yiyip hayalkırıklığına uğramamıza engel olduklarına.
Tülin Kozikoğlu, resim yapma tutkusu ömrü boyunca engellenen çocuğun ve adamın trajedisini ancak çocuk aklına yakışır şekilde çözüme kavuşturuyor. Geriye dönüş (flashback) şeklinde akan filmlere benzer kurgusuyla önce büyük sürpriziyle tanıştırıyor bizi: Ali Sinan Bey’in ödüllü resmi diye işaret ettiği yerde resmi ara ki bulasın! Gene mi sanat simsarlığı diye hiddetlenmeden, merakla, soğukkanlılıkla çevirip sayfaları hikâyenin tadına bakıyoruz.
Boş tuvalde; vakitlice yatağa gitmelerin, diş fırçalamaların, servise yetişmelerin, öğretmeni dikkatlice dinlemelerin, arkadaş hatrına kaleye geçmelerin, aile ziyaretlerinin, şirket işlerinin, sevgiliye ve eşe adanmışlıkların, doğan çocuğa varını yoğunu dökmelerin göze görünmeyen boyasının ve kusursuz kompozisyonunun yer aldığını anlıyoruz.
İyi bir eş, baba, evlat, çalışan ve insan olmak adına ertelediği hayallerine tam kavuşacakken, eteğine yapışan çocuğuna, çalınan geçmişini düşünüp tam çemkirecekken, hatta azıcık çemkirmişken kaybetme lüksünün olmadığı çocuğundan ve geleceğinden yana saf tutup yapmadığı son ve en önemli resmi hayranlıkla seyrediyoruz.
Ece Zeber, başlardaki çerçeve esprisini bırakma sebebini anlayamasam da, anlam damıtan resimlemesinde birçok tavşanı şapkadan çıkarmasının yanı sıra kuşaktan kuşağa taşınan kötü mirası; aynı memnuniyetsiz yüz ifadesini paylaşan baba-oğulun birörnek portresiyle sunuyor. “Sırası mı şimdi!” ile nefessiz bırakılan çocuk yıllar sonra baba olduğunda çocuğuna karşı aynı yetişkin silahını kullanır! Çocuğunun, çocukluğunun aynası olmasını anlar anlamaz çocukluğunu unutmayan yetişkinin o güzelim hamlesini yapar ve tutku denizine, ruh okyanusuna dalar. Eller ne der, gerçeklik ne yana düşer, kariyer basamağım gücenir mi endişelerinin gözünün yaşına bakmadan, en kıymetlisi çocuğuyla, neredeyse nefes bile almadan çizer de çizer, boyar da boyar. Geçmişi ölü toprağını silkeler, geleceği dört bir yandan ışıldar.
Son hamle de bilge çocuktan gelir. Boş gözüken tuvale, dopdolu hikayesini dinleyip birincilik ödülünü iliştirir.
Yazarın diğer tutku hikâyesinde zahmet ve bereket ilişkisi öne çıkıyor. Al yanaklı güzeller güzeli Ela, çok sevdiği şeyi erteleyip pek sevmediği şeyleri yapmayı istemiyor. Çırağı bile olamadığı okuma-yazma uğraşına dalıp, elma ağacından, ona tırmanıp uzakları görme şenliğinden mahrum kalmayı benimsemiyor. Önce eldeki bulgurdan da olduğu zahmet ve mahrumiyet dönemine giriyor. Sağlığını, ağacını ve pek sevmese de okulunu kaybediyor. Sonra içine sıkıştığı çaresizliği öfke patlamasına neden oluyor. Empati kurma ve (çocuksu da olsa) narsist savruluş arasında sorunu kanırtma ya da çözümü yeşertme seçeneklerini deneyimliyor. Üzerinden düştüğü ağacı suçluyor ve ona ileniyor. Üzerinde mutlu olduğu ağacın devrilmesine üzülüp kendisini suçluyor. Suçlamayla değirmenin dönmeyeceğini anlayıp çözüm kuyusundan su çekip duruyor. Ayakta duramayan Ela, ayakta duramayan ağacın yeşermesi için ayağa kalkıyor. Yapmaya üşendiği egzersizleri hayatın doğal döngüsünde didinirken gözünde büyütmeden yapmış bitirmiş oluyor. Bacakları iyileşiyor, ağaç da, bitki komşularından ödünç aldığı toprakla yeşeriyor.
Huban Korman, insan portrelerinde, duygu derinliğini başarıyla yansıtmasının yanı sıra, doğanın hallerini, mevsimlerinin devinimini güçlü yeşillerle, kırmızılarla ve beyazlarla gözümüze zimmetliyor. Anne, baba, öğretmen ve doktorun kısmen yansıtılıp (yüzleri yok) kitapta ikincil karakterlere indirgenmesi, öte yandan ağacın, bitkilerin ve çiçeklerin alabildiğine detaylıca Ela’nın dengi gibi konumlanması zihnimizi kışkırtıyor. Ela’nın endişeyle çabalamaya başladığı ve adım adım çözümü geliştirdiği kısım çizgi roman diline uygun resimlemeyle, sayfayı bölen irili ufaklı çerçevelerle karşımıza çıkıyor.
Sorunun okul ya da ağaç olmadığını, tutkuyla ve pes etmeden çabalayarak her şeyin güzelleştiğini anlayan Ela, ağacı ve bacaklarını kurtardıktan sonra okuma-yazma işini kestirir gözüne. Harflere gömülür ve okunan kitaplar yeşertir. Tutkunun zahmeti berekete çevirdiğini görüyor ve adeta Usta Miyagi’nin Ela’ya “göster bana toprak taşıma” dediğini duyuyoruz.
|
|
- ANNESİZ OLMAKTANSA ANNESİ GORİL OLMAK ÇAĞI… - 18 Nisan 2021
- Güzel Günler Göreceğiz Çocuklar - 25 Şubat 2021
- Masal: Milletleri Bağlayan Ana Damar - 3 Haziran 2020
FACEBOOK YORUMLARI