
Geçtiğimiz günlerde yayımlanan Pınar Kür’ün son romanı Sadık Bey de listeye eklenerek, aceleye getirilmiş bir eser olarak tanımlanabilir.
Üzerine yeterince çalışılmamış olduğu izlenimine kapıldığımız kitaplarla karşılaşmak son dönemde sıklıkla başımıza gelen bir durum. Yayınevi ya da editör baskısıyla mı yoksa yazarın kendi tercihiyle mi gerçekleşiyor bilmiyoruz ama tamamlanmadığını ya da tamamlanırken kestirme yollara sapıldığını hissettiğimiz kitaplarla karşılaşmak edebiyat dünyası açısından olumsuz bir havanın oluşmasına neden oluyor. Bu tarz eserlere Yaşar Kemal’in Bir Ada Hikayesi’nin son cildi Çıplak Deniz Çıplak Ada’sı, Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın’ı, Vedat Türkali’nin Bitti Bitti Bitmedi’si örnek olarak gösterilebilir. İyi bir editörün süzgecinden geçmediği belli olan bu kitaplar, roman okuduğumuz hissini geri plana atmamıza neden olabiliyor. Geçtiğimiz günlerde yayımlanan Pınar Kür’ün son romanı Sadık Bey de listeye eklenerek, aceleye getirilmiş bir eser olarak tanımlanabilir.
Sadık Bey üzerine düşüncelerimizi belirtmeden önce bir parantez açalım: Yazarın eseriyle kurduğu bağ, eserini kaleme alırken yaşadığı sorunlar ya da eserin ortaya çıkış koşulları okuru ilgilendiren konular değildir. Aslolan edebi eserin kendi gerçeğini yaratıp yaratmadığı, kurduğu gerçekliği nasıl derinleştirdiği, okura verdiği vaatleri karşılayıp karşılamadığı ve sınırını çizdiği yapı içerisinde kanıksanmış bile olsa bilineni nasıl söylediğidir.
Yazar-Karakter Mesafesi
Sadık Bey, tüm hayatını aslında istemediği şeyler yaparak geçiren bir muhasebe müdürünün hikâyesini anlatan bir roman. Çocukluk arkadaşıyla kurduğu şirkette işler büyüdükçe ikinci plana itilerek muhasebe müdürlüğüne razı edilmiş, altmışlı yaşlardaki Sadık Bey, bir taraftan yaşamını sorgularken diğer taraftan şirket evlenmesi sonucunda işlerinden olacak insanlar için bir şeyler yapmaya çalışır. Bu esnada tüm hayatını vazgeçişler, yanlış tercihler ve hayallerini unutmayla geçiren bir adamın romanı Sadık Bey.
Pınar Kür bir taraftan vazgeçişlerin ve tercihlerin bir insanın yaşamını nasıl çöle dönüştüreceğini gösterip, diğer taraftan kapitalizm çarklarının nasıl işlediğini anlatma vaadiyle yola çıkıyor. Kitabın hesaplaşması Marksist teorinin en temel kategorilerinden birisiyle bağlantılı: Artı değere el konulması. Tazminat haklarına el konulmak istenen işçilerin haklarını nasıl koruyacağının planlarını yapan Sadık Bey, muhasebeci olduğu halde yabancısı olduğu bir dünyaya adım atıyor. Henüz kitabın başında Sadık Bey’in kendi işindeki bilgisizliği ile karşılaşmak inandırıcılık sorgulamasının önünü açıyor. Bu noktada aslında yazarın yabancısı olduğu bir konu üzerine kalem oynattığı hissine kapılıyorsunuz. İşçilerin çalıştıkları yıl üzerinde oynama yaparak tazminatlarını düşük vermek, güvencesiz çalıştırma, neoliberalizmin “karakter aşınmasına” yol açan esnek çalışma vaazlarını ilk kez duymuş bir muhasebecinin varlığı kitabın ilk arazlarından biri.
Serbest Dolaylı Anlatımın Tehlikeleri
Söz konusu ilk arazda ve Sadık Bey’in “eksik” ya da “aceleye getirilmiş” bir roman olmasında yazar ile karakter arasındaki fikri benzerliklerin açığa çıkmasını sağlayacak bir tekniğin tercih edilmesinin etkisi büyük. Pınar Kür, romanda üçüncü tekil anlatıcıyı kullanırken daha ilk satırda serbest dolaylı anlatım ile hikâyeyi ilerleteceğinin ipuçlarını veriyor. “Bilgisayar karşısında hâlâ rahat değildi. Ne kadar olmuştu büronun baştan sona bilgisayarla donatılmasına karar verileli? On yıl mı, daha mı çok? Daha çok tabii… Doksanlı yılların başlarındaydı herhalde… Nerdeyse yirmi yıl… Yılların böylesine çabuk akıp gitmesine akıl erdiremiyor, daha doğrusu yetişemiyordu.” İlk cümlede her şeyi bilen anlatıcının sesini duyuyoruz ama ardından gelen cümlelerin Sadık Bey’in iç sesi olduğunun ayırdına varıyoruz. James Wood dolaylı anlatım konusunda bir hususun üzerinde durur: “Serbest dolaylı anlatım sayesinde dünyayı karakterin gözünden ve onun sözleriyle görürüz; ama aynı zamanda yazarın gözünden ve onun sözleriyle de görürüz. Aynı anda hem her şeye hâkim hem de taraflı oluruz. Yazar ve karakter arasında bir uçurum oluşur ve onlar arasındaki köprü -ki bu serbest dolaylı anlatımdır- aynı anda hem bu uçurumu kapatır hem de aradaki mesafeye dikkat çeker”. Kür de hem karakterin iç dünyasına girmemizi hem de ona dışarıdan bakmamızı sağlamak için bu yöntemi uyguluyor. Ama bu noktada Wood’un serbest dolaylı anlatımın iyi yazarları bile tökezletebileceği uyarısı aklımıza geliyor. Kür, yazarın sesi, karakterin sesi ve dünyanın sesinin iç içe geçerek gerçekliğin ortaya çıkarıldığı bu tarzda, kendi sözleri ile Sadık Bey’in sözlerini birbirine karıştırıp sunarak tökezliyor.
Misal “Ülkücülerle solcuların birbirlerini sokak ortasında fütursuzca vurduğu; çeşitli tuzakların kurulup çeşitli suikastların düzenlendiği bir ortamda, hiçbir siyasal eylemi olmayan gençler bile sırf genç oldukları için zan altındaydılar.” cümlesi kurulurken bu cümlelerin yazarın sesine mi Sadık Bey’in sesine mi ait olduğunu anlayamıyoruz. Sadık Bey’in sesiyse apolitik gençliğin 1980 öncesi dönemde yaşadığı bireysel karmaşaya dair bir fikir edinebiliriz. Ama duyduğumuz yazarın sesiyse -ki bu örnekte açıkça öyle- Türkiye tarihinin bir döneminin liberal okumasıyla, dahası sağcılarla solcuların kötülüklerini aynı kefeye koyan bir akıl ile karşı karşıya olduğumuzu anlayıp kitabın yazarına olan güvenimizi yitiriyoruz. Karakterin apolitikliği ile yazarın dünya görüşünün iç içe geçtiği bu tarz örneklerin, romanın akışını ciddi bir biçimde bozduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yanlış Tercihler
Sadık Bey’in arazları, romanın girişi ve çatışma anlarının ortaya çıktığı bölümlerde sürüyor. Bu noktada küçük bir parantez açmamız gerekiyor: Pınar Kür, karakteriyle mesafesini serbest dolaylı anlatımla belirsizleştirmiş olsa da romanın tamamında bölümlerin yerleşimi, çatışmanın ortaya çıkması ve düğümün çözülmesini usta işi bir tarzda ilerleterek okurunu memnun edebilirdi. Ki bence Sadık Bey, Ertuğrul ve Semiramis’in arasındaki ilişki ve bunun ortaya çıkardığı gerilimi okurken Kür’ün ustalığını hissedebiliyorsunuz. Sadık Bey’i takip eden hayal ile gerçek arasındaki adamın romandaki varlığı da iyi bir fikir olarak göze çarpıyor. Ana karakterin her şeyin doğrusunu söyleyen gölgesi fikri yeni olmasa da romanı derinleştiren etkiye sahip. Ama özellikle çatışmanın ortaya çıkması ve bu çatışmanın çözülmesi arasında geçen bölümlerin kolay bir sonuca ulaşmaya hizmet etmesi ve Sadık Bey dışında kalan tüm roman kişilerinin karakter olarak çizilmemesi eksik anlatılmış bir roman okuduğumuz hissini körüklüyor.
Sonuç olarak Sadık Bey, yazarın yanlış tercihlerinin ve vazgeçişlerinin romanı olarak görülebilir. Pınar Kür, ne romanın kendi gerçeğini yaratmada ne okura vaat ettiklerini gerçekleştirmede ne de kanıksanmış bir gerçeği kendi tarzında anlatma konusunda başarılı olmuş.
- Sadık Bey
- Yazar: Pınar Kür
- Türü: Roman
- Baskı Yılı: 2016
- Sayfa Sayısı: 168 Sayfa
- Yayınevi: Can Yayınları
- “Yaz Rehavetinde” Okunabilecek 10 Ayrıntı Yayınları Kitabı - 26 Temmuz 2019
- Hayalete Dönüştürülen Ölülerin Romanı - 30 Nisan 2019
- Akıntıya Karşı Gazetecilik - 22 Şubat 2019
FACEBOOK YORUMLARI