
“Üç Silahşörler”i bilmeyen, çocukluk döneminde kısaltılmış versiyonunu okumayan, çizgi filmlerinden, TV dizilerinden ya da sinema uyarlamalarından birini izlemeyen yoktur herhalde.
Roman sanatının altın çağı 19. yüzyıldır. Alexandre Dumas – Pere (1802-1870) de bu yüzyılın yazarları arasındaydı. Ancak o Balzac ya da Stendhall gibi romanı sanat olarak algılayan, toplumsal meselelere eğilen meslektaşlarından farklı bir tutumu benimseyerek -bugün kullandığımız deyimle- popüler kültürün içinde kalmayı tercih etmişti. Edebiyat alanında önce oyunlar yazarak tanınmış, çoğunluğu tarihsel macera türünde üç yüze yakın romanıyla ünlenmiş ve sevilmişti. Kuşkusuz iyi de kazanmıştı.
Alexandre Dumas Pere, Villers-Cotterets’de doğdu. Kendisi ile aynı adı taşıyan oğlu da tanınmış bir yazar olduğundan (“Kamelyalı Kadın”ın yazarıdır), edebiyat çevrelerinde isminin başına baba sözcüğü getirilerek anılır. Babası ünlü bir generaldi. Önce noter katipliği yaptı. Genç yaşta Paris’e taşınırken niyeti Avukat olmaktı. Bir çok işte çalıştıktan sonra şansını tiyatroda denemeye karar verdi. İlk oyununu 1829 yılında yazdı. Oyunları da tarihi türdendi. Seyircilerden gelen talep üzerine yazmayı sürdürdü. Mesleğini seçmişti artık. Oyun yazarlığındaki başarısını romana tahvil etmekte gecikmedi. Romancılığını yönlendiren de okuyucu talepleridir. Dumas kariyerini -genellikle 16. ve 17. yüzyılda geçen heyecanlı tarihi maceralarla ilerletti. 1844’de yazdığı “Üç Silahşörler”den başka, “Monte Kristo Kontu”(1845), “Demir Maske”(1848) ve “Siyah Lale”(1850) hem yazıldığı dönemde hem sonrasında çok satmış romanlarıdır. Meslektaşı ve arkadaşı Balzac gibi Dumas da pahalı zevklere, yiyip içmeye, Paris eğlencelerine düşkün bir yazardı. Çok kazandı ama borçlarından yakasını kurtaramadı bir türlü. Çoğu önce gazete ve dergilerde tefrika edilen üç yüz roman üretmesinin nedeni nakite sıkışıklığıdır. Bütçesini denkleştirebilmek için gazetecilik ve gezi yazarlığını da denemiş, birçok ülke gezmiş, hayatın tadını çıkartmak için bulduğu her fırsatı değerlendirmişti. 1870’te, Dieppe yakınlarında öldü.
Çok Bilinen Az Okunan
“Üç Silahşörler”i bilmeyen, çocukluk döneminde kısaltılmış versiyonunu okumayan, çizgi filmlerinden, TV dizilerinden ya da sinema uyarlamalarından birini izlemeyen yoktur herhalde. Ama yaklaşık 900 sayfalık eksiksiz çevirisini okuyanların sayısı pek azdır.
“Üç Silahşörler”, krala –aslında daha çok kraliçeye- bağlı şövalyeler Athos, Pathos, Aramis ve -sonradan şövalyeliğe terfi edecek olan- kurnaz köylü çocuğu D’artanyan’ın, saray entrikalarına bileklerinin gücü ile cevap vermelerinin ve majestelerinin hizmetini yerine getirmelerinin hikayesidir: Taşralı genç bitirim D’artanyan, yaşlı ve komik görünümlü atı, belinde uzun kılıcı, elinde babasının Mr. Treville’e ulaştırması için verdiği tavsiye mektubuyla Paris’e gelir. Biraz gençliğin verdiği küstahlık, biraz da taşralığın yol yordam bilmezliği ile başı çarçabuk belaya girer. Kabalığıyla kızdırdığı Athos, Protos ve Aremis’e düello etmek için aynı saate randevu verir. Düello başlayacağı sırada Athos, Protos ve Aremis, yani “üç silahşörler” -kötü- Kardinal Richelieu’nun adamlarının saldırısına uğrayınca D’artanyan silahşörlerin yanında saf tutacak, onların dostluğunu kazanacak ve hep birlikte o meşhur lafı telaffuz edeceklerdir; “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için”…
Kardinal, kendi çıkarlarını korumak, siyasi gücünü arttırmak için, etrafındaki bir dolu soylu ile birlikte türlü entrika çevirmektedir. Sözü daha fazla uzatmayalım. Entrikalar entrikaları, düellolar düelloları, çatışmalar çatışmaları kovalar. Sonunda iyiler safındaki şövalyeler kazanırlar. Artık D’artanyan da bir şövalyedir. Ve onların maceraları Dumas’ın sonraki romanlarında da sürüp gidecektir.
Fransız İhtilali ile Paris Komünü günleri arasında tamamlanan “Üç Silahşörler”in Marx’ın “Felsefi Elyazmaları” ile aynı tarihi taşıması çarpıcıdır. Avrupa yepyeni bir çağa, belki de bir daha asla rastlanmayacak bir alt üst oluş içerisine adım atarken, Dumas, hiç bir tarihsel gerçeğe dayanmayan, insan psikolojisinin derinliklerine inmeyen, hatta akla ve mantığa sığmayan bir hikaye anlatmayı seçerek, kaçış edebiyatının başlatıcılarından biri oluyordu.
Kitapçı raflarından bir roman çekip aldığımızda, bu romanın tamamlanmış bir bütünselliği olduğunu, sayfalardan bir kelime bile eksilse romanın sanatsal güzelliğinin bozulacağını düşünürüz. Sanat yapıtının “aurası”nı yaratan bu içine kapalı bütünsellik ön kabülüdür. Oysa, ne geçmişte ne günümüzde pazara sunulmuş bir meta olarak sanat/edebiyat ürününün olmazsa olmaz kelimeleri, çıkartılırsa eseri mahvedecek cümleleri vardır. Pek çok romanın son haline gelmesinde piyasa kuralları işlemiştir. Mesela, “Yüksek Edebiyatın” en saygın isimlerinden Dostoyevski’nin ya da Balzac’ın bir çok romanı yazarların maddi sıkıntıları nedeniyle, sipariş üzerine ve sayfa sayısı pazarlığı ile yazılmıştır. Türkçe yazılan romanların tarihinde de böyle bir çok örnek mevcut. Alexandre Dumas da sayfalarca tutan romanlarını hayat hikayesinde belirttiğim nakit akışı darlığı nedeniyle üretmiş, metindeki uzun diyaloglar, yazarın tefrika ediliş süresini uzatma ihtiyacından kaynaklanmıştır.
Ancak küçümsendiğinin aksine, Dumas yetenekli bir yazardır. Uzun diyalogları, eşya, doğa ve mekan tasvirlerini bir avantaja çevirmesini bilir. Okuyucuda yarattığı sabırsızlığın farkındadır. Böylelikle ani sıçramalar, bir anda parlayan kılıç şakırtıları, merak unsuru yaratan sürprizler katar hikayesine. Bir sonraki bölüm için “ne olacak acaba” sorusunu sordurmayı başarır okuyucuna. Beklentiler, durağanlıklar ve etkileyici şoklarla ilerleyen “Üç Silahşörler”i hiç sıkılmadan okuyabilirsiniz.
Girişimci Bir Yazar
Dumas, girişimci ve projeci bir yazardı. Sadece kendisi yazmıyor, bugünün “Best-Seller”cileri gibi, ekibiyle çalışıyordu. Yardımcısı Auguste Maquet iyi bir araştırmacı ve arşivciydi. Tarihsel malzemeleri Dumas’ın önüne koyan oydu. Günahını almayalım, ama bazı sahnelerin genç yazarlar gurubu tarafından üretildiği de söylenir. Dumas’ın işi bunları heyecanlı bir hikayede toplamaktı. Hikayeler ise yazıldığı yıllardan çok önceki bir tarihsel döneme ilişkindir. Bu nedenle, Dumas’ın tarihsel maceralarını, günümüzde yazılan tarihsel fantazilerin atalarından sayabiliriz… “Üç Silahşörler” ve diğer romanları, o çağın gerçekçi romanlarının yanında post-modern metinler gibi duruyorlar.
Bugünün tarihi polisiyelerinin yolunu açan da Dumas romanlarıdır. “Üç Silahşör”lerinde tarih macera ile, “Monte Kristo Kontu”nda (1845) ise muamma ve gerilimle çekici hale getirilmiştir. Özellikle “Monte Kristo Kontu” ve ABD’li yazar J.F. Cooper’dan etkilenerek yazdığı “Les Mohicans de Paris” (“Paris’in Mohikanları”) polisiye sınırlarını zorlayacak niteliktedir. İnsan tipleri, maddi tutkuları, aşkları, intikam arzusu aslında yazar ve okuyucunun içinde yaşadığı döneme ilişkindir. Ancak polisiye edebiyat ve onun bir dalı olan tarihi polisiyeler nitelemesi yapmak için erken bir dönemdir.
“Üç Silahşörler” 20.yüzyıldaki şöhretini biraz da sinemaya borçludur. Romanın konusundan esinlenerek üretilmiş yüzlerce film çekilmiş. Bunlardan bir kısmı Holywood’un “süper prodüksüyonları”ndandı. Bu sayede dünyanın pek çok ülkesinden çok geniş bir izleyici topluluğuna ulaştı. Elbette Yeşilçam da ilgilenmişti “Üç Silahşörler”le. Bildiğim kadarıyla ilki 1967 yılında yönetmenliğini Tunç Başaran’ın yaptığı “Kara Davut”tur. Senaryosu Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun “Kara Davut” ve Alexandre Dumas’ın “Üç Silahşörler”inin melezlenmesi şeklinde kaleme alınmış, başrolleri Kartal Tibet, Sezer Güvenirgil, Semiramis Pekkan ve Tanju Gürsu paylaşmıştı. Romanın aslına daha sadık kalan uyarlama 1972 yılında çekilen “Üç Silahşör” oldu. Herhalde film izleyici bulmuş olmalı ki aynı yıl aynı kadroyla bir de devam filmi üretmişti; “Üç Silahşörlerin İntikamı” Yönetmen Çetin İnanç, başrol oyuncuları Hakan Balamir ve Arzu Okay’dı.
Çağdaşı Balzac, toplumsal öğelerin karakteristik gelişiminde bulunan iç zenginlikler yerine büyük tarihsel olayların dış pırıltısını ve tarihin gerçek kişilerini konu olarak seçen bir yazarın mesleğini bilmediğini, bir romanda zenginler kadar yoksulların da yeri olması gerektiğini söyler. Evet, Alexandre Dumas’ın tarihin yalnızca dış kabuğunu, insanları çeken pırıltısını, cesur şövalyelerin bağlılık yemini ettikleri kraliçeleri adına kılıç parlatışlarını, saraydaki yaşamı yansıttığını, ayrıca üslubunun basit olduğu doğrudur. Ama elimizi vicdanımıza koyarsak, onun hakkını da teslim etmek gerekir; bütün edebiyat tarihinde kaç yazara Dumas kadar heyecanlı hikayeler anlatmak nasip olmuş, kaç yazar okunabilirliğini bugüne dek sürdürebilmiştir? Nitekim doğumunun 200. yılının kutlanmasıyla başlayan tartışmalar sonuçlandı ve iade-i itibar gören Dumas’ın mezarı ulusal kahramanların ve dostu Balzac’ın yanına, Pantheona taşındı.
- Mary Shelley’in Yaratığı - 4 Şubat 2018
- Jules Verne’in Fantastik Dünyası - 28 Kasım 2017
- Dorian Gray’in Portresi; Yazarını Yok Eden Roman - 19 Ekim 2017