Türklerin İslamiyet’e geçiş dönemi eserlerinde kadın imgesi

Kadın rolündeki bu değişim, özellikle Osmanlı coğrafyasında üretilen halk edebiyatı ve divan edebiyatı eserlerinde daha net biçimde gözlemlenebilir.

Geçtiğimiz hafta, Orta Asya’daki göçebe yaşamdan Osmanlı İmpratorluğuna, üretilen edebiyat eserlerinde Türklerin İslamiyet’i kabulü ile değişen kadın imgesinden bahsedeceğimiz bir yazı dizisine başlamıştık. Dizinin ilk yazısında bir dönemin ozanları olan şamanların kadınlardan seçildiğinden, kadın ve erkeğin bir arada bulunmasının sakıncası olmadığından ve Şamanizmden başka birçok dine inanmış olan eski Türklerin eserderinde kadının İslami eserlerin aksine, iyiliği temsil ettiğinden söz ettik. Zaten bilindiği üzere kadınlar o dönem destanlarında da genellikle, güneş, ay, yıldız vb. parlak gök cisimleriyle isimlendirilmiştir.

Ziya Gökalp, Şamanizmdeki bu tutumu, onun bir din değil, sıhri sistem olmasına bağlıyordu. Biz de şamanizmin dinsel özellikleri korunmakla birlikte, daha çok göçebe hayat tarzına göre belirlenen bir toplumsal sistem olduğunu söyledik. Dinin gerektirdiğinin aksine bu şamanist normların kadına değer veriyor olması, ilkel ve görece kolektif olan bu yaşam biçiminden kaynaklanmaktaydı.

Bu durumda İslamiyeti kabul eden fakat göçebe yaşam tarzının altında yaşayan, İslami kültüre henüz adapte olmamış geçiş döneminin eserlerinde de bu durumun izlerini sürmek yanlış olmayacaktır. Yani İslamiyet’i kabul eden göçebe Oğuzların, birçok İslami topluluğa göre kadına daha fazla değer vererek göçebe yaşamın gerektirdiği eşitlikçiliği sürdürdüğünü iddia edebiliriz. Çünkü kadın imgesinin İslamiyet ile değişmesi, İslamiyet’in Hristiyanlık ya da Yahudilik’ten daha “geri” bir din olması gibi iddialarla açıklanamaz. Aslında İslam, tek tanrılı bir din olması ve bu dinin savaşlarla ve yerleşik yaşama geçişle birlikte bir erkek egemen toplum yapısının kurulmasıyla uyumlu olmasıyla düşünülmelidir.

Türklerin İslamiyet’i kabul ettiği, ancak henüz yerleşik yaşama geçmediği dönemde kadın imgesinin izini sürebileceğimiz en önemli eser ve geniş külliyat, Dede Korkut hikayeleridir. Bu hikayelerde, tıpkı İslam öncesi Türklerin yaşamında olduğu gibi kadınların ata binebildiği, erkeklerle bir arada bulunabildiği, hatta savaşabildiğini görebiliriz. Bir örnek vermek gerekirse;

Sabah sabah han kızı yerimden kalkmadım mı,
Boz aygırın beline binmedim mi,
Senin evinin üzerine yabani geyik yıkmadım mı,
Sen beni yanına çağırmadın mı,
Seninle meydanda at koşturmadık mı,
Senin atını benim atım geçmedi mi,
Ok atınca ben senin okunu geride bırakmadım mı,
Güreşte ben seni yenmedim mi,
Üç öpüp bir ısırıp
Altın yüzüğü parmağına geçirmedim mi,
Seviştiğin Bamsı Beyrek ben değil miyim?

Bir kısmını alıntıladığımız Bamsı Beyrek destanında, babasıyla konuşurken bir karı değil, bir arkadaş, yoldaş istediği belirtilen Bamsı Beyrek, Banu Çiçek’e evlenme teklif etmeye gider. Banu Çiçek’in verdiği cevap, “Önce bir güreşelim, yarışalım, ok atalım eğer beni yenersen yiğitsindir, seninle evlenirim,” olur. Yukarıda Bamsı Beyrek’in siteminden aldığımız dizelerde de onun Banu Çiçek’i ancak yenerek kendine aşık edebildiğini ve İslamiyette alışık olduğumuz kapalılık, haremlik selamlık vs. yerine “öpme”,” ısırma” ve “sevişmenin” kadın ve erkekler arasında olağan karşılandığını görebiliyoruz.

Bunun yanısıra, yine Dede Korkut hikayelerinde göreceğimiz üzere, kadınların ordu toplayıp savaşa gitmesi de olağandır:

Taşkın akan sudan
Bir oğul uçurdunsa söyle bana.
Damarlarını tıkatayım.
Azgın dinli kafirlere
Bir oğul tutturdunsa söyle bana .
Han babamın yanına ben varayım,
Ağır asker bol bazine alayım.
Paralanıp cins atımdan inmeyince,
Yenim ile alca kanım silmeyince,
Kol but olup yer yüzüne düşmeyince,
Yalnız oğul haberini almayınca
Kafir yollarından dönmeyeyim.

Alıntıladığımız bu hikayede Kazan Han kahramanlık öğretmeye götürdüğü oğlunu düşmana esir olarak kaptırır. Ancak eve döndüğünde korkudan oğlunun annesine, yani eşine söyleyemez. Oğlunun avda kaldığını söyler. Kadın buna inanmaz ve yukarıda görüldüğü gibi Kazan Han’ın damarlarını tıkayacağını, ordu kurup oğlunu kurtaracağını söyler. Kazan Han bunun üzerine oğlunun avda olduğunu ve onu alıp geleceğini söylerek tekrar yola çıkar.

Dede Korkut hikayelerinde bunlara benzer örnekler çoğaltılabilir. Kadınların bu görece özgür yaşam tarzı, Türklerin henüz diğer İslam uygarlıkları gibi tam anlamıyla erkek egemen yaşam biçimini benimsememiş olmasıyla açıklanabilir. Diğer yandan ise İslamiyet etkisindeki şiirlerde kadın rolünün değişimi de görülebilir. Örneğin, İslamiyet’i kabul eden ilk devlet Karahanlılarda Yusuf Has Hacib’in hükümdara sunduğu sözlük Kutadgu Bilig’de kadın şu şekilde anlatılır:

Ey dost, arkadaş sana kesin bir söz söyleyeyim,
Bu kız doğmasa, doğarsa yaşamasa daha iyi olur.

Bunun yanısıra yine Kutadgu Bilig’de “Silah arkadaşlarına cariye ihsan edilmesi” öğütlenip “Kadından namus gitti, yüzlerini örtmezler.” denilerek kadının örtünmesi gerektiği vurgulanır.

Kadın rolündeki bu değişim, özellikle Osmanlı coğrafyasında üretilen halk edebiyatı ve divan edebiyatı eserlerinde daha net biçimde gözlemlenebilir. Bir sonraki hafta, yazı dizisinin üçüncü yazısıyla halk edebiyatına, daha sonra son yazısıyla da divan edebiyatına göz atacağız.

Çağla Üren
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Teoman, yeni kitabı Fasa Fiso’yu ilk kez İzmir Kitap Fuarı’nda imzalıyor!

Read Next

Pera Müzesi’nde Edebiyatseverleri “Uydurma Ve İlham” Üzerine Bir Söyleşi Bekliyor!

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *