
Son Mektuplar Van Gogh’un ölümüne yakın, çeşitli kişilere yazdığı mektuplardan derlenmiş bir kitap.
Sapsarı ekin tarlaları ya da rüzgarda salınan ayçiçekleri arasında düşleyebiliriz onu. Önünde tuvali, o an’ı sonsuza kadar yaşatacak boyaları tutkuyla kumaşa yayarken… Zamandan azade hülyalara ve doğanın kımıltısına dalmışken…
27 Temmuz 1890’da göğsüne bir kurşun sıkıp iki gün sonra öldüğünde henüz 37 yaşındaydı Vincent Van Gogh. Kısa yaşamının büyük kısmı hastalıkla ve yoksullukla geçti. Düzenli ve geleceği olan sanat simsarlığı işinde çalışmak yerine sanatın kendisini tercih etti. Tercih edilmiş yoksulluk… Oda kirası, tuval, boya ve modelleri için harcadığı paradan kalan da alkole ve akşam yemeği niyetine bir fincan kahve ve ekmeğe gidiyordu.
En sevdiği yerdeyken, kırlardayken kendini vurduğunda aklından neler geçiyordu bilemeyiz ancak öncesi hakkında çok şey öğrenebiliriz.
Mektupları, Vincent Van Gogh’un aklının kapılarını miras olarak bırakıyor bize.
“Yine de sürdürüyorum; yorgunsak eğer, bu daha önceden çok uzun bir yolu yürüdüğümüzden değil midir? Ve insanın yeryüzünde verilecek bir savaşı olduğu doğruysa, o bezginlik duygusu ve başın yanıp tutuşması, uzun süredir mücadele ettiğimizin bir göstergesi değil midir?”
Kulağını kesmesi, hastalığı ve intiharı hayatının sadece bir parçası. Tüm bunların ardında inat, azim ve tutkuyla bağlandığı resim var. Depresif ama çalışkandır. Hayatının büyük kısmı budur işte Van Gogh’un.
“Üretmek, üretmek, üretmek güdüsü her yanımı saran bir ateş gibi.”
Resimlerinde hayat verdiği, sonsuz uzayan kırlarda, selvi ve zeytin ağaçlarının gölgesinde, çalışan çiftçilerin, dokumacıların, demircilerin omuz başında yaşadı. Gece gündüz kendisine huzur verecek bir rengi, bir duyguyu, belki de bir başka dünyayı aradı oralarda. Zamanının çoğunu geçirdiği o yerlerde gerçekten var olduğunu hissetti ilk kez ve orada nokta koydu kendi hikayesine.
Bugün de olduğu gibi sanatın -ne yazık ki- karın doyurmadığı, resim spekülatörlerinin, sanat pazarlamacılarının cirit attığı o zamanlarda bıktırıcı yoksulluğa rağmen krallar gibi zengin yaşadı.
“Bana sorarsan çoğu kez krallar kadar zenginim. Parasal olarak değil elbet ama (her gün aynı olmasa da), çalışmalarımda kendimi tüm ruhum ve yüreğimle adayacağım bir şeyler bulduğum için, bu yaşamıma anlam kazandırdığı için, esin kaynağı olduğu için zenginim.”
Ancak parasızlık da yabana atılamazdı. Yaşadığı yoksulluk konusunda Kardeşi Theo’ya yazdığı bir mektuptan alıntı yapılabilir.
“Ha, bu arada şunu hatırlatayım; yıl sonunda ne olursa olsun, her bakımdan dört beş günlük bir oruca gireceğimden, mektubunu mutlaka Ocak ayının birinde gönder, geciktirme. Belki bunu anlamakta güçlük çekeceksin ama elime para geçtiğinde bir süre aç kalmışlığıma karşın, en büyük iştahım yemek için olmuyor, resim yapma iştahı çok daha güçlü… Hemen model aramaya çıkıyorum ve para bitinceye değin sürdürüyorum bunu. Bu arada yiyecek adına kursağıma giren tek şey, yanında kaldığım ailenin verdiği kahvaltı ile akşam yemeği olarak bir fincan kahve ile ekmek…”
Van Gogh’un mektuplarında gençlik yıllarında gördüğümüz dindarlık, yıllar ilerledikçe Fransız Devrimi’nin etkilerine; Balzac, Dickens, Victor Hugo ve Shakespeare gibi yazarların izlerine bırakıyor yerini. Resim konusundaki çalışkanlığıyla birlikte çok okuduğunu da biliyoruz. Daha sonraları dinin yerleşik algılarından kurtulduğu sonucunu çıkarabiliyoruz yazdığı mektuplardan.
“Din adamları hepimizi günahkar sayıyorlar, tohumumuz günah içinde atılmış, doğumumuz günah için de olmuş, Laf! Saçmalığın en iğrenci bu! Sevmek günah mı? Sevgiye gereksinin duymak, sevgisiz yaşayamamak günah mı?Bence sevgisiz yaşamaktır asıl günahkar ve ahlaksız bir durumu sürdürmek.”
Van Gogh toplumun genel yaşayış tarzının dışında durdu. Bu yüzden de hayatı boyunca diğer insanların baskısını üzerinde hissetti. Bu baskı onu varoluş sorunlarına, belki de yaşadığı o meşhur krizlere sürükledi. Kurallar, yasaklar ve hor görmelerle donanmış zamanın toplumunda “yelken kulaklı bir uyumsuzdu” o.* Resimdi tüm hayatı, kendisinden bile önce.
Resme tutkuyla bağlı bir ressamdan bir “deli” yaratan o toplumun kıyısında yaşadı çoğunlukla. Neredeyse tüm hayatı boyunca “öteki” olmanın bedelini ödedi. Bunca sevdiği kırların genişliğinden ve gökyüzünün derinliğinden koparılıp defalarca tımarhane hücrelerine kapatıldı Van Gogh.
“Bense işim uğruna hayatımı tehlikeye atıyorum. Bu uğurda aklımın yarısını kaybettim.”
Yine de insanlara sırtını dönmedi hiç bir zaman. Onları çizdi, onları özledi, onlarla var oldu.
“Çalışmalarım halkın yüreğinden kopmuş gibi geliyor bana, tabana yakın bulunmalıyım hep, yaşamı en derinliklerinden yakalamalıyım; bir sürü dert ve sıkıntı arasında ilerleyebilirim, ilerlemeliyim…”
Van Gogh’un mektupları ilk kez Yapı Kredi Yayınları tarafından 1996 yılında Theo’ya Mektuplar adıyla basıldı. İkinci kitap Dostlukla-Seçme Mektuplar yine aynı yayınevi tarafından 2015’de okuyucuya sunuldu. İçinde bulunduğumuz ay içinde ise Kırmızı Kedi Yayınevi Son Mektuplar isimli kitabı bastı.
Son Mektuplar Van Gogh’un ölümüne yakın, çeşitli kişilere yazdığı mektuplardan derlenmiş bir kitap. Cep boyu olan kitap Van Gogh’un kronolojik yaşam öyküsü ve açıklayıcı notlarla zenginleştirilmiş.
Ressam’ın daha iyi anlaşılması için, Son Mektuplar’ın ilk iki kitapla birlikte okunması önemli.
Alkolizm, yoksulluk, varolma çabası ve resim tutkusuyla; sarıdan maviye, ayçiçeği tarlalarından gökyüzüne, keskin, ani ve kısa bir fırça vuruşudur Van Gogh.
“…ne garip şey dokunmak!Bir fırça vuruşu…!”
*Tırnak işareti içindeki ifade Hasan Ali Toptaş’a aittir.
- Son Mektuplar
- Yazar: Vincent Van Gogh
- Çeviri: Berna Günen
- Türü: Mektup
- Baskı Yılı: Aralık 2016
- Sayfa Sayısı: 116 Sayfa
- Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınevi
- Doldur be Mastori, doldur be Barba - 9 Ocak 2017
- Rilke’den Heykeltıraşın Kitabı; Auguste Rodin - 29 Ocak 2017
- Tuvalden Altıpatlara Van Gogh; Son Mektuplar - 26 Aralık 2016