![](https://kitapeki.com/wp-content/uploads/2017/05/3Mayis2017_sabrikuskonmaz.jpg)
Tülay Akkoyun’un kitabının alt başlığı, kitabın içeriğini özetliyor; “Batı ve Türk Romanlarından Örneklerle Bir Karşılaştırmalı Edebiyat Çalışması.”
Hemen bir genelleme cümlesi ile başlamayı seçersek; genelde bütün metinler birer ütopya veya distopya değil midir? Genelleme cümlesi diye başladık. Ancak genellemenin ağırlığı korkutucu gelince, cümleyi soruya dönüştürüp, kendimize bir kaçış fırsatı yaratmak istedik…
“Ütopya aslında gelecekle ilgili değil, üretildiği dönemle ilgili bir sorun ve o soruna dair bir çözüm içerir.” Kitabında böylesi bir anlaşılır değerlendirme yapıyor Tülay Akkoyun (s.12). Bu değerlendirmeden yola çıkarak başlangıçtaki genellemeyi daha rahat yapabiliriz. “Distopya da ütopya gibi üretildiği dönemden yola çıkar, farkı geleceğe dair kötü gidişat hakkında okuru uyarmasıdır.” (s.12). Tülay Akkoyun, her iki tür/kavram için sade ve özet nitelikteki değerlendirmesi “cennete/cehennem” benzetmesi ile devam ediyor. Bu benzetmede yazarın bize verdiği üçüncü anahtar ise kontrol ve kontrol düşüncesi: Bütün iktidarların en temel silahı ve iktidarı sürdürme yöntemi. Bu yargı bile, ütopya olsun, distopya olsun, iktidarların hoşuna gidecek metinler olmadığı ilk elde ortaya serer.
Thomas More olmadan ütopya olmaz!
Thomas More erken kapitalizmin başlarında, 1516 yılında Ütopya adlı eserini yayımlamıştır. “More, Yunancanın yoksunlayıcı ‘u’ öneki ile, yer anlamına gelen ‘topos’ sözcüğünden yola çıkarak yeni bir sözcük olan ‘ütopya’ sözcüğünü üretir…” (s.18). Thomas More, ünlü eserinde anlatmış olduğu bu “olmayan yer/ hiçbir yer” ülkesinin inanılmaz derece eşitlikçi, özgürlükçü, insani bir yaşam tarzının inanılmaz oluşuna karşı bir dolayıma başvurur; O ülkeyi, oraya giden bir Avrupalının tanıklığıyla okura sunar. Bu tür dolayımlar he zaman inandırıcılık/gerçeklik için işe yarar olagelmiştir.
Thomas More’un yapıtında dile getirdiği düşsel, olması özlenen ülkenin yetkiliği bir yana, gelecekteki eşitsizliği, insanlık dışı sömürü ve vahşete ilişkin derin bir öngörüsü olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü, sadece yirminci yüzyılın insani acıların düşündüğümüzde bile, ütopya ülkesinin/ülkelerinin ve onu özlemenin ne kadar değerli olduğu anlaşılmaktadır.
Ütopyalardan ütopya beğen…
Tülay Akkoyun’un kitabının alt başlığı, kitabın içeriğini özetliyor; “Batı ve Türk Romanlarından Örneklerle Bir Karşılaştırmalı Edebiyat Çalışması.” Bu başlık ve kitabın ana başlığı olan “Ütopya/distopya” için bir ironik değerlendirme yapmak gerekirse şunu söyleyebiliriz. Bu çalışma da aslında bir distopya! Çünkü, kitabın bu denli uzağımızda olduğu bir zamanda bu tür monografilere emek harcamak, bir ütopik çalışma. Ama ortaya çıkan sonuçlardan bir tanesi distopik; öyle ki, ben kitabı elde edebilmek için Ankara, İstanbul ve İzmir’in bütün “büyük” kitapçılarını dolaştım ama bulamadım. Sonunda İnternet sitesinden satın alabildim. Yok-ülkelere ilişkin kitap da “yok” halindeydi.
Tülay Akkoyun, ütopyalarına bittiği veya bitmediği yönünde tartışmaların yapıldığı bu zamanda, değerli bir çalışma yapmış. Önsöz ve son söz ile birlikte, on beş metinden oluşan kitap, hacmen küçük ama içerik olarak büyük! Thomas More, H.G.Wells, Zamyatin, Ray Bradbury, A. Huxley, Orwell, Ursula K. le Guin, Tahsin Yücel, Oya Baydar, Erendiz Atasü incelemeleri 172 sayfada yeterli derecede ele alınmış. Bu konuda “Modern Zamanlarda Ütopya ve Karşı Ütopya” adlı bir başka önemli çalışmayı düşündüğümüzde, ( Krishan Kumar, Kalkedon Y.) Tülay Akkoyun konuyu gayet iyi toparlamış. Diğer kitaplardan söz açmışken, Akşit Göktürk’ü de unutmamak gerek. Yazmış olduğu “Edebiyatta Ada” (Birinci Baskı 1973, Sinan Y.) bu alandaki yoksul bibliyografyamız için, çok eskiden basılmış olsa da, hiç eskimeyen bir yetkin çalışmadır.
Birbirinden oldukça farklı ve farklı zaman ve ülkelerin yazarlarının yapıtlarını yenden düşündüğümüzde, ütopyaların ve distopyaların ortak derdinin, merkezindeki temel öznenin insan olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Acı olan ise, artık ütopyalar konusunda, dünyanın distopik bir çukurda olduğu algısı çıkıyor ortaya neredeyse!
Ütopya sözcüğü ve kavramı ile birlikte yapıt da yazılıp/yaratıldıktan sonra, kavram kendi karşıtını, distopyayı yaratmıştır. Burada yine kaba bir çıkarımla ütopyanın olumlu nitelikli ve olmayan-ülke niteliğine karşıt olarak, distopyanın olanla/şimdiki zamanla ilgili bir niteliğinden söz edebiliriz. Distopya olandır, yani bir bakıma şimdiki zamandır. Geleceğe ötelenen kötücül hayallerden oluşsa da!
Başka bir bakışla şunu da söylemek olası; 1989’u ölçü alırsak –Batıda moda olduğu üzere- insanlığın bu zamana kadar kurduğu en güzel hayalin önce distopyaya dönüştüğüne, sonra da yıkıldığına tanık olunmuştur. Aslında bu öyküde iki tane distopya vardır. Birincisi “Reel Sosyalizm” ise, diğeri de Soğuk Savaş makinesidir. Hatta bu savaş makinesine başka bir distopik yaratığa, Leviathan’a benzetebiliriz.
Dünyanın hegemonik ekonomisi reklamlarla bize her daim hayal satar. Ama bizim insan olarak hayal kurmamızın sınırlarının da kendi tekelinde, kendi kontrolünde olmasını ister. Her gün, günlük hayatımızda ütopya ve distopya savaşı sürmektedir. Çünkü, iktidarlar, 1984’de anlatıldığı gibi, ne denli sıkı bir denetim sistemi kurarlarsa kursunlar, hayal kurmanın asla önüne geçilemez. Dünya ve hatta evren panoptik bir nesneye dönüşse dahi bu sonuç değişmez. Hem ütopyalardan hem de distopyalardan çıkan sonuçlardan biridir bu durum. Bunu, Tülay Akkoyun’un güzel çalışması ile bir kez daha anımsıyor ve anlıyoruz.
![]()
|
- Azerbaycan Şiiri ve Çağdaş Bir Derviş, İbrahim İlyaslı - 1 Kasım 2018
- Paslı Bir Kelime; Umut - 15 Eylül 2018
- Zor Olanı Yazmak; Kırgın Çocuklar Mevsimi - 1 Eylül 2018
FACEBOOK YORUMLARI