Vecdi Çıracıoğlu: Kıyı insanlarında bambaşka bir eşitlik var

Kitap Eki söyleşilerinde bu haftanın konuğu Vecdi Çıracıoğlu. Cengiz Kılçer’in Akademi Kitabevinde gerçekleştirdiği söyleşiyle, Vecdi Çıracıoğlu ve yapıtları ile daha yakın bir ilişki kuracaksınız.

  • Kimi edebi yapıtlarda ithaflara rastlarız ki bu ithaflar o yapıtın gizli dünyasına giden bir dehlize benzer. Nehirler Denize Kavuştuğunda adlı kitabınız babanız Sabahattin Çıracıoğlu’na adamıştınız.

Vecdi Çıracıoğlu: Kimi yazarların yapıtlarının çocuklarına, annelerine, babalarına, ailelerinden bir ferde ithaf ettiklerini görüyoruz. Bu ithafların çoğu, onları yetiştiren anne ve babalarına adanmıştır. Bunu da doğal karşılıyorum. Bu bir anne-baba sevgisi olabilir. Ama benim Nehirler Denize Kavuştuğunda’yı babama ithaf etmem, baba sevgisinden, bir aile ferdi olmasından öte, onun bana didaktik olmadan, edebiyatı sevdirmesinden ötürüdür. Çünkü hiçbir zaman babam bana “şu kitabı oku”, “bu kitabı oku” demedi. Belli bir yaşa geldikten sonra, ilkokulu bitirdiğimde, “bak oğlum bu kütüphane, çok büyük, sen artık büyüdün, artık şu şu şu kitapları okuman lazım” diye ama sen “istediğinden başla” dedi. Ben onun vasıtasıyla o kitapları okumaya başladım. Ve babam bana, o kitapları okuduktan sonra “hadi bakalım, bu kitap hakkında ne düşünüyorsun, bir özet çıkar” diyerek her kitabın arkasına bir zarf yapıştırdı ve verdi. Ben, o kitap hakkındaki düşüncelerimi o zarfların içerisine koydum. Bu kitaplar hâlâ bende durur. Kitapların başında, ilk okuduğum kitap, Yaşar Kemal’in İnce Memed’idir. Ondan sonra Turgenyev’in İlk Aşkı’nı okudum. Daha sonra Orhan Kemal’ler, Yaşar Kemal’ler sırasıyla geldi ve bilhassa Sait Faik.

DSC_6870

Belli bir yaşa geldikten sonra, babam beni Bursa’da, kendilerinin düzenlediği “Akademi” adını verdikleri, edebiyat toplantılarına götürürdü. Bu toplantılar çok önemliydi. O zamanın Bursa’sında, çeşitli politikacılar ve edebiyatseverler gelirdi. Aklıma şair, yazar, gazeteci ve politikacı Hilmi Büyükşekerci geliyor. O zamanın politikacılarını çok iyi hatırlıyorum. Çok hızlı yazan bir bankacı vardı; onu çok iyi hatırlıyorum. Bir deftere, o şeyin, o toplantının notlarını alırdı. Ve bir toplantıdaki yapılacak konuşmanın konusu, bir hafta öncesinden belirlenir ve en iyi Türkçe kullanılarak, o toplantı ile ilgili konuşmalar yapılırdı. Ben bu toplantılara katıldım. Ayrıca babamın Celal Sılay ile birlikte çıkardığı, Yeni İnsan sanat dergisi ile birlikte, üç arkadaşıyla beraber çıkarttıkları Çatı dergisi de benim hayatımda çok önemli bir yer tutar. Ben bu iki derginin çıkacağı zamanı dört gözle bekler ve abimle “önce sen veya ben okuyacağım” diye kavgasını yapardık. Çatı çok önemli bir edebiyat dergisiydi ve Bursa’da on bin tane basılıp satılıyordu. Babamın bu dergileri arabasının arkasına koyarak iş için –kendisi Koza Birliği genel müdürüydü- gittiği köylerde, köylülere dağıttığını, sattığını çok iyi biliyorum. Balaban’ın Seçköy’ü ile Bursa’nın Marmara’daki kıyı köylerinden Kurşunlu’da birçok okurunun olduğunu biliyorum.

Bütün bunlar, tabi bende edebiyat sevgisinin, biliyorsun ben 46 yaşında yazmaya başladım, edebiyat sevgisinin oluşmasına sebebiyet verdi. Çok küçük yaşlarda, Çocuk Kalbi gibi bir kitapla beni tanıştırması, Sait Faik’le tanıştırması ve hatta ve hatta Şevket Süreyya Aydemir’le tanıştırması ki, daha sonradan Bursa’nın Umurbey Köyü’nde komşumuz olmuştu kendisi. Bu kitabımı, yani Nehirler Denize Kavuştuğunda’yı, babama ithaf etmeme sebebiyet vermiştir.

  • Peki, şöyle soralım kendini borçlu hissediyor musun? Yani Sabahattin Çıracıoğlu’na kendinizi borçlu hissetiniz mi? Hissettiyseniz bile ya da bu borcu ödediniz mi?

Vecdi Çıracıoğlu: Biz ortaokulda ve Bursa Erkek Lisesi’nde, teknik alanda başarılı olabilecek şekilde, çok ağır bir eğitimle yetiştirildik. Ama babam her zaman şunu derdi: “Sen istediğin kadar teknik adam ol, bir teknik adam kitap okumadan hiçbir şey olamaz. Hayatın her alanında bu böyledir. Gün gelecek, bu kitaplar sana lazım olacak” derdi. Şimdi onu çok iyi anlıyorum. Kara Büyülü Uyku romanımla 1999’da ilki verilen Can Yayınları Roman ödülü bana verildiğinde, ödül töreni TÜYAP’ta yapılmıştı, salona bir ara bakmak istedim. Yani, konuşmamı yaparken, orada salonun boş olduğunu ve babamın en önde oturup beni seyrettiğini gördüm. Bu olamazdı ama ben bunu gördüm. Çünkü babam, bu ödül töreninden önce, hiçbir şey yapmadan, dergilerde yazım, Öküz’de bir iki tane çıkmıştı orada babamı görmem, imkânsızdı. Çünkü babam üç ay önce ölmüştü.

  • Sanırım daha önceki sohbetlerimizde de sormuştum Rumeli Hisarı, ya da Boğaziçi sizin hem “yurdunuz” hem de “köyünüz“ Nedir sizin için Hisar?

Vecdi Çıracıoğlu: Rumeli Hisarı, dolayısıyla deniz, benim sığınma limanım. Ben şimdi genelde, tabii ki denizi çok seven bir insanım. Bütün kitaplarımda deniz var. Bir tek Cimri Kirpi haricinde, bütün kitaplarımda deniz var. İnsan, hayat bulduğu, yeşerdiği, filizlendiği ve nefes aldığı yere benzer. Eğer orada memnunsa, oradan bir takım edimler ediniyorsa orayla bütünleşir ve orayı kabullenir. Ben, Hisar’ın yerlisi değilim. Orada doğmadım ama –bunun bir önemi yok- ben Rumeli Hisarı’nda doğmuş büyümüş, oralı olduklarını söyleyen insanlardan daha da Hisar’lıyım.

Aynı evi paylaştığımız, öğrenci evi, 70’lerin başında öğrenci olarak oraya geldiğimizde, aynı evi paylaştığım arkadaşlarım da gerçekten Hisar’lı. Yani, orayla bütünleşmiş vaziyetteler. Hisar’ın bütün dertlerine koşuyorlar. Hisar bana çok şey verdi. Hisar, benim sığınma limanım olduğu için orada sadece denize girmekten, yüzmekten başka denizi tanımayan Vecdi Çıracıoğlu orada bambaşka şeylerle de tanıştı. Bunlar nedir? Bilhassa balıklar, balıkların çoğu. Çeşidi ve nevî. Bu balıkların yakalama yöntemleri. Denizle insan arasındaki ilişkiyi sağlayan sandal. Çok önemli. Onun haricinde, sandalın kürekleri. Onun haricinde, o sandalı kullanan insanlar. Yani balıkçılar, denizciler, kıyı insanları. Kıyı insanının çok önemli farklılığı var, karada yaşayan insandan. Tamam, dolayısıyla deniz insanı tabii ki, sandalından çıkıyor, yürüyerek evine gidiyor. Ama bambaşka duygularla gidiyor. Aklı hep denizde gidiyor. Şimdi ben böyle insanları tanıdım. Bu insanlarda bambaşka bir yapıyı gördüm. Yalanı görmedim, riyayı görmedim. Eşitliği gördüm ve o zaman anladım ki, bizim kitaplarda, klasiklerde okuduğumuz insanların eşitliğinden daha bambaşka bir eşitlik var. Denizin üzerinden, insanların eşitliğini gördüm. Her insan bunu orada yaşayabilir, oranın nefesini alabilir. Ama eğer biraz düşünebiliyorsa, biraz farklılığımız varsa, bu duyguların içerisinde de olmamız gerekir. Ben o duyguların içerisindeydim. Hiçbir şeyi unutmadım.

Uzun seneler sonra, 46 yaşından sonra yazmağa başladım ama ben bunları bir zaman yazarım diye hiç notlar filan da almadım. Ama yapım gereği, belleğim güçlü olduğu için, hepsi kafamın içinde. Hiç bir ayrıntıyı unutmadım. Çünkü orada ben yeni doğmuş gibiydim. Yani, orada doğduğun zaman, yeni doğmuş, aklı hemen ermeye başlamış bir insan nasıl bilgileri böyle aç bir insan yemeğe karşı saldırır, onun gibi öyle bir almışım ki, hiçbir şeyi unutmuyorum orayla ilgili. Bana geçen gün, arkadaşlarımdan biri öyle dedi “Vecdi Hisar’ın bütün kedilerini tanır”. Hakikaten bütün kedilerini tanırım. Herkesle aram çok iyiydi. Oradaki, kâhyasından tut balıkçısına, balıkçısından tut büfecisine, kahvecisine kadar, en ufak çocuklarına kadar, hayvanlarına kadar, köpeklerine kadar hepsi benim dostumdu. Bunu çok iyi biliyorlar, insanlar da biliyorlar. Şimdi, ben tabii ki, böyle bir yerde yaşamış olmaktan çok mutluyum. Mahvettiler orayı ama gene ben orayı seviyorum. Her şeyi mahvedebilirler, kıyıları doldurabilirler ama denizi değiştiremezler. Deniz hâlâ orada akıyor. Üzerinde martılar uçuyor. Ben akçakuş diyorum. Akçakuşlar uçuyor. Balığı katlettiler, yok ettiler. Siz her gün sopa yediğiniz yere gider misiniz? Gitmezsiniz. Ama gene balıklar var. Gene üreyecekler. Balıkları ve tabiatı tahrip eden insanlar yok olacaklar. Ama tabiat kendi kendini yenileyecek. Yeniden yeşerecek. O mavi gene akacak ve o mavinin içindeki onun dünyasının bireyleri, yani balıklar da yaşayacak. Dolayısıyla böyle bir yeri, böyle hayat bulduğum bir yeri unutmam imkânsız.

Onun için Rumeli, deniz, Rumeli Hisarı, Boğaziçi, Amasra benim tabii ki hayatım. Onun için de sürekli oraları yazıyorum. Değişik şeyler de yazacağım tabii. Onlar da aklımda.

Cengiz Kılçer
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Büyük unutuşların şehri: Cinlerin İstanbulu

Read Next

Türk Edebiyatının en iyi öyküleri tek kitapta

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *