Vinçle Toma Arasında Park Etmiş Bir Hayat: Uyku Sersemi

Hakan Bıçakçı, bir aklın yavaş yavaş nasıl baskılandığını; bu baskının duyguları nasıl zorladığını anlatmaya çalışmış Uyku Sersemi‘nde…

Uyku Sersemi, romanın ismiyle müsemma kısa uyku sonralarının içine daldığımız Kahraman’ın kitabı. Kitabın yazarı Hakan Bıçakçı, bir aklın yavaş yavaş nasıl baskılandığını; bu baskının duyguları nasıl zorladığını anlatmaya çalışmış romanında. İstanbul’un tarihi pastaneleri, meyhaneleri, kitapçıları, pasajları, bağımsız sinemaları-tiyatroları Kahraman’ın uyku ve uyanıklık arasındaki o kısacık anlarında birer birer kapanıyor. Her gün gittiği kafe bir butiğe dönüşüyor ve Kahraman bu dönüşüme inat o butiğe kafe diye gitmeye devam ediyor. Bellek, böyle zamanlarda direnebildiği kadar direnir değişime. Alışkanlıkları devreye sokar ve ayaklar, bir hayat rutinini gerçekleştirmek için yola çıkar. Sonuç her seferinde hüsran, her seferinde yok oluştur. Kahraman, ilerleyen satırlarda mekanların yok oluşuna kendi yok oluşuyla karşılık verecektir.

Bir İstanbul kitabı yazmaya niyetlenen Kahraman, bir yayınevi ile görüşür ve yazacağı kitabın dünya dillerine çevrileceği sözünü alır. Bu kitap bir turist rehberi olacaktır aynı zamanda. Bu gelişmenin vermiş olduğu iç rahatlığıyla Elif’in evine doğru yol alır. Sevgilisi Elif, kedisi Berna, geleneksel pazartesi yürüyüşleri yaptığı yaşlı babaannesi ve sürekli telefonla görüştüğü annesiyle örülüdür çevresi. Bir kitabın doğma evresi elbette ki sancılı olacaktır fakat Kahraman’ın alışmak zorunda olduğu gerçek bambaşkadır: hızla yok olan kent. Kitabın içerisinde olmasını istediği kentin belleği süreç içerisinde yavaş yavaş silinmeye başlar. Onun tabiriyle “görünmez bir elin hızla yırttığı sayfalar”dan ibarettir artık sahip olduğu. Önce, röportajını yapacağı kitapçıda öğrenir kitapçının kapanacağını. Ardından pastane, meyhane, tiyatro… Neredeyse her bölümde evinden çıktıktan sonra geçtiği yolları “yan yana park etmiş beyaz toma ve sarı vincin arasından” diye tarif eder. Beyoğlu’nun şimdiki halini bilenlere yabancı gelmeyecektir bu tarif. “Patlamaya hazır bir bomba” gibi görünen Taksim, kocaman bir beton yığınıdır artık. Dönüşme hızlandıkça Kahraman’ın çöküşü de hızlanmaktadır. Öyle ki Kahraman uyuduğu sırada Elif’in onu fotoğrafladığı an, ikisi için ama en çok Kahraman için bir eşik mahiyetindedir. Bu fotoğraf, Kahraman’ın kendisiyle yüzleşmesini sağlar. Peki gerçekten bu eşikten sağlam bir hamleyle atlayabilmiş midir? Kendini tanıyabilmiş midir? Yoksa artık tanıyamadığı şehir onun tüm mazisini de silikleştirmekte midir?

Roman boyunca bir inşaat gürültüsü Kahraman’ın evinin tam ortasındadır. Bitmek bilmez bu gürültü. İşte bu gürültüde uykulara dalar Kahraman. “Dalmak”? Gerçekten mümkün müdür? Kahraman’ın uykuları kabuslarla bölünür. O gün neyi dert edindiyse kendine, uykuya daldığı anda zihnindedir işte. Hatta öyle yoğundur ki bu rüyalar, rüya içinde rüya görmeye başlar bir süre sonra ve gerçeğin ne olduğuna dair sorular sorar kendine. Bundan hareketle Bıçakçı’nın eserinde rüyaların yeri elbette ki özeldir. İnsan; yeryüzünden silinenlerle ve yitirdikleriyle bir bütün ve bu yitip gidenlerden bir an olsun sıyrılacağı tek an uyku halidir fakat bilinçaltımız ilgiden, beslenmekten haz alıyor. İnsanın peşini bırakmayan mazi, “Eskiden böyle değildi.”lerle dört bir yanı sararcasına başrolü üstleniyor.

Kitabı oluşturma süresince başkalarıyla çok da iletişime geçmeyen Kahraman, aslında asgari düzeyde iletişim kuruyor çevresindekilerle de. Evine annesinin zoruyla gelen temizlikçi Serap, kendine özgü rahatlığı ve üslubuyla Kahraman’ı biraz olsun canlandırıyor fakat bu da bi anlık bir yenilenme hali Kahraman için. Uyur uyanık devam eden hayatı hep sallantıda. Geçmişi, kenti, anıları silindikçe kaçıyor aslolandan. Evinin karşısındaki dans kursunda durmadan dönen insanları izliyor öylece bazen. O kadar aynı ve o kadar ruhsuz ki her şey onun için, gittikçe anlamsızlaşıyor yaşam. Zaten bir süre sonra sahip olduklarını yitirme evresiyle bir açmaza sürükleniyor günleri. Sol gözü uzun süredir kasılan ama doktora gitmeyen, saçları uzayan ama berbere uğramayan, telefonunun kırılmış camını tamir ettirmeyen Kahraman; yapmak zorunda olduğu her şeyi ertelediğinin farkında olsa da mayışmalarının sonundaki uyku anlarına direnmeyi seçmiyor. Baş ağrılarına, isteksizliğine yorgunluğuna çözüm aramıyor. Sonunda onu yaşamın içine çekecek olan son şey, İstanbul kitabı, de kötü bir şaka misali nostalji kitabına dönüşüyor.

Kahraman, eski İstanbulluların hayal kırıklığının simgesi adeta. Peki hayal kırıklığı yaşamak için “eski” olmak şart mı? Bir şehir gözümüzün önünde bile isteye şantiye alanına çevrildi ve bizler Kahraman’ın sersemliğiyle yüzümüz gözümüz toz içinde olan biteni anlamaya çalışıyoruz. Kaldırabilene aşk olsun!

  • Uyku Sersemi
  • Yazar: Hakan Bıçakçı
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: Ekim 2017
  • Sayfa Sayısı: 180 Sayfa
  • Yayınevi: İletişim Yayınları

Evrim Sayın
Latest posts by Evrim Sayın (see all)
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Yordam Edebiyat’tan Mihail Şolohov’un başyapıtı ‘Durgun Don’

Read Next

Mary Shelley’in Yaratığı

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *

Follow On Instagram