İlk mevsime siz karar verin ve hikâyelerin akışına bırakın kendinizi. Ya da kitabın Kronos ile işbirliğine sadık kalıp kıştan başlayıp sonbaharın uçuşan yapraklarıyla noktalayın okumanızı.
Yaklaşık on beş yıl önce, Almanya’nın bir yerlerinde, Rotraut Susanne Berner kendisi için küçük çocuklar için dev bir adım attığını biliyor muydu acaba? O güzel aklı kalemlerinin peşine takıldığında Çocuk Edebiyatı adına yeni bir devrimin şartları olgunlaşmıştı. Hem de ne olgunlaşma!Aslında bu biçim ve yapıdaki kitapların ilk ve asıl temsilcisi Ali Mitgutsch idi. Onun altmışlı yıllardaki çalışmalarından kırk yıl sonra yenileyip tazeliyor devrimi saygıdeğer Berner.
Bugün kitapları tanımlarken kullandığımız kelime; dolup taşmayı, bereket fışkırmasını, nihayetsiz hikâyenin sayfalarda gezinmesini sinesinde saklıyor. Wimmelbuch! Panoramalar ve hikâyeler sivil geçidi. Onlarca insana ve hayvana ürkek ürkek yaklaştığımız, tanış olup, akran olup, dost belleyip, en kısa zamanda geri dönmek üzere kavilleştiğimiz sıcak diyar.
Sessiz kitap garabetine yüz vermeyip çok sesli ansiklopedi diyeceğim bu kitaplara. Kelimelerle gevezelik etmeyip, sakince sohbet eden, insandan insana, hayvandan hayvana, hayvandan insana, ağaçlardan insan ve hayvanlara, sonunda şehrin bütün birimlerinden her birine aşınmaz ipler eğirip, kopmaz bağlarından emin olan varlık atlası.
Kitabın fiziki yapısıyla atılmaya başlanıyor kemalât adımları. Kâğıdın sertliğiyle hikâyelerin yumuşaklığı doğru orantılı. İnsanları tanıyoruz aslında, arka sayfadaki alternatif içindekiler sayfasından kopya çekmeden hem de. Farklı kisveler, dil, din, ırk vurguları olduğu yerlerde onlar eski mahallemizin komşu teyzeleri, amcaları. Farklılıklar belirtilmediğinde ise Can abi, Kâmil amca, Nihal teyze, Hayri usta, Manav Hasan. Yeğenimiz Bilge, arkadaşımız Metin, Özge. Tam bu noktada yayınevinin, özel isimleri değiştirmeme kararını yerinde buluyor ve onlara büyük tebriğimin ilk taksidini sunuyorum. Yediden yetmişe insanlar. Top peşinde çocuklar, yürüyüşe çıkmış ihtiyarlar, alışverişte gören ve görülen dostlar. Şehre dadanmış tilki, trafiği karıştırmış papağan, arılarla rekabet eden temizlik görevlileri ve bolca araç-gereç.
Vivaldi’nin aşınmaz ve aşılmaz eseri dört mevsime şimdi değineceğim. Kandırmış olmayayım sizi, bu sefer müthiş İtalyan bestecinin değil, müthiş Alman illüstratörün dört mevsimi. Wimmel ansiklopedisi dört birbirine denk ciltten oluşuyor. İlk mevsime siz karar verin ve hikâyelerin akışına bırakın kendinizi. Ya da kitabın Kronos ile işbirliğine sadık kalıp kıştan başlayıp sonbaharın uçuşan yapraklarıyla noktalayın okumanızı.
Zaman takibi büsbütün önemsiz değil. Örneğin semtimize yapılacak anaokulunun peşine düşüp, inşaatı denetleyebilir, sayın yönetici ve işbirlikçileri parayı iç edip İsviçre’ye kaçmış mı kaçmamış mı öğrenebilirsiniz. Ohhhh neyse ki kaçmamışlar, düz arsada temeller atılıp çelik iskelet yükselmeye başlamış bile. Yaz kitabında müjdeyi alıp anaokulunun Ekim’deki açılışına katılmak üzere Güz kitabına hücum edebilirsiniz. Zamanın tutarlılığını aratmayan mekân ve mimari tutarlılıksa parmak ısırtıyor, aman ha koparmayın çok lazım olacak size. Sağdan sola sayfaları çevirdiğinizde şehirde saat on iki yönünde turlamaya başlıyorsunuz. İsterseniz bir nebze daha oyunbazlaşalım. Arka kapaktaki içindekilerden kopya çekip kim olduğumuza karar verelim. Tatlı yaşlı teyze Andrea olalım mesela. Kış mevsiminde evimizin basamaklarındayken otobüsü yakalayamayacağımızı görüyoruz ama son bir umut aşağı seğirtiyoruz, otobüsün arkasından koşup yetmedi sesleniyoruz ama nafile. Bahar kitabında sakince kafeste durup duran papağanın, kış kitabındaki haylazlığına gülüp duruyoruz. Bir orada bir buradaki papağan hareketi yansıtıyor, trafiğin akışını bozuyor ve dikkatsiz gözlere kaza yaptırıyor. Polis memuru Hugo kazanın tutanağıyla meşgul oluyor. Polis otosundaki kadın ortağı merakla ona bakıyor. Aynı Hugo bahar kitabında topun arkasından koşan üç çocuk ve bir köpeğe düdük öttürüyor. İşte kitabevinin camları kırıldı bile. Ah şu haylaz çocuklar demiyoruz, mahallenin, sıcak semtlerinin yokluğunun ne anlama geldiğini bildiğimizden. Bir yerinize bir şey olmadı ya, camdır kırılır daha dikkatli oynayın diye gülümsüyoruz onlara ve sevimli tazı Struppi’nin başını okşuyoruz. Kültür merkezindeki her kata ayrı ayrı ısınıyoruz. Girişte çocukların güzel resimlerine takılıyor gözlerimiz, ilk kattaki etkinlik salonunda kâh okuma etkinliği yapılıyor, kâh Yvonne yaklaşan yılbaşı konseri için prova yapıyor. Orta kattaki kütüphaneye elimizi uzatıp birkaç kitabı ödünç almak istiyoruz. Üst katta dinozor temalı sergide fosiller ve iskeletlere yaklaşıyoruz mevsim değişince etkinlik de değişiyor ve kazanan hep biz oluyoruz. Tarlalar çiftlikler ve köşedeki balıkçı da kültürle mi doyuracağız karnımızı diyenlerin derdine derman oluyor.
Tekrarlamaktan yüksünmüyorum; o kadar çok hikâye var ki ve o kadar çok hikâye kahramanı. Çalışmaktan bıkmayan temizlik görevlileri, türbanıyla orada burada gördüğümüz Hindistanlı Sih Santosh, elinde gitarıyla soğuk havayla arasını düzeltmeye çalışan Güney Amerikalı Pedro, bir köşede posta kutusundakilere bakan müslüman bir kadın…
Şehir planlayıcılarının da elinden düşmemesi gerekiyor bu güzelliklerin. Yerinde boşluklar barındıran şehir meydanı, meydanda hoş bir çeşme, kültür merkezleri, dini yapılar, şehrin dışına itilmiş fabrikalar, teperlerde rüzgar türbinleri, bebek arabalarını, bisikletleri dışlamayan insan dostu trafik ve her şeyin merkezinde ağaçlar. Ev sahipliği hadsiz, cömertliği sonsuz olan, yaratıcının merhametinin özeti, kurdu kuşu, çiçeği böceği, insanı; her renkten dilden ve dinden insanı ağırlayan ağaçlar.
Kelimelere yüz vermeyen şaheserleri kelimelerle çevreleyip densizlik mi ettim acaba? Ama benim uçuşan parmaklarım, binbir renkli kalemlerim, şehri kurgulayan ve sayfalara konduran zihnim yok ki! Bari bu satırlar da benim kefaretim olsun.
- ANNESİZ OLMAKTANSA ANNESİ GORİL OLMAK ÇAĞI… - 18 Nisan 2021
- Güzel Günler Göreceğiz Çocuklar - 25 Şubat 2021
- Masal: Milletleri Bağlayan Ana Damar - 3 Haziran 2020
FACEBOOK YORUMLARI