Yalanların Örtüsünü Kaldırmak…

Barış Soydan, Cemaatçinin Ölümü romanında henüz içinde yaşadığımız bir tarihsel sürecin gerçeklerini büyük bir cesaretle dillendirmiş.

Barış Soydan, 2014 yılında yayımlanan ilk romanı “Boruotu Cinayeti”nde, eski bir dostunun ölümünün ardındaki sırrı aydınlatmaya çalışan Ufuk Lodos adlı bir gazetecinin “kişisel” soruşturmasını anlatmıştı. Yeni romanı “Cemaatçinin Ölümü” yine bir Ufuk Lodos macerası. Ancak bu defa bir sırrı aydınlatmaktan ziyade kendi hayatını kurtarmak için çabalıyor kahramanımız. “Cemaatçinin Ölümü”nde Barış Soydan Türkiye’nin son üç yılına yayılan siyasi olayları, o gelişmelere cuk oturan bir suç kurgusuyla ve açık sözlülükle ele almış.

“Boruotu Cinayetleri”de tanıştığımız Ufuk Lodos, hükümete yakın bir gazetenin yazı işlerinde editörlük yapan, üniversite yıllarını 80’lerin sonlarında tamamlamış, 40’lı yaşların başlarında, karısı tarafından terkedilmiş, kızı ile iletişimini koparmamaya çalışan yalnız bir adamdı. “Cemaatçinin Ölümü”nde zaman biraz daha ilerlerken Ufuk Lodos’un yaşama koşulları bir hayli gerilemiş. 2014 yılı Bunun nedeni Gezi Olayları’ndan sonra -pek çok meslektaşı gibi- çalıştığı yandaş medyadan atılması. Yanlış anlaşılmasın, isyana katıldığı için değil, kendisinin de itiraf edeceği üzere, yıllarca yandaş medyanın operasyon haberlerini, iddianamelerin hiçbir inandırıcılığı olmayan satırlarını, savcıların kanaatlerini delil diye yutturmasını perdeleyecek cümlelerle, gazeteci jargonuyla, “etli cümleler”, “köpüklü cümleler”, “salçalı cümleler ile” o yazmış. Bundan elbette gurur duymuyor ama o bir profesyonel. Gezi sonrasında gazete yönetimine ilk kez hayır deyince kendisini kapının önünde bulmuş. Parasızlık sıkıntısı çekerken aldığı teklifi -emekliliği yaklaşan Cumhurbaşkanı’nın hayalet yazarı olması teklifini- kabul ettiğinde kader ağlarını örmeye başlayacaktır…

Biz bu filmi görmüştük

Kader dediysek sözün gelişi. Bu ülkede insanların başına çorap örenler kimlerse hikayedeki kaderleri de onlar belirliyorlar. Tam da bir cemaatle hükümet arasındaki kapışmanın başladığı günler. Bir yandan cemaatçilere nefret kusan başbakan ve ekibi -MİT, medya, AK Troller, vs- diğer yanda devletin pek çok katına sızmış, son vuruş için fırsat kollayan cemaatçiler. Ufuk Lodos’a işi veren Cumhurbaşkanı Danışmanı da yandaşlar tarafından cemaatçilikle suçlalananlardan. Ufuk ise işi biran önce bitirip yeni sevgilisiyle huzur içinde yaşamayı hayal ediyor. Ancak cemaatçilere büyük bir operasyon düzenlendiği gün Cumhurbaşkanı Danışmanının polislerce götürüldüğünü görmesi, üstelik adamın bilgisayarının kendisinde olması hayallerin sonunu getirecek, bir süre sonra Ufuk Lodos da yandaş medyanın ve AK trollerin hedefi olacaktır;

Eve dönüp “Hainin kuryesi medyadan!” haberini sonuna dek dikkatli biçimde yeniden okudum. Gazeteye son dönemde transfer edilen iktidar fedaisi muhabirlerden birinin imzası vardı altında. Elbette o yazmamıştı. MİT ya da polis sızdırmıştı hakkımdaki dosyayı. Gerçek kaynağı kamufle etmek için isimsiz bir gazetecinin imzasını kullanmışlardı. Her cümlesi, “Ben yalanım!” diye bağırıyordu. “Paralel hainlerin devlet imamı Mehmet Gündüz tarafından dört yıl önce devşirilip maaşa bağlanmıştım”, “Ergenekon ve Balyoz soruşturmaları sırasında Cemaatçi polislerin sızdırdığı manipülatif dosyaları medyadaki kontakt noktalarına ben taşımıştım”, “Cemaat’e verdiğim üstün hizmetler nedeniyle cumhurbaşkanının kitabının yazarlığıyla ödüllendirilmiştim”. Yalanlar, yalanlar… Kim yazıyordu bunları? Bu kıvrak, bu kısa, bu salçalı cümleleri?

Bir zamanlar kendisinin kaleme aldığı tarzda ifadelerle suçlanan, hakkında tutuklama kararı çıkartılan, kimliği meçhul şahıslar tarafından kovalanan Ufuk Lodos ait olmadığı kanlı bir kavganın tam ortasındadır…

Yandaş tarihe düşülen şerh!..

İki, Ergenekoncular’ı katarsak üç tarafla da ilişkimiz olmasa bile hepimiz ortasındaydık bu kanlı kavganın. 2008’de Ergenekon iddianameleri ile başlayıp 2016 darbe girişimine kadar uzanan ve hala da sürüp giden bu şiddet dolu, adaletsiz suç atmosferi hepimizin hayatını az ya da çok ama mutlaka etkiledi. Barış Soydan 2014 yılına odaklanmış. Romanın girişindeki “bu romanda geçen karakterler ve olayların gerçek kişi ve olaylarla ilişkisi yoktur” uyarısı ironik bir ifade. Çünkü anlattığı her olay, rol verdiği her şahıs size yaşanmış birşeyleri, tanıdık birilerini çağrıştırıyor. Aslında kendisi ile roman kahramanı arasındaki benzerliği de eklemek gerekir. Barış Soydan’ın mesleki bilgi ve deneyimleri hikayenin inandırıcılığını destekliyor. Ancak gazetecilerin yazdığı hikayeleştirilmiş belgeler tarzında bir roman gelmesin aklınıza. Tersine, gerçek olaylardan yola çıkarak kurmaca bir dünya yaratmayı başarmış. “Cemaatçinin Ölümü”, hayatın bu denli kriminalleştiği bir dünyayı en iyi yansıtacak türün polisiyeler ama siyasi polisiyeler olacağını kanıtlıyor.

“Boruotu Cinayeti”nde de toplumsal eleştiri ile polisiye kurguyu birleştirmişti. 90’lardan sonra sisteme sessizce eklemlenen solcu gençliği, orta sınıfların konformizmini, yakın tarihin siyasi ve toplumsal olaylarını, en çok da medyayı sorguluyordu. Ne var ki 140 sayfalık bir romana bu kadar meseleyi sığdırmaya çalışması romanın polisiye yanını gölgede bırakmıştı. “Cemaatçinin Ölümü”nde daha geniş sayfalara yaymış romanını. Böylelikle ele aldığı meseleleri hikayeye çok daha iyi yedirmekle kalmamış bir tarihsel dönemi polisiye kurguyla anlatmanın üstesinden de gelmiş.

Yolsuzluğun, hırsızlığın, hatta cinayetlerin bile kendi güruhları çıkarına işlendiği için cürümden bile sayılmadığı, hukukun siyasallaştığı, güçlü ile haklının aynı anlama geldiği, insanların asılsız suçlamalar ve çakma delillerle işlerinden atıldığı, tutuklandığı bir ülkede toplumun ve daha da önemlisi edebiyatın buna duyarsız kalışını, her yanı suçla örülü bu atmosferi konu edinen siyasi polisiyeleri azlığını sıklıkla gündeme getiriyorum. “Cemaatçinin Ölümü” bu türden yakınmaları yanıtlar mahiyette. Barış Soydan henüz içinde yaşadığımız bir tarihsel sürecin gerçeklerini büyük bir cesaretle dillendirmiş. Polisiye kurgunun başarısı bir yana, sadece bu bile övgüye değer…

  • Cemaatçinin Ölümü
  • Yazar: Barış Soydan
  • Türü: Politik Polisiye
  • Baskı Yılı: 2016
  • Sayfa Sayısı: 240 Sayfa
  • Yayınevi: Labirent Yayınları

Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Füruzan ‘Gül Mevsimidir’ ile İtalyancada

Read Next

Büyük Birader Bizi Gözetliyor

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *

Follow On Instagram